Stefan Zweig – İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar PDF Oku indir
Stefan Zweig – İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Stefan Zweig – İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar kitabını araştırdık. Ayrıca Stefan Zweig tarafından kaleme alınan Stefan Zweig – İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar kitap özetinin yanı sıra, Stefan Zweig – İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar pdf oku, Stefan Zweig – İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar yandex, Stefan Zweig – İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar e-kitap pdf, Stefan Zweig – İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar PDF Drive, Stefan Zweig – İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Stefan Zweig – İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar PDF indir Oku
Gününün yirmi dört saati boyunca yaratıcı olan hiçbir sanatçı yoktur; onun yarattığı en büyük ve en kalıcı yapıtlar, yalnızca ve yalnızca ilham perisinin geldiği o pek ender rastlanan anlarda oluşmuştur. Aynı biçimde, gelmiş ve geçmiş bütün çağların en büyük şairi ve yaratıcısı olarak kendisine hayranlık beslediğimiz tarih de sürekli olarak yaratıcı olmamıştır. Goethe’nin “Tanrı’nın gizemli atölyesi” diye adlandırdığı tarih içinde de günlük ve önemsiz olaylar birden fazlatur. Tarihte de, sanatın her türünde ve günlük yaşamda olduğu gibi çok görkemli ve unutulmaz anlara ender rastlanır. Tarih, çoğu kez bir kronik hazırlayıcısı gibi titiz bir çalışma ile gerçek hadiseleri halkalar gibi art arda ilave edip binlerce yılı saran dev bir zincir oluşturur; her türlü heyecan ve gerilim için bir hazırlık dönemi, her gerçek olay için de bir oluşum süreci gereklidir. Bir ulusun içinden bir dâhinin çıkabilmesi için binlerce kişiyin dünyaya gelmesi gerekli olmuş, gerçek bir tarihsel olayın, yani yıldızın parladığı anların oluşması için de milyonlarca saat beklemek zorunda kalınmıştır. Lakin sanat dünyasında bir dâhi ortaya çıkınca, çağlar boyu kendisinden söz ettirir; böyle bir an, bir dünya ânı görülmektedirsa, bu, önümüzdeki zamanlarda onsenelerın ve yüzsenelerın da belirleyicisi olur. Nasıl ki atmosferdeki bütün elektrik akımı bir paratonerin ucunda yer alıyorsa, en ufak bir zaman dilimine bile olağanüstü sayıda çok tarihsel olay sığdırılmıştır. Başka zamanlarda kendi halinde, peş peşe ve yan yana gelişen olaylar, her şeyi tespit eden ve her şeye karar veren o bir tek anlık zaman dilimi içine sıkışıverir: Tek bir evet, tek bir hayır, bir anlık erken davranma veya bir anlık geç harekete geçme, bu ânı, yüzlerce kuşak da geçse, asla geri getiremez ve bu, yitirilen an, bireyin ve ulusların yaşamını ve hatta bütün bir insanlığın yazgısını belirler. Çağları aşan bir kararın bir tek takvime, bir tek saate ve çoğu kez de yalnızca bir tek dakikaya sıkıştırıldığı böylesine trajik ve yazgıyı belirleyici anlara, bireylerin yaşamında ve tarihin akışı içinde çok ender rastlanır. Ben böyle anları, yıldızın parladığı anlar diye adlandırdım, çünkü onlar, tıpkı yıldızlar gibi hiç değişmeden geçmişin karanlığına ışık tutmaktadırlar. İşte bu kitabımla, değişik zamanlara ve değişik bölgelere ait kimi mühim anları, yıldızın parladığı anları anımsatmaya çalıştım. Yapıtta bulunan tarihsel hadiseleri anlatırken, gerçekleri hiçbir biçimde değiştirmedim, kendi katkılarımla renklendirip zenginleştirmedim. Çünkü tarih, kusursuzluğa ulaştığı böylesine eşsiz anlarda, kendisine yardım için uzanan ellere gereksinim duymaz. O, bir şair, bir dram yazarı işlevini gerçek anlamda yerine getiriyorsa, hiçbir şair onu aşmayı denememeli.
Kolomb, Amerika’yı keşiften döndükten sonra Sevilla ve Barcelona’nın kalabalık caddelerinden bir merasim havasında geçerken, bununla birlikte getirdiği enteresan ve paha biçilmez birden fazla şeyi, o âna kadar hiç tanınmayan bir ırkın kırmızı derili bireylerinı, hiç görülmemiş hayvanları, çığlıklar atan rengârenk papağanları, hantal ve ağır ağır yürüyen tapirleri ve bir süre sonra Avrupa’yı kendilerine vatan edinecek olan enteresan bitkileri ve meyveleri, hintbuğdayı, tütün ve hindistancevizini halka gösteriyor. Bütün bunlar sevinç çığlıkları atan kalabalık tarafından büyük bir hayranlıkla karşılanıyor, fakat kral ve kraliçe ile danışmanlarını en fazla etkileyen ve meraklandıran şey, içi altın dolu birkaç ufak sandık ve sepet oldu. Kolomb’un Yeni Hindistan’dan yanında getirdiği altın miktarı pek fazla değildi; yerlilerle değiş tokuş yaptığı veya zorla ele geçirdiği birkaç külçe altın ve ziynet eşyası, biriki avuç dolusu kadar da altın tozu, altından daha çok altın tozu, olsa olsa birkaç yüz sikke altını basmaya yetecek kadar bir ganimet. Lakin tam anlamıyla bir hülya adamı olan, inanmak istediği şeye mutlaka inanan ve Hindistan’a deniz yoluyla gitmek iddiasında da yine haklı çıkan Kolomb, gösterdiklerinin yalnızca ufak birer örnek olduğunu böbürlenerek ve de çok ustaca uyduruyor. Güvenilir kaynaklardan öğrendiğine göre, bu yeni adalarda sonsuz altın madenleri yer alıyordu, bu paha biçilmez maden orada, bazı tarlalarda, ince bir toprak tabakasının altında düz plakalar halinde yatıyordu. Basit bir kazmayla kazılıp basit bir şekilde çıkarılabilinirdi, hatta buradan güneye gidildiğinde, insanın karşısına öyle ülkeler çıkıyormuş ki, kralları içki kadehlerini altın fıçılardan doldururlarmış ve buralarda altının değeri İspanya’da kurşuna verilenden fazla daha düşükmüş. Her zaman para sıkıntısı çeken kral, kendi memleketinde bulunan bu yeni altın madeninin öyküsünü hayranlıkla ve kendinden geçercesine dinliyor. Çünkü Kolomb’un tam bir deli olduğu, anlattığı şeylerin doğruluğundan kuşkulanılması gerektiği halen bilinmemektedu. İkinci yolculuk için hemen büyük bir filo hazırlanıyor ve mürettebatı oluşturmak için bu kez davulcular ve tellallar da gerekli değildir. Bu yeni keşfedilen altın ülkesinde altının avuçla toplandığı haberi İspanyolları çıldırtıyor ve Eldorado’ya, altın ülkesine gitmek için yüzlerce ve binlerce insan akın ediyor. Lakin gözlerini hırs bürümüş bu bireylerin bütün kentlerden, bütün köy ve kasabalardan akıp gelmeleri ne kadar da hüzün vericidir. Sadece asalet armalarını altınla daha iyi yaldızlamak isteyen gerçek soylular, gözü pek serüven düşkünleri veya yiğit askerler değil, İspanya’nın tüm pisliği ve çamuru da Palos’a ve Cadiz’e akın ediyor, altın ülkesinde daha kârlı bir iş edinme hevesine düşmüş bütün damgalı hırsızlar, yol kesen eşkıyalar, çapulcular, borçlular, hayatlarını çekilmez kılan karılarından kaçıp kurtulmak isteyen kocalar, umutsuzlar ve işlerinde başarısızlığa uğrayanlar, kısacası İspanyol adliyesinin aradığı ne kadar çapulcu veya hırsız varsa, tümü de Eldorado’ya gidecek olan filoya başvuruyor. Bir hamlede zengin olmak için her zorbalığı yapmaya ve her cinayeti işlemeye karar vermiş çapulcu ve sokak serserilerinden bir araya gelen çılgın bir tutku seli. Bunlar, o ülkelerde toprağın basit bir kazma ile kazılıp külçe külçe altın çıkarılabildiğini söyleyen Kolomb’a öyle inanmışlardı ki, içlerinde hali vakti yerinde olanlar, bu kıymetli madeni, büyük parçalar halinde hemen alıp götürebilmek için yanlarına uşaklar ve katırlar alıyorlar. Bu yeni yolculuğa alınmayı başaramayanlar da başka bir yol seçmek zorunda kalıyor.
Altın ülkesine daha hızlı varmak ve bütün altınları ele geçirmek için kralın iznini bile almayı gerekli görmeyen bu serüven düşkünü insanlar kendi hesaplarına gemiler donatıyorlar ve İspanya, başına bela olan bütün çapulculardan ve en tehlikeli eşkıyalardan bir anda kurtulmuş oluyor. Espanola valisi 1 bu davetsiz konukların idaresindeki adayı doldurmalarını dehşetle seyrediyor. Her yıl sayıları daha da çoğalarak gelen gemiler yükleriyle, her seferinde gözlerini ihtiras bürümüş bir sürü insanı limana indiriyorlar. Ama gelenler müthiş bir hayal kırıklığına uğruyorlar, çünkü öyle söylendiği gibi buranın sokaklarında gelip toplanılmayı bekleyen ne külçe külçe altın mevcuttur ne de üzerlerine vahşice saldırdıkları bahtsız yerlilerden bir altın zerresi bile almak olasıdır. Valiyi ve bahtsız yerlileri dehşete azaltan bu azgın insan sürüsü, adayı bir uçtan öbür ucuna kadar dolaşıp eşkıyalıklarını sürdürüyorlar. Valinin, toprak verip hayvan dağıtarak, hatta bolca insan gücü, her birine sayıları altmışyetmişe ulaşan yerlileri köle olarak verip onların adaya yerleşmesi için gösterdiği çaba da boşunadır. Gelenlerden ne yüksek soylu bireyler ne de bir zamanların çapulcuları buraya yerleşmeye ve toprakla uğraşmaya isteklidirler. Çiftlik sahibi olup buğday ekmek veya hayvan gütmek için buraya gelmemişlerdi. Ekip biçme işleriyle uğraşma yerine yerli halka eziyet etmeyi veya günlerini batakhanelerde geçirmeyi yeğliyorlar. Birkaç yıl içinde bütün ada halkını vahşice yok eden bu azgın insan sürüsünün hemen hepsi de kısa zaman içinde öyle bir borç batağına düşüyorlar ki, valinin verdiği mal ve mülkten başka pelerinlerini, şapkalarını ve hatta üzerlerindeki son gömleklerine varıncaya kadar her şeylerini sattıkları halde, yine de satıcıların ve tefecilerin elinden kendilerini kurtaramıyorlar.
Stefan Zweig – İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar PDF indir Tıklayın