Muzaffer Ramazanoğlu – Gılgamış Destanı PDF Oku indir
Muzaffer Ramazanoğlu – Gılgamış Destanı PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Muzaffer Ramazanoğlu – Gılgamış Destanı kitabını araştırdık. Ayrıca Muzaffer Ramazanoğlu tarafından kaleme alınan Muzaffer Ramazanoğlu – Gılgamış Destanı kitap özetinin yanı sıra, Muzaffer Ramazanoğlu – Gılgamış Destanı pdf oku, Muzaffer Ramazanoğlu – Gılgamış Destanı yandex, Muzaffer Ramazanoğlu – Gılgamış Destanı e-kitap pdf, Muzaffer Ramazanoğlu – Gılgamış Destanı PDF Drive, Muzaffer Ramazanoğlu – Gılgamış Destanı Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Muzaffer Ramazanoğlu – Gılgamış Destanı PDF indir Oku
Nipur’da Assurbanipal’ın kitaplığında ve Etilerin başkenti Boğazköy’de ele geçen Gılgamış destanı, eski doğu dünyasında yüzsenelerca tanınmış, her yerde yankılar uyandırmış, insanlığın ilk yazın emsallarinden biridir. Eski Doğu dünyasının kültür dillerine çevrilmiş olan bu yapıt, olduğu andan bu yana, Avrupa bilginleri içinde büyük bir ilgi uyandırmış, Almanca, İngilizce ve Fransızca’ya çevrilmiştir. Bu üç dilde çeşitli çevirileri bulunan yapıtı, ülkemizin yazın kültürü yönünden yararlı bulduğumdan, ben de Türkçe’ye çevirdim. Dr. Albert Schott’un da bir çok yerde yanıldığını sezdiğimden, çeviriyi bitirdikten sonra, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi profesörlerinden üstat Landsberger’e göstermeyi uygun buldum. Bilhassa Sümerce, Babilce ve Asurcadaki bilgisi ve yetkesi dünyaca bilinen sayın üstattan yapıtı özgün metinle karşı karşıya geldirarak düzeltmesini rica ettiğimde, hiç duraksamadan, hemen işe başlamamızı dile getirdi. Yapıtın elden geldiğince doğru ve asıl metne bağlı bir çevirisini yapabilmek maksadıyla üstat elinden geleni esirgemedi. Dahası, yapıtı Schott’un çevirisini temel alarak, özgün metinden yeni baştan çevirdi. Değerli zamanının çoğunu esirgemeyen üstat, yapılan çeviride destansal anlatıma bağlı kalmamı, bana hep salık verdi. Ben de onun dile getirdiklerine uyarak yapıtın anlatımını elimden geldiğince değiştirmemeye çalıştım. Onun için okurlar bi hayli ilkel bir anlatımla karşılaşacaklardır. Üç bin yıldan uzun bir süre önce yazıya geçirilen bir yapıtın anlatımının bugünkü anlatımdan ayrı bulunacağını, çeviride doğallıkla daha ilkel bir anlatım kullanılması gerektiğini, okurlar da tabi ki anlayacaklardır. Prof. Landsberger, Gılgamış destanını özgün metinden çevirmekle kalmamış; bunun bir çok yerlerini açıkladığı gibi, bunun yanı sıra bir de giriş yazmıştır. Böylelikle benim istediğimden çoğunu yaparak dileğimi yerine getiren sayın profesöre teşekkürlerimi sunmayı bir görev bilirim.
Muzaffer Ramazanoğlu ::::::::::::::::: GİRİŞ I. Gılgamış destanı, Babillilerin ulusal destanıdır. Destanın bu nitelemeye hak kazanmasının nedeni, ulusun her bireyine seslenmesinden; destan kahramanının, halkın erkeklik ülküsünü en özlü biçimde canlandırmasından ve insan yaşamı sorununun destanda büyük bir yer tutmasından ileri gelmektedir. Babilliler bu destanla, Yunanlıların ulusal destanları İlyada’yı oluşturmasından çok önce, eski kavimlerde görülmeyen bir yapıt yaratmışlardır. Mısırlılar da, Etiler de Gılgamış ayarında bir destan yaratamamışlardır. İsrailoğullarının dünya tarihinde bıraktıkları etkiye karşın, büyük öykülerinde, bu destanlarda görülen görkem ve deyiş yoktur. Önasya’da Babillilerden başka destan tekniğini geliştiren biricik kavim Fenikelilerdir. Lakin bunların destanları da, yüksek bir sanat yapıtı izlenimi vermediği gibi, Babillilerin destanlarındaki derinlik ve güzellikten de yoksundur. Babillilerin bu farklı sanat gücünü gösterebilmeleri, kendilerine miras kalan düşünceyi verimli bir biçimde kullanabilmiş olmalarındandır. Sümer düşlemi, görkemli mitolojik şekiller yaratmıştı. Bunlar, zengin düşlemlerini işletip gerçekleştirerek büyük destan şekilini yaratmışlardı. II. Bu şiirin güzelliğine, derinliğine girebilmek bizce çok zordur. Bunu yapmak istersek, o zaman büsbütün yabancı bir kavrayışa, bambaşka bir evrene dalmak zorunda kalırız. Bundan başka destan elimize kırık bir yontu gibi geçmiştir.
Destanın en mühim bölümleri eksiktir. Sonra, sağlam kalan bölümlerde de dizelerin ya başları veya sonları yoktıır. Akatça dilbilgisinin, sözlük bilgisinin araştırılmasında bugüne dek elde edilen ilerlemelere karşın, kimi parçaların asıl anlamları hala bilinemiyor. Çevirmen sürekli olarak metin onarımı ve düzeltmeler yapmak zorunluğunu duymuştur. Her yerde yaptığı bu onarım ve düzeltmelerin nerelerde olduğunu da gösterememiştir. Onun için, yapılan çeviride metnin aslı bazan silik kalmıştır. Destanın başından sonuna, okurun anlamasına engel olan noktaları saymış olduğumuza ve yapıtı anlamak hususunda çaba göstermesini bunun yanı sıra kendisinden dilediğimize göre, şiirin sanat ve düşünce yönünden göstereceği değeri, okurun anlayıp beğeneceğinden kuşkumuz yoktur Biz, bu şiirsel metnin İsa’dan önce aşağı yukarı 1250 senelerına bağlanan en son yazmasını temel aldık. Siirin son özgün yazmasıyla alakalı elimize geçmeyen eksik parçalarını, eski metne ve Hititçe yazmasına göre onardık. Gılgamış destanının oluşumunda üç gelişme evresi mevcuttur: 1. Sümerce yazma: Bunun tarihi, İsa’dan önce 2000 senelerıdır. Bu Sümerce yazma elimize eksik olarak geçmiştir. Anlaşılması da güçtür. Konu, bütünlük gösteren bir destan şekiline sokulmamıştır. Gılgamış’ın başından geçen bir çok şey anlatılmaktadır. Bu destansal öykülerin kimileri, bize Gılgamış’ın, bir zamanlar Güney Babil sınırları içinde olan eski kentlerden Uruk’un beyi olduğunu, Kuzey Babil kentlerinden Kiş kralı Agga’ya karşı savaştığını ifade etmektedir.
Bu yazmada, Gılgamış’ın tarihsel bir kişilik olarak gösterilmesi olgusuna, son yazmalarda raslanmaz. Bunun yanında, kahramanın Uruk’a sıkı sıkıya bağlı kaldığı, sonraki yazmalarda da belirtilir. Gılgamış, Uruk surunun kurucusu olarak tanınmaktadır. En son yazmanın ozanı, okurunu sanat yapıtı olan bu suru gözden geçirmeye çağırır; surun üzerinde Gılgamış’ın yazıtını okutmakla da bu yiğitin gerçekten yaşadığını ispatlamak ister. Eski yazmalardaysa, Gılgamış tümüyle bir söylenceler dünyasında yaşar. Gılgamış’la alakalı öykülerin kökenleri Sümerce yazmada da görülür. Misal verilecek olursa, gökyüzünün boğasıyla olan savaşı, dev yapılı Huvava’yı öldürmesi gibi. Yine Sümerce yazmada, Engidu, Gılgamış’ın hep yanındadır; ama sonraki yazmaların tersine, onun eşit bir yoldaşı, arkadaşı olmayıp, sadık bir kölesidir. Sümerce yazılan Gılgamış destanının büyük bir bölümü, yeni yazmada görülemez. Misal verilecek olursa, Gılgamış’ın kendi ecesi tanrıça İştar için yaptırmak istediği göz kamaştırıcı tahtın kerestesini sağlamak maksadıyla korkunç cinlerin koruduğu cins bir ağacı nasıl kestiğini, yeraltı dünyası tanrıçasının bunu kıskanıp kesilen ağacı yeraltından yeryüzüne açtığı bir yarıktan cehenneme nasıl düşürdüğünü, Gılgamış’ın kölesi Engidu’nun bir hileyle bunları nasıl yeniden yeryüzüne çıkardığını anlatan öykü, son yazmada bulunmaz. Sadece bu öykünün içerdiği yeraltı dünyasının enteresan gelenekleriyle, kaideleriyla alakalı bilgi, yapıtı yazıya geçireni öylesine ilgilendirmiştir ki, destanın bütün dünya detaylarını içermesi gerektiğini düşünerek Engidu’nun yeraltı dünyasına gidişini, öykünün bütününden ayırıp, sözcüğü sözcüğüne yapılmış bir çeviri olarak destana eklenmiştir. İşte bu başarı, destanın 12’nci tabletini görülmektedirmıştır. Okurlarımız bu 12’nci tableti gözden geçirmekle eski Sümerlerin, Gılgamış’ın yiğitlikleriyle, ünüyle alakalı ne düşündüklerini, ne düşlemlediklerini anlamış olacaklardır. 2. Eski Babil yazması: Bu yazma, Hamurabi zamanında (M.
Ö. 1800 senelerında) yazılmıştır. Elimize üç tableti eksik olarak geçmiştir. Bunun yanında, söylencenin tarihsel evrelerini açıkça göstermeye yeter. Ozan, Sümer yazmasından, halkın dilinde dolaşan masallardan yararlanarak, tümüyle serbest bir yöntemle, Gılgamış’ın sonsuz yaşamı arama destanını yaratmıştır. Gılgamış destanı da, ozanın elinde, bizim Faust’a benzer dediğimiz şiirin özelliğini, yani ‘sorunsal şiiri’ özelliğini elde etmiştir. Destan, insan yaşamının bütün yorgunluk ve kuvvetliklerinden doğan poblemlerinı cevaplamak için yazılmıştır. Yanıt, son derece kötümserdir; bütün emekler boşunadır. İnsan yaşamının bütün karışıklığı içinde parlayan tek şey, dostluktur. Bu değer, kadın aşkına karşı derin bir nefretin tersi oluyor. Ne yazık ki bu değer de ölümlüdür. Çünkü tanrıların yönettiği, ama sonsuz düzene bağlı olan alın yazısının gücü, en göz alıcı dostluğu bile yıkar, bitirir. Ölümün de ortadan kaldıramadığı dostluk, hep insanı boş yere uğraştıran alın yazısına olan inanç, bu bulanık destan havasında tek olumlu noktayı oluşturmaktadır. Bu düşüncenin derinliği, ozanın ortaya koyduğu konunun şekiliyle tam bir zıtlık durumundadır. Şiir, en basit bir halk şiiri deyişine sokulmuştur.
Ozan dizelerinde “bahri recez” (1) kullanmıştır. Destanın yapısı çok açıktır. Olayların akışı, dramatik birtakım kurallara bağlanmıştır. Kahramanlar, güçlerinin her ölçünün sınırını aştığı sırada, yazgılarının birdenbire değiştiğini görürler. Bu düşüş, gökyüzü boğasının öldürülmesinden sonra olur. Bunu Engidu’nun ölümü ve Gılgamış’ın boş yere sonsuz yaşamı araması izler. Destanda egemen olan ana düşünceyi, bunun kalıba sokuluşunu, öykünün akışına katılan bireylerin seçimini, değişik kişiliklerin taşıdıkları özellikleri, bireylerin oynadıkları karşılıklı oyun şekilini, bu eski Babilli ozan bulmuştur. 3. Destanın son bölümünün oluştuğu tarihi kesinlikle söyleyemeyiz. Bu tarihi 1250 olarak kabul edersek; o zaman kilise örneksemesine (canonisation analojisine) uymuş oluruz; çünkü 1250 tarihinde Babillerin bilimleri, yazınları doruk noktasında, kesin şekilini almış durumdadır. Gılgamış destanının en son ozanı, Kassitler çağında yaşamış olan Sin-lekke-unnini adında bir sanatçıdır. Bu ozan, yapıtı, bilerek basitleştirilmiş olan şekilinden kurtarıp, çok sanatlı bir kalıba koymuştur. Yapıtın çağdaşlaştırılması her bakımdan eski ozanın amaçlarına bağlı kalınarak yapılmış; ama konu, her bakımdan zenginleşmiş, incelmiştir. Bu son sanatçının yapıta çiçeği burnunda örgeler (motifler) ilave edip eklemediği, bugün için belli değildir. Belki yapıta, 11’inci tabletin içerdiği tufan öyküsünü karıştırmıştır.
Ozan bu konuyu, eski Babillilerin başka bir destanından, yani ‘Atarharis’ destanından almış olabilir. Tufan öyküsü ve Nuh’un (2) tufandan kurtulduktan sonra ölümsüzlüğü elde etmesi düşüncesi, tümüyle Sümerlerin malıdır. III. Gılgamış destanındaki kişilikler, Tanrılarla insanlar içinde bulunan kahramanlardır. İşte bu durumda trajik bir düşmanlık ortaya çıkmakta. Ölüm sorununun bu gibi kişiliklerde, başka kimselere göre, daha yeğin, daha acı verici bir nitelik aldığı göze çarpıyor. Bu kahramanların doğrudan doğruya işlerine karışan tek tanrıça, Gılgamış’a aşık olan İştar’dır. Bu tanrıça kışkırtıldığından, her iki kahraman günahlı sayılıyor. Bu günahlılık yüzünden de yeniden trajik bir düşmanlık doğuyor. Lakin ozan, bu günahı oldukça önemli günah saymamıştır. Çünkü ozan, kahramanların davranışlarında günah olacak bir yan bulmamaktadır. Şair, Engidu’yu işlediği günahtan dolayı değil, raslantısallıkla, eski tanrıların kurdukları düzene karşı geldiği için öldürmüştür. Ozanın tanrılara karşı davranışı, özellikle tufan öyküsünde göze çarpar. Burada tanrılar, yakılan adak tütsülerin kokusunu almakta büyük bir hırs gösteriyorlar. Ana tannça İştar ise bir kocakarı gibi çene çalıyor, düşünmeden yaptığı kötülük, Ea’nın kurnazlığıyla gideriliyor.
Tanrılar iki kümeye ayrılıyorlar. Tanrı Enlil, her iki yan içinde arabuluculuk yapıyor. Ozanın saygı gösterdiği biricik tanrı, Gılgamış’a yol gösteren Güneş Tanrısı’dır. Ozan saygıyla karışık bir korku içinde, bilinmeyen bir geçmişte tanrıların kendi kendilerine ve insanlara koydukları değişmez yasalardan söz ediyor. Ama ozanın bu hususta ileri sürdüği düşünceler, acı olaydan kendisini kurtaramayan yazgıya boyun eğmekten başka bir şey değildir. Homeros’ta olduğu gibi, tanrılar bireylerin hayatlarını yukarıdan yönetiyorlar, ama bunlar hırslarının ve kurdukları düzenlerin etkisi altındadırlar. Buna karşılık insan kahramanlar (Gılgamış ve Engidu), davranışlarıyla taşkınlık yapan birer suçsuz çocuk gibidirler. Gılgamış, öykünün ilerleyişi sırasında, derece derece her şeyi bilen bir kişi olarak göze çarpar. Gördüğü işlerin hepsi, hep hesaplı, akıllıca verilen kararlardan doğmuş değildir. Birinci kez içgüdüsüyle harekete geçiyor; her zaman da başarılı oluyor. Çünkü tanrılar kendisine yardım ediyorlar. İkincisinde yine içgüdüsüyle davranıyor; bunda başarısızlıklarla karşılaşıyor. Çünkü destanda görülen sonsuz düzene ve yasaya karşı savaşıyor. Bu başarısız savaşın sonunda dünya gezisinden dönen Gılgamış, Babillilere her şeyi anlatan, her şeyi bilen bir Bilgelik Tanrısı olarak görünüyor. Ama sonraki kuşaklar, Gılgamış öyküsünün büsbütün kötümser ve hiç kimseyi doyurmayan bir sonla bitmesini beğenmiyorlar.