Jose Saramago – Demokrasi Öldü mü? PDF Oku indir
Jose Saramago – Demokrasi Öldü mü? PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Jose Saramago – Demokrasi Öldü mü? kitabını araştırdık. Ayrıca Jose Saramago tarafından kaleme alınan Jose Saramago – Demokrasi Öldü mü? kitap özetinin yanı sıra, Jose Saramago – Demokrasi Öldü mü? pdf oku, Jose Saramago – Demokrasi Öldü mü? yandex, Jose Saramago – Demokrasi Öldü mü? e-kitap pdf, Jose Saramago – Demokrasi Öldü mü? PDF Drive, Jose Saramago – Demokrasi Öldü mü? Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Jose Saramago – Demokrasi Öldü mü? PDF indir Oku
Devlet PLATON (…) Sen insanı iğrendiriyorsun, Sokrates!” dedi. “Sözümü ne kadar yanlış anlamak olabilecekse, o kadar yanlış anlıyorsun.” “Hiç de öyle değil, dostum,” dedim. “Lakin ne demek istediğini daha açık söyle!” “Sokrates, sen kentlerde tiranlık, demokrasi, aristokrasi gibi değişik hükümet şekilleri olduğunu gerçekten bilmiyor musun?” “Bilmez olur muyum?” “Her şehirde iktidar, hüküm süren unsurun elindedir; öyle değil mi?” “Şüphesiz.” “Her hükümet yasalarını kendi işine geldiği gibi yapar: Demokrasi demokratlığa uygun yasalar, tiranlık tiranlığa uygun yasalar koyar, diğerleri de tıpkı böyledir. Bu yasaları koyarak, kendi işlerine gelenin yönetilenler için de doğru olduğunu söylerler; kendi işlerine gelenden ayrılanı da, yasaya, hakka karşı geliyor diye cezalandırırlar. İşte dostum, benim dediğim şudur: Doğruluk her yerde birdir, yani orada bulunan hükümetin işine gelen şeydir; güç onun elindedir. Doğru dürüst akıl yürütmesini bilen bir adam, bundan şunu çıkarır: Doğru olan hep aynıdır, yani kuvvetlinün işine gelen neyse, odur.” “Ne demek istediğini şimdi anladım. Ama işin gerçekten böyle olup olmadığını öğrenmeye çalışacağım. Demek Thrasymakhos, sen de ‘doğruluk işe gelen şeydir’ cevabını verdin; halbuki bana böyle bir yanıt vermeyi yasaklamıştın, ama doğrusu, sözüne bir de ‘kuvvetlinün’ sözcüğünü kattın.” “Anlaşılan önemsiz bir sözcük katmışım!” dedi.”Önemli mi, önemsiz mi bu halen belli değil, fakat belli olan bir şey varsa, o da dile getirdiğinin gerçeğe uygun olup olmadığını araştırmak gerektiğidir. Mademki sen doğrunun işe gelen bir şey olduğunu dile getiriyorsun, ben de bu fikirdeyim, ama sen bir şey daha katıyor, kuvvetlinün işine gelen şeydir, diyorsun. Ben bunu bilmiyorum; onun için araştırmak gerekiyor.
” “Araştır,” dedi.”Hepsi olacak,” dedim. “Sen yalnız şuna yanıt ver: Tabii, yönetenleri dinlemenin de doğru olduğu düşüncesindesin, değil mi?” “Evet.” “Peki, acaba kentlerin başında bulunanlar hiç yanılmazlar mı? Yoksa onların da yanıldığı olur mu?” “Onlar da arada bir yanılabilirler,” dedi.”Demek ki, yasa koymaya giriştiler mi, bazılarını doğru, bazılarını yanlış koyabilirler, değil mi?” “Öyle sanırım?” “Tabii, doğru yasa koymak kendi işlerine geleni, yanlış yasa koymak da kendi işlerine gelmeyen yasaları koymaktır diyeceksin, değil mi?” “Öyle.” “Ama nasıl bir yasa koyarlarsa koysunlar, yönetilenler ona uymalıdır, doğru olan budur.” “Kuşku yok.” “Demek ki, kelimelerine bakılırsa, doğru olan şey yalnızca kuvvetlinün işine geleni yapmak değil, zıtını da, yani işine gelmeyeni de yapmaktır.” “Ne? Ne diyorsun sen?” “Senin dile getirdiklerini sanırım, ama konuyu daha iyi araştıralım. Söyle, anlaşmamış mıydık? Yönetenlerin yönetilenlere, şunu bunu yapmayı buyururken, bazan kendi gerçek çıkarlarının ne olduğunda yanıldıkları, fakat yönetilenlerin baştakilerin emrini yerine getirmelerinin doğru olduğu üzerinde anlaşmamış mıydık.” “Anlaşmıştık sanıyorum,” dedi. “Öyleyse şunu da bil ki, yönetenler kendilerine zararlı olan şeyler buyururlarsa, sen de bu buyrukların yerine getirilmesini doğru buluyorsan, demek ki yönetenlerin ve kuvvetlilerin işine gelmeyeni de yapmanın doğru olduğunu kabul etmiş oluyorsun. İşte o zaman bundan şöyle bir sonucun çıkması gerekmez mi? Senin dile getirdiklerinin zıtını yapmak doğru olmaz mı? Çünkü görüyorsun ki güçsüzlerin zararına olan bir şey emrediliyor.” Polemarkhos “Zeus hakkı için doğru! İş meydanda Sokrates,” dedi. Kleitophon da “Tabii, sen ona tanıklık edersen,” diye söze atıldı.
Polemarkhos “Tanığa neden ihtiyacı olsun?” dedi. “Yönetenlerin bazan kendilerine zararlı olan şeyler buyurduklarını, yönetilenlerinse bu buyrukları yerine getirmelerinin doğru olduğunu Thrasymakhos kendisi kabul etmedi mi?” diye sordu. “Evet, Polemarkhos, doğrudur, ama Thrasymakhos yalnızca ‘yönetenlerin buyruklarının yerine getirilmesi doğrudur’ demişti.” “İyi ama, Kleitophon; o, şunu da, yani kuvvetlinün işine gelenin doğru olduğunu da söylemişti. Bu iki sözle, kuvvetlilerin bazan kendileri için zararlı olan şeyleri güçsüzlere, yönetim altında olanlara buyurduklarını da kabul etmişti. Bunları kabul ettiğine göre, kuvvetlinün işine gelmeyen şey de kuvvetlinün işine gelen şey kadar doğrudur.” Kleitophon “İyi ama, Thrasymakhos ‘kuvvetlinün işine gelen şey’ demekle kuvvetlinün işine gelir sandığı şey demek istiyordu; güçsüzler bunu yapmalıdır, doğruluk da budur, diye iddia etmişti,” dedi. Polemarkhos da “Peki ama önceden böyle bir şey söylenmedi,” dedi. “Zararı yok, Polemarkhos! Thrasymakhos bunu böyle dile getiriyorsa, böyle kabul edelim,” dedim. “Söyle bakalım, Thrasymakhos! Senin demek istediğin bu mudur? Yani doğruluk, kuvvetlinün işine gelsin gelmesin, işine geldiğini sandığı şey midir? Fikrin budur, diyebilir miyiz?” “Yok, yok!” dedi. “Ben yanılana, tam yanıldığı anda kuvvetli der miyim?” “Doğrusu, yönetenlerin yanılmaz kimseler olmadıklarını, arada bir yanıldıklarını kabul ettiğin zaman, ben bunu demek istediğini sanmıştım.” “Sen, Sokrates, insanın kelimelerini çarpıtıyorsun. Bak, örneğin sen, hastaları ile ilgili yanılan bir hekime, yanıldığı için mi hekim dersin? Ya da hesabında yanılan bir muhasebeciye, yanıldığı zaman, böyle yanıldığı için mi muhasebeci dersin? Bence ‘hekim yanıldı, muhasebeci yanıldı, öğretmen yanıldı’ birer deyiş tarzıdır. Bence onların hiçbiri, eğer verdiğimiz ada layıksa yanılmaz. Düşüncemi daha tam söylemem gerekirse -sen de zaten tam sözlerden hoşlanıyorsun- şöyle diyeceğim: Sanat sahiplerinin hiçbiri yanılmaz; yanılan, bilgisi yetmeyince yanılır, ama o zaman zaten sanat sahibi değildir.
Sonunda hiçbir sanat sahibi, hiçbir bilgin, hiçbir yönetici -yönetici bi hayli- yanılmaz, ama âlem ‘hekim yanıldı, yönetici yanıldı’ diyebilir. İşte şimdi verdiğim cevabı sen böyle anlamalısın; en tam şekliyle düşüncem şudur: Yönetici, yönetici bi hayli yanılmaz, yanılmadığı için de kendine en yararlı olanı buyurur; yönetilene de bunu yapmak düşer. Görüyorsun ya, daha baştan dile getirdiğim gibi, doğruluk, kuvvetlinün işine geleni yapmaktır.” “Öyle mi, Thrasymakhos? Sözlerini çevirdiğimi mi düşünüyorsun?” dedim. “Elbette,” dedi. “Demek ki sen, sorularımı, sana tartışmada bir oyun oynamak için kötü niyetle sordum sanıyorsun, öyle mi?” “Eminim, öyledir”; dedi, “ama bir şey elde edemeyeceksin, çünkü ne oyununu benden gizleyebiliyorsun, ne de -gizleyemediğin için- beni sözünün gücüyle yenebiliyorsun.” “Ey mutlu Thrasymakhos!” dedim. “Ben buna girişmem bile. Ama, böyle bir şey bir daha başımıza gelmesin diye şunu söyle: Hem yönetici, hem kuvvetli olan insanı ne anlamda anlıyorsun? Herkesin anladığı gibi mi, yoksa tam anlamıyla mı? Tam anlamıyla anlıyorsan, o, demin dediğin gibi, öyle bir kişidir ki, kuvvetli olduğu için, güçsüzün onun işine geleni yapması doğrudur.” “Tam anlamında, tam anlamıyla bir yönetici demek istiyorum,” dedi. “Bunun üzerinde oyna, kelimelerimi çevir. Senden aman dilemiyorum, ama bir şey yapamayacaksın?” “Sen beni o kadar deli mi sanıyorsun? Ben hiç aslanı kırkmaya, Thrasymakhos’a oyun oynamaya kalkışır mıyım?” “Demin kalkıştıydın ya! Ama bunu yine başaramadın!” “Yeter”, dedim, “bu konuyu kapatalım. Şimdi sen söyle bana: O senin önceden sözünü ettiğin ‘tam anlamıyla hekim nedir? Para toplayan biri mi, yoksa hastalara bakan biri mi? Ama gerçekten hekim olan hekimi anlat!” “Hekim hastalara bakan biridir.” “Ya kaptan nedir? Gerçek anlamda bir kaptan, gemicilerin başı mıdır, yoksa bir gemici midir?” “Gemicilerin başıdır.” “Demek gemide seyahat ettiği hesaba katılmamalı, ona ‘bir gemici’ dememeli, çünkü ona, denizde seyrettiğinden değil, sanatından ve gemicilerin başında olduğundan ötürü kaptan denir.
” “Doğru.” “Bunların her birinin işine yarayan bir şey yok mudur dersin?” “Var tabii.” “Hatta sanat da herkesin işine yarayanı arayıp onu sağlamak maksadıyla doğmuş değil midir?” “Evet, bunun için doğmuştur.” “Peki, her sanatın, müthiş olmanın dışında, işine yarayan başka bir şey var mıdır?” “Bu soruyla ne demek istiyorsun?” “Şunu: Misal verilecek olursa bana, ‘bedene beden olmak yeter mi, yoksa başka şeye ihtiyacı var mı?’ diye sorsan, şöyle bir yanıt veririm: ‘Herhalde başka şeye ihtiyacı var ki hekimlik sanatı bulunmuş, çünkü beden aciz bir şeydir ve ona yalnızca beden olmak yetmez. İşte bu sanat onun işine gelenleri, yani ona yarayan şeyleri sağlamak maksadıyla meydana getirilmiştir.’ Böyle söylemekle sence doğru mu dile getiriyorum, yoksa yanlış mı?”