PDF

Karen Armstrong – Mitlerin Kısa Tarihi PDF Oku indir

Karen Armstrong – Mitlerin Kısa Tarihi PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Karen Armstrong – Mitlerin Kısa Tarihi kitabını araştırdık. Ayrıca Karen Armstrong tarafından kaleme alınan Karen Armstrong – Mitlerin Kısa Tarihi kitap özetinin yanı sıra, Karen Armstrong – Mitlerin Kısa Tarihi pdf oku, Karen Armstrong – Mitlerin Kısa Tarihi yandex, Karen Armstrong – Mitlerin Kısa Tarihi e-kitap pdf, Karen Armstrong – Mitlerin Kısa Tarihi PDF Drive, Karen Armstrong – Mitlerin Kısa Tarihi Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Karen Armstrong – Mitlerin Kısa Tarihi PDF indir Oku

MÖ sekizinci yüzyılda huzursuzluk daha da yayılmayı sürdürüyordu, belli başlı dört bölgede peygamberlerle bilgelerden bir araya gelen etkili bir kalabalık yeni bir çözüm arayışına girdi. Alman filozof Karl Jaspers bu döneme “Eksenel Çağ” (Axial Age) adını vermişti, çünkü insanlığın ruhsal gelişimine damgasını vurmuştu; kadınlarla erkekleri bugüne dek beslemeyi sürdüren içgörüler bu sürede kazanıldı. 67 Bildiğimiz kadarıyla bu çağ dinlerin başlangıcına da tasvir eder. İnsanlar eşi benzeri görülmedik bir açıklıkla kendi varlıklarının, durumlarının ve sınırlarının bilincine varmışlardı. Yeni din ve felsefe sistemleri ortaya çıkmıştı: Çin’de Konfüçyüsçülük ile Taoculuk; Hindistan’da Budizm ile Hinduizm; Ortadoğu’da tektanrıcılık ve Avrupa’da Grek rasyonalizmi (usçuluk). Eksenel gelenekler sekizinci, yedinci ve altıncı yüzsenelerın büyük İbrani peygamberleri gibi bireylerle; Hindistan’da Upanişaların bilgeleri ve Buddha (hemen hemen MÖ 563-483), Çin’de Konfüçyüs (MÖ 551-479) ve Dao De Jing’in yazarı 68 ile; Eski Yunanda da beşinci yüzyılın tragedya yazarları, Sokrates (MÖ 469-399), Platon (hemen hemen MÖ 427-347) ve Aristoteles (hemen hemen 384-322) ile ilişkilendirilmekteydi. Eksenel Çağla alakalı bilinmeyen fazla şey mevcuttur. Neden yalnızca Çinlileri, Hintlileri, Grekler ve Yahudileri kapsadığını, Mezopotamya’da veya Mısır’da neden bu doğrultuda bir gelişme yaşanmadığını bilmiyoruz. Eksenel bölgelerin siyasal, toplumsal ve ekonomik çalkantılar yaşadıkları kesindi. Savaşlar, sürgünler almış başını gidiyordu, soykırımlar yapılıyor, kentler yakılıp yıkılıyordu. Aynı zamanda yeni bir pazar ekonomisi gelişmekteydi; güç papazlarla kralların elinden tüccarlara geçiyordu, buysa eski hiyerarşileri sarsıyordu. Tüm bu yeni inançlar uzak çöllerde veya dağlardaki keşişlerin içinde değil, kapitalizm ve yüksek finans çevrelerinde gelişme gösteriyordu. Lakin bu çalkantılar insanoğullarının kendileriyle, birbirleriyle ve çevrelerindeki dünyayla ilişkili görüşlerinde silinmez etkisi olan Eksenel devrimi tam anlamıyla açıklamaya yetmez. Eksenel dönemin bütün akımlarının temel içeriği ortaktı. İnsanın durumunun kaçınılmaz bir parçası gibi görünen çilenin enikonu bilincindeydiler, hepsi de dışarıdan görünen ayinler ve uygulamalara derinden bağımlı olmayan, daha içselleşmiş bir dinin gerekliliğini vurguluyorlardı.

Kişisel vicdan ve erdemle alakalı yeni bir sorunla yüz yüzeydılar. Bundan böyle geleneksel kutmerasimlerini titizlikle yerine getirmek yeterli olmayacaktı; tapınanlar bunun yanı sıra diğer canlılara saygılı davranmak zorundaydılar. Tüm bilgeler yaşadıkları zamanda görülen şiddetten uzak durur, merhamet ve adalet ahlakı telkin ederlerdi. Müritlerine doğruyu kendi içlerinde aramalarını, papazlar ve diğer din uzman kişilerının öğretilerine güvenmemeleri gerektiğini öğretirlerdi. Hiçbir şeye gözü kapalı güvenmemek, her şeyi sorgulamak gerekirdi; o zamana dek doğru diye varsayılan eski değerler eleştirel gözle irdelenmeliydi. Yeniden ele alınması gereken konulardan bir diğeride şüphesiz mitolojiydi. Antik mitleri ele alan her Eksenel akım biraz değişik bir duruş benimsemişti. Kimi belli mitolojik eğilimleri hoş karşılamıyor; kimi de bırakınız yapsınlar yaklaşımı sergiliyordu. Hepsi kendi mitlerine daha içsel ve ahlaki yorumlar kattılar. Kent yaşamının gelişi mitolojinin artık eskisi gibi gerçek varsayılmaması manasına geliyordu. İnsanlar onu eleştirmeyi sürdürdüler, fakat ruhun sırrıyle karşı karşıya geldiklarında içgüdüsel olarak eski mitlere yöneldiklerinin de farkına vardılar. Yeniden kurgulanmaları gerekse bile öyküler hâlâ gerekli görülüyordu. Bir mit katı yenilikçilerce yasaklandıysa, çok geçmeden biraz daha değişik bir kılıkta arada bir sisteme geri dönerdi. Bu daha ileri din sistemlerinde bile insanlar mitolojisiz yapamadıklarını anlamışlardı. Bunun yanı sıra insanlar, kutsalı ataları kadar kolay hissetmiyorlardı.

Tanrılar ilk kent yaşayanlarının bilincinden çıkmaya başlayalı çok olmuştu. Eksenel ülkelerde yaşayanlar hâlâ aşkın olanın özlemini çekiyordu, fakat kutsal artık uzak, dahası yabancıydı. Ölümlülerle tanrılar arasına uçurum girmişti. Aynı doğayı paylaşmıyorlardı artık; bundan böyle tanrılarla bireylerin aynı göksel hamurdan yapıldıklarına inanmak olası değildi. Erken İbrani mitleri tanrıyı yemek yiyen, İbrahim’le arkadaş gibi konuşan bir varlık olarak imgelemişti, 69 fakat Eksenel Çağın peygamberleri aynı tanrıyla karşı karşıya geldiklarında korkunç bir şok yaşadılar; ya canlarını tehlikeye sokuyor veya onları serseme çevirip zora sokuyordu. 70 Artık yüce gerçeklik hemen hemen ulaşılması olanaksız bir şey olmuştu. Hindistan’da Budistler Nirvana’nın kutsal huzur ortamına, fakat sıradan halkın erişemediği yoga alıştırmaları aracılığıyla kendi normal bilinçlerine çetin bir biçimde karşı gelerek girebileceklerini düşünürken, Jinalar (fatihler) ölüm orucuna kadar varan sert bir çileciliğe başvuruyorlardı. Çin’de, Konfüçyüs yüce varlık Dao’nun artık insanlar dünyasına iyice yabancılaştığına, ondan söz etmemenin daha doğru olduğuna inanıyordu. 71 Bu kökten farklı dinsel tecrübelerin anlamı mitolojiden bir daha bildik insanşekilsel açıdan söz edilmesinin kolay olmadığıydı. Çin’in tartışmamızdaki yeri çok değil, çünkü Çinlilerin yüksek kültüründe tanrılarla alakalı öyküler anlatılmamıştı. Tanrısal savaşları, ölen tanrıları veya kutsal evlilikleri anlatan öyküler yoktu; ne tapınaklar, ne evrendoğum ne de insan kılığında tanrılar. Ne kentleri himaye altına alan tanrısal varlıklar ne de kent kültü. Lakin bu, Çin toplumunun mitolojik ayağı olmadığı manasına gelmez. Atalara tapınmanın yaşamsal önemi vardı, insanoğlunun yaşadığı dünya çapından önceki dünyaya tasvir ederdi. Ölmüş akrabalar için yapılan ayinler Çinlilere, aile olarak kavranan ve görgü kaideleriyla yönetilen ideal toplumsal düzen modeli sağlamıştı.

Irmakların, yıldızların, rüzgârların ve ekinlerin içine işlemiş, Gök Tanrı Di’ye (ardındanki adıyla Tian: “cennet”) bağlı, bir arada uyum içinde yaşayan cinler vardı. Öteki Gök Tanrıların tersine Çinlilerin Ulu Tanrısı gözden kaybolmadı. Shang hanedanlığı zamanında (MÖ hemen hemen 1600-on birinci yüzyıl ortaları) daha da öne çıktı. Kralın meşruluğu yalnızca onun Di/Tian’a ulaşabilmesinden geliyordu, kalıcı felsefenin ilkelerine göre Tanrının yeryüzündeki dengiydi -1911 devrimine dek bu mit Çin kültüründe varlığını sürdürmüştü. Yeryüzü hükümdarlığı gökyüzündeki düzenlemelerin tıpatıp aynısıydı; tıpkı evrenin yönetiminde Tian’ın elementlerin tanrılarından yardım görmesi gibi rahipleri de krala yardımcı olmaktadırlardı.

Karen Armstrong – Mitlerin Kısa Tarihi PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu