Namık Kemal – Vatan Yahut Silistre PDF Oku indir
Namık Kemal – Vatan Yahut Silistre PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Namık Kemal – Vatan Yahut Silistre kitabını araştırdık. Ayrıca Namık Kemal tarafından kaleme alınan Namık Kemal – Vatan Yahut Silistre kitap özetinin yanı sıra, Namık Kemal – Vatan Yahut Silistre pdf oku, Namık Kemal – Vatan Yahut Silistre yandex, Namık Kemal – Vatan Yahut Silistre e-kitap pdf, Namık Kemal – Vatan Yahut Silistre PDF Drive, Namık Kemal – Vatan Yahut Silistre Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Namık Kemal – Vatan Yahut Silistre PDF indir Oku
Nâmık Kemal (asıl adıyla Mehmed Kemal), 21 Aralık 1840’ta, dedesi Abdüllâtif Paşa’nın mutasarrıf olarak olduğu Tekirdağ’da dünyaya geldi. Aralarında sadrâzamlar, mühim konumlarda bulunmuş askerler, devlet adamları ve şairler de bulunan bir soydan gelmektedir. Babası, Pâdişâh I. Abdülhamid’in münec-cimbaşısı” Mustafa Âsim Bey, annesi kültürlü bir kadın olan Fatma Zehra Hanım’dır. Aile, dede Abdüllâtif Paşa’nın Afyon sancağı mutasarrıflığına (kaymakamlık) atanması üzerine, 1846’da Afyon’a geldi. Kemal, o sırada müftülük görevinde bulunan ve bir zamanlar Rusya ve Mısır’da bulunmuş; Arapça, Farsça, Rusça, Yunanca ve Latince bilen; görmüş geçirmiş bir kimse olan Buhâralı Hacı Abdülvâhid Efendi’den dersler aldı, ondan etkilendi. (Aslını söylemek gerekirse Nâmık Kemal’in düzenli bir öğrenim görmemiş, birden çok Tanzimat sanatçısı gibi o da, yaşama atıldıktan sonra, yaşam tecrübeleriyle kendisini yetiştirmiştir.) Dedesi Abdüllâtif Paşa, 1848’de Kütahya’ya atandı, bu kente gitmeden önce de kimi işleri bundan dolayı İstanbul’a çağrılan dede, ailesini Afyon’da bırakmıştı. Kemal, bu sırada annesini yitirdi. Dedesinin de çok geçmeden azledilmesi üzerine aile İstanbul’a taşındı. Kemal, Beyazıt Rüşdiyesi’nde öğrenime başladı; ardından Valide Mektebi’ne verildi. Dedesi 1853’te Kars’a atandı; Kemal bu şehirde kaldığı bir buçuk yıl boyunca, Vâizzâde Seyyid Efendi’den özel dersler aldı, sporla ilgilendi, hocasının yüreklendirmesiyle ilk şiir denemelerini kaleme aldı. Paşa’nın 1854te yeniden azledilmesi üzerine İstanbul’a taşındılar; 1855’te Sofya’ya atanması üzerine de bu kente gittiler. Burada özel öğretmenlerden Arapça, Farsça ve yazı dersleri gördü. Şair Eşref Paşa’nın yüreklendirmesiyle eski biçemde bir divan oluşturacak kadar çok da şiir yazdı.
Bunun yanı sıra Niş kadısının kızı Nesîme Hanım’la evlendi; bu evlilikten Feride, Ulviye ve kendisi gibi şair ve yazar olan Ali Ekrem (Bolayır) adlı çocukları oldu. Nâmık Kemal, 1857’de İstanbul’a döndü; kendisinin kültürel yaşamında çok mühim bir yeri olan Hâriciye Nezâreti Tercüme Odası’na* memur olarak girdi. Fransızca öğrendi ve dönemin ünlü şairlerinden Leskoçah Gâlib’le, onun aracılığıyla da bir divan şairleri topluluğu Encümen-i Şuarâ şairleriyle tanıştı. Nâmık Kemal’in kültürel gelişmesini, divan kültür adamı olmanın dışında batılı düşünceye yönelmesini sağlayan, siyasî düşüncelerinin şiirine girmesinde etkili olan ve yazmımızda, yazı dilimizde batılı birden çok yeniliği başlatan Şinâsi Efendi’yle tanışması da 1862’dedir; Kemal, Tasvtr-i Efkâr’ gazetesinin yazarları arasına katıldı. Bu gazetede paylaştığı siyasal ve toplumsal eleştirileri konu alan makaleleriyle, Osmanlı kültürü ve yazını konulu makaleleri, sonradan sürgünlere gönderilmesine yol açacak olan muhalif kişiliğinin ilk ürünleridir. Nâmık Kemal, 1865’te Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne” katıldı. Cemiyet üyelerinin Meşrûtiyet istekleri, meşrutî yönetim kurulursa ülkenin geri kalmışlıktan kurtulacağı yolundaki beklentileri gerçekleşmedi. Nâmık Kemal’in Muhbifde yayımlanan “Şark Meselesi” başlıklı makalesi üzerine basın üzerinde şiddetli bir sansür uygulaması yürürlüğe kondu; Cemiyet’in varlığını öğrenen hükümet, Muhbir başyazarı Ali Suâvi’yi Kastamonu’ya, Nâmık Kemal’i Erzurum vali yardımcılığına, Ziya Paşa’yı Kıbrıs mutasarrıflığına sürgün olarak gönderdi. Sürgünler görev yerlerine gitmeyerek, Paris’te bulunan Mustafa Fâzıl Paşa’nm çağrısı ve Fransız elçiliğinin de yardımıyla, 1867’de Paris’e kaçtılar ve Muhbir’i burada çıkarmaya başladılar. Sürgünler bu şehirde fakat bir ay kalabildi; III. Napolyon’un gerçekleştirdiği Uluslararası Barış Fuan’nı Padişah Abdülaziz’in ziyareti sebebiyle, Fransız hükümeti Nâmık Kemal ve dostlarından ülkeyi terk etmelerini isteyince, İngiltere’ye geçtiler. Nâmık Kemal, Ziya Paşa ile birlikte, M. Fâzıl Paşa’nın parasal desteğiyle, 1868’de Londra’da Hürriyet gazetesini çıkararak, siyasal düşüncelerini yaymayı sürdürdü.
İbrette yayımlanan bir makalesi sebebiyle gazete dört ay kapatıldı ve Nâmık Kemal Gelibolu’ya mutasarrıf olarak sürüldü. Ünlü oyunu Vaiariı sürgünün bitimine doğru yazmaya başladı ve sürgünden döndükten sonra bitirdi. Yeniden çıkarmaya başladığı İbret gazetesinin başına geçti. Vatan, 1 Nisan 1873’te Güllü Agop’un tiyatrosunda oynandı. Seyircilerin büyük bir coşkuya kapılarak “Çok yaşa Kemal!”, “Yaşasın milletin Kemâli!” Diye gösteri yapmaları, bununla da yetinmeyerek gazeteye kadar gidip Nâmık Kemal’le görüşmek istemeleri, onu bulamayınca bir teşekkür mektubu yazmaları, İbretin de bu olan biteni yayımlaması üzerine 5 Nisan 1873’te gazete bu kez sürekli olarak olarak kapatıldı. N. Kemal, Kıbrıs’taki Magosa kalesine; Ebüzziyâ Tevfik, Nuri ve Ahmed Mithat Efendi de Rodos’a kale-bend* olarak sürgün edildiler. Nâmık Kemal’in Magosa sürgünü, yazarlığı yönünden çok verimli bir dönem oldu; İntibah romanım, Akif Bey, Gülnihâl, Zavallı Çocuk ve Kara Belâ oyunlarıyla kimi tarih, eleştiri ve yaşamöyküsü türlerindeki yapıtlarını bu sürede kaleme aldı. 30 Mayıs 1876’da Abdülaziz’in tahttan indirilmesi, yerine V. Murâd’ın geçirilmesiyle, Kıbrıs’ta 28 ay süren sürgünden İstanbul’a döndü. Lakin V. Murâd’ın ruh sağlığının bozulması üzerine, yerine, Meşrutiyet’i kurarak bir anayasa ilân etme sözü vererek getirilen II. Abdülhamid, kendisine karşı gelişen muhalefeti baskı altına almak için, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşım bahane ederek meclisi kapatıp Kaanûn-u Esâsî’yi askıya aldı; Nâmık Kemal’i “ikaamete mecbur”** olarak Midilli’ye sürgün etti. Kemal, 1884’te Rodos mutasarrıflığına atandı.
Burada Osmanlı Tarihini yazmaya başladı; birden çok okul açılmasını sağladı. Üç yıl sonra Sakız’a atandı; ama burada bir süre sonra zatürreeye yakayı ele verdi, 2 Aralık 1888’de öldü ve bir caminin naziresine* gömüldü. Daha sonra padişahın izniyle cesedi, vasiyeti gereği Gelibolu’ya getirilip Bolayır’da Rumeli fatihi Süleyman Paşa’nm türbesinin yanma, tasarımını Tevfık Fikret’in yaptığı la-hide konuldu.” Sanatı Yazınımızda “Vatan Şairi” diye anılan Nâmık Kemal, Şinâsi ve Ziya Paşa ile birlikte Tanzimat Dönemi yazınının kurucusu sayılır. Daha çok şair olarak taranmasına karşın roman, eleştiri, inceleme, tarih, yaşamöyküsü ve benzeri türlerde de yapıtlar verdi. Nâmık Kemal’in sanat yaşamında Fransızca’yı öğrenerek Tercüme Odası’na girmesi, Şinâsi ile tanışması ve Avrupa’yı (Fransa ve İngiltere) görmesi mühim etkenler oldu. Tanzimat ilkelerinin iyi kötü yaşama geçirilmesiyle yetişen, yeni düşüncelere, özellikle Avrupa’nın etkilerine açık olan, bundan dolayı Osmanlı devletinin kurtuluşunun batılı anlamda siyasal ve kültürel temellerin kurulmasıyla olabileceğini düşünen genç kuşağın ilk temsilcilerinden biridir. Önce doğu kültürünü ve divan yazınını öğrenen, üstelik bir de divan yazan Nâmık Caminin yanında, çevresi duvarla çevrili mezarlık. Nâmık Kemal’in yaşamöyküsü, Namık Kemal, Hayatı, Sanatı, Eseri (Hikmet Dizdaroğlu, Varlık yay., 1965) ve “Namık Kemal Üzerine Bir Biyografi DenemesC (Abdullah Uçman, Ölümünün 100. Yılında Namık Kemal kitabı içinde, Marmara Üniversitesi Yayını, 1988) adlı kaynaklardan derlenmiştir. Kemal’in, Şinâsi’yle tanıştıktan ve Tercüme Odası’na girdikten ve hem politikayla hem de Batı kültürüyle alakadar olmaya başladıktan sonra düşünce ve sanat anlayışı da “politik sanat” veya “politik görüşleri sanat yoluyla yaymak” yolunda şekillendi. Lakin, ilk gençliklerinde sağlam bir doğu ve din kültürü almış olmaları sebebiyle, Nâmık Kemal ve öteki kuşaktaşlannın sanatlarında hem doğu kültürünün hem de batı kültürünün değerleri bir arada görülür. Bu oluşum, hangi türde yazarlarsa yazsınlar, onların yapıtlarının özyapılannı da belirlemiştir. Nâmık Kemal’in (Şinâsi ve Ziya.
Paşa’nm da) şiir alanında getirdiği en mühim yenilik, kendisinin “parça bohçası” diye nitelediği divan şiiri konularından başka konuların da şiirde işlenebileceğini göstermek oldu. Kendisinden önce, toplumsal çalkantılara, savaşlara, yıkımlara karşın, şiirde geleneksel mecazlı ve mazmunlu bir dille “aşk” ve “tanrı aşkı” aşağı yukarı tek konu olarak işlenirken, genç kuşağın bu üç sanatçısı, bu anlayıştan uzaklaşarak ve eskiden başka başka anlamlarda kullanılan “vatan”, “millet”, “hürriyet” gibi sözcüklere yeni anlamlar yükleyerek şiiri Hİyasallaştırdılar; şiirde eski “âşık tipi”nin yerini, gelecekte “meşrutiyef’i kuracak olan “siyasal ve çağından sorumlu insan” tipi aldı. Dunu yaparken de, aynı ana düşüncenin her beyitte farklı mazmunlarla yinelenmesi anlayışından kısmen uzaklaşarak, şiirde anlam bütünlüğüne yöneldiler. Bunun yanında, Tanzimat Yazını’nm bu üç sanatçısı, ufak tefek değişikliklerle gazel (Nâmık Kemal’in gazelleri), kaside (Nâmık Kemal’in Hürriyet Kasidesi, Şinâsi’nin Reşit Paşa için yazdığı kasideler), terkîb-i bend (Ziya Paşa’nın Terkîb-i Bend’i) gibi eski şiir türlerine, şekillerine, nazım birimine ve aruz ölçüsüne bağlı kaldılar; siyasal düşüncelerini yayabilmek için kendilerine engel oluşturan Divan şiiri dilinde yalınlaşmaya gitmelerine, mecazsız söylemeye çalışmalarına karşın, yine de eski mecazları kullanmadan edemediler. Şiiri bu yola sokarken, şiirsel hassasğı da elden kaçırdılar; eski şiirin “âşık” ve Tanrı âşığı” tipinin yerine, “vatanı için canını vermekten çekinmeyen”, “yaşamını vatana adayan” insan tipini koyarken, ister istemez öğreticiliğe yöneldiler. Makalelerinde dile getirdiklerini, bir de “şiir dili”yle ölçülü, uyaklı söylemeye yönelerek şiiri siyasal ve toplumsal düşünceleri yayma aracı konumuna getirdiler. (Daha sonra, 1923 ve 1960 sonrası şiirinde olduğu gibi, toplumsal bunalım dönemlerinde şiirin siyasal düşünceleri yayma aracı olarak kullanıldığı birden fazla kez görüldü.) Elbet de, Nâmık Kemal’in şiirini, bu gelişimden ayrı tutamayız. Çünkü Nâmık Kemal’in şiiri, özellikle Şinâsi ile birlikte, Tanzimat Dönemi şiirinin belirleyici ve besleyici kaynağı olmuştur. Romanı, “Romandan maksat, olmamışsa bile olabilecek bir olayı, ahlâk, duygular ve olasılıklarla alakalı her türlü ayrıntısıyla birlikte betimlemektir,” diye tanımlayan Nâmık Ke–12- mal’in lntibâh-Sergüzeşt-i Ali Bey’ ve Cezmi adlarındaki iki romanı, Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-u. Talat ve Fitnatı, Ahmed Mithat Efendi’nin popüler romanları dışında geleneği olmayan Tanzimat yazınında “yazınsal ilk romanlar” olarak kabul edilir. İntibah, “doğru yoldan saparak bir kötü kadına kapılan ve başına felaketler gelen” Ali Bey’in ve “tutkuları yüzünden herkesin mutsuz olmasına neden olan” Mâhpeyker’in macerasıni anlatırken, yazarın amacı okura bir ders vermek, mutluluğu evin dışında aramanın getireceği felâketler hususunda okuru uyarmaktır; bu toplumsal amacı gerçekleştirirken, abartılı bir dil tercih ederek, kahramanları tek yönlü ele alarak, rastlantılara, özverilere, heyecanlı davranışlara yer vererek, konu düzenlemesi ve yazış tekniği yönünden Fransız Coşumcu (Romantik) romanlarının etkisiyle eski Türk anlatılanmn etkilerini birleştirmeye yönelir. Nâmık Kemal’in, Coşumculann geleneğine uyarak yazdığı, yazınımızda ilk tarihsel roman sayılan Cezmfdeyse, XVI. yüzyılda III. Murad zamanındaki Osmanlı-îran savaşlarında geçen hadiseleri konu olarak alır.
İki cilt olarak tasarlanan, ilk cildinde yine Coşumcu etkiyle ve yazarın siyasal görüşüne uygun olarak, bu savaşlar sırasındaki Osmanlı yiğitliği, yurdu için her türlü özveriye hazır insan tipi Adil Giray ile Şehriyâr’m aşkı anlatılır. Olasılıkla ikinci cildinde de Cezmi’nin öyküsü anlatılacaktı; ama bu cilt ne yazık ki yazılmamıştır. Romandaki kimi hadiselerin genel çerçevesinde Peçevi Tarihinde verilen bilgilere bağlı kalmıştır; Adil Giray gerçekten bir tarihi kişiliktir, ama Cezmi, yazarın imgeleminden yaşam bulmuştur. Yazarın bu romandaki amacı, kimi şiir ve oyunlarında da işlediği “İslâm birliği” düşüncesidir. Mektup türünün yazınımızda ilk kullanıldığı roman da Cez-mfdir. Yazınımızda eleştirinin de ilk emsallarini veren Nâmık Kemal, Celâeddin Harzemşâh, İntibah, Bahâr-ı Dâniş, İrfan Paşa’ya Mektup, Tahrib-i Harabat gibi yapıt ve çevirilerine yazdığı önsözlerde, eski yazm’ın yeni döneme uygun olmayan yanlarını eleştirir; fakat yazınsal şekiller üzerinde pek fazla durmaz. Tahrib-i Harabat, Ziya Paşa’nm bir divan yazını antolojisi olan Harabat adlı yapıtının eleştirisidir ve Ziya Paşa’yla arasının açılmasına neden olmuştur. Coşkulu özyapısı, eleştirilerinde de açıkça görülür. Tarih ve yaşamöyküsü türündeki yapıtlarında da, aynı coşkulu dille, İslâm birliği, Osmanlı yiğitliği, devletin kurtarılması için neler yapılması gerektiği konularına sürekli olarak değinir. Şiirlerinde, oyunlarında ve romanlann-daki konulan, bir de öğretici bir biçemle bu tür yapıtlarında da işler. Oyun yazarlığı Tiyatroyu, “Bir milletin söz söyleme gücü yazınsa (edebiyatsa), Yazm’ın yaşam bulmuş söz söyleme gücü de tiyatrodur,” diye tanım layan, eğlencelerin en yararlısı olarak niteleyen ve, “Güzel bir oyun okumanın, oynandığını görmek kadar tat vermese bile, yine roman okumaktan daha iyidir. Çünkü oyunda duygular daha şiddetle betimlenir,” diyen Nâmık Kemal, toplam altı oyun yazdı; fakat sağlığında bunlardan yalnızca Vatan yahut Süistre’rân oynandığını gördü. Kara Belâ oyunuysa, yazarın ölümünden sonra yayımlandı.