Nurdan Gürbilek – Kötü Çocuk Türk PDF Oku indir
Nurdan Gürbilek – Kötü Çocuk Türk PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Nurdan Gürbilek – Kötü Çocuk Türk kitabını araştırdık. Ayrıca Nurdan Gürbilek tarafından kaleme alınan Nurdan Gürbilek – Kötü Çocuk Türk kitap özetinin yanı sıra, Nurdan Gürbilek – Kötü Çocuk Türk pdf oku, Nurdan Gürbilek – Kötü Çocuk Türk yandex, Nurdan Gürbilek – Kötü Çocuk Türk e-kitap pdf, Nurdan Gürbilek – Kötü Çocuk Türk PDF Drive, Nurdan Gürbilek – Kötü Çocuk Türk Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Nurdan Gürbilek – Kötü Çocuk Türk PDF indir Oku
Kötü Çocuk Türk sekiz denemeden oluşuyor. Bunlardan bazılarını bir gazete haberinden, bazılarını bir fotoğraftan, bazılarını bir şarkıdan, daha büyük bir bölümünü ise edebiyat yapıtlarından yola çıkarak yazdım. Bu yazılar, 80’ler Türkiyesi’nde yaşanan kültürel değişimi çözümlemeye çalıştığım Vitrinde Yaşamak adlı kitabın kaldığı yerden başlıyor bir bakıma. Kendini kültürel alanda bir imkânlar dönemi olarak, bir bireyselleşme ve özgürlük vaadiyle birlikte sunan bu senelerın yine kültürel alandaki çelişkili görünümlerini anlamaya çalışıyordum o kitapta. Kötü Çocuk Türk’e, yine oradan başladım. Feragat kipinden istek kipine, “İstemem namertten bir yudum çare”den “Ben de İsterem”e geçildiği an: O geçişi, ilk etaptaki o istek anını çözümleyerek başladım. Ama Kötü Çocuk Türk’le önceki kitap içinde, en azından temaları yönünden mühim farklar var. Daha sert bir malzemeyle, daha karanlık konularla, daha habis içeriklerle uğraşıyor bu yazılar. Kitabın başlığından da anlaşılıyor: Büyük ölçüde Türklük ve kötülükle alakalı bu kitap. Yakın tarihte öne çıkmış bazı kültürel imgelerden, bazı edebiyat yapıtlarından yola çıkarak, özellikle de edebiyatın sağladığı imkânlarla her iki konuyu ayn ayrı, ama bunun yanı sıra birbirine temas ettiği noktalarda sorunsallaştırmayı deniyor. Türklük derken kendi başına tarif edilebilen özerk veya kökensel bir durumdan, her türden modem hamleye direnen yapısal bir gerilikten veya bu ülkenin gerçek yerlisini tanımlama çabası neticesinde ulaşılmış özsel bir yerel hakikatten değil, tersine başından bu yana daima modem dünyayla ilişki içinde şekillenmiş bir çifte açmazdan, kültürel alanda daima zıt duygular üretmiş çiftkıymetli bir bağlanıştan, popüler imgelemi olduğu kadar edebiyatı da etkilemiş bir kapılma ve kendine dönme çağrısından, bir büyülenme ve kendini kaybetme korkusundan, çoğu zaman aynı ruhta yan yana yaşamak zorunda kalan bir yabancı hayranlığı ve yabancı düşmanlığından, bir yetersizlik duygusu ve savunma refleksinden, nihayet bütün bu duyguların ısrarla kışkırtıldığı bir politik-kültürel bağlamdan söz ediyorum. Kötülüğe gelince, Türkiye’nin yakın kültürel tarihi içinde ileri geri dolaşan bu kitapta sonunda kötülüğün neden bu kadar ağır bastığını tahmin etmek zor değil. Vitrinin ışıltısını yitirdiği, imkânların daraldığı, vaadin sınırlarının göründüğü bir zamandayiz artık. Başlangıçtaki hafiflik duygusunun dağıldığı, heves ve iştahın yerini daha karanlık duygulara bıraktığı, yerine getirelemeyen vaadlerin insanlarda artık istek değil hınç uyandırdığı, sokağın zihinlere bir kez daha bir suç alanı olarak kazındığı seneler. Kentteki paylaşım kavgasının artık çok daha acımasız bir ortamda, çok daha gergin, çok daha vahşi koşullarda yürütüldüğü tekinsiz seneler.
Bunun belli kaymalarla da olsa kültürel alana yansıması kaçınılmaz. Şöyle sorulardan yola koyuldum bu kitapta: Uzun seneler kahramanlarını mağdur ama masum, çileli ama onurlu figürlerden seçen, kendini boynu büküklüğe, yetimliğe ve tutunamayanlara yakın hissetmiş bu toplum bugün neden hınca kilitlenmiş delikanlı tiplerine ilgi duyuyor? Popüler imgelemde mühim bir yeri olan “kurtarıcı çocuk” veya “adalet dağıtan yetim” imgesi neden tam da toplumun gerçek yetimleri, sokak çocukları meydana geldiği an önemini yitirdi? Uzun seneler “acıların çocuğu”na malzeme sağlayan, yaralı ama gururlu, örselenmiş ama erdemli, incinmiş ama haysiyetli çocuk yüzü bugün neden yerini tehlikeli, yıkıcı, suçlu bir çocuk yüzüne bıraktı? Sadece popüler kültürün değil, yalnızca karikatürün veya şiirin de değil, eleştirel kuramın da bugün kötülüğe, tekinsizliğe, habasete yönelmesi, oradan medet umması neden? Diğer yandan şu da var: Bugünün seyirlik dünyası neden yalnızca göz kamaştıran ışıltılı nesneleri değil, bunun yanı sıra ölümü ve dehşeti, kötülüğü ve suçu, sakil ve tekinsiz olanı da seyirlik kılıyor? Gazete ve televizyonlarda neden hep bir aşırılık, bir facia, bir skandal olursa temsil ediliyor ölüm? Ama başka sorular da vardı. Misal verilecek olursa, Türk edebiyatının kötü kahramanları, yetimliği çoktan geride bırakmış asi evladan okurda neden çoğu zaman bir çeviri duygusu uyandırıyor? Bize neden kitaptan kapma fikir ve özlemlere mahkûm, gecikmiş azaplar ve ödünç alınmış arzularla davranan iğreti tipler olarak görünüyor? Bünyemize aykırı mı bu tipler? Böyle bize özgü bir bünye, bir “orijinal Türk ruhu” mu var? O ruhun gereksinimlerine bağlı kaldığımızda neden -yalnızca kahramanların da değil, okur yazar herkesin- yansı züppe, öteki yarısı taşralı olarak görünmeye mahkûm? En azından edebiyatta bu ikilikleri; taşralı-züppe, sahici-taklit, yerli-yabancı zıtlıklarını aşmanın, bütün bu kültürel içeriğe belli bir mesafeden, bu ikilikleri yeniden üretmeyecek bir açıdan bakmanın yolu var mı? Birbiriyle yakında zamandan alakalı olduğunu düşündüğüm, okurun da sonunda birbirine bağlayacağını umduğum bütün bu sorulan şüphesiz yalnızca Türkiye’ye bakarak cevaplamak olabilecek değil. Ama yeryüzündeki kültürel eğilimlerin bu ülkede hangi basınçlarla nasıl şekil değiştirdiği, zamanla bir reflekse dönüşen hangi tepkilere yol açtığu, nihayet yerel içeriklerle birleşip kültürel imgelerin içinde nasıl bir hayat sürdüği de bir o kadar mühim. “Acıların Çocuğu”, “Azgelişmiş Babalar”, “Kötü Çocuk Türk” ve “Orijinal Türk Ruhu” adlı yazılar, bu alaturkalık yazgısını eleştirel bir mesafeden, yadırgamanın sağladığı imkânlarla da bir kültürel problem olarak tanımlama çabasının neticesinde yaşandı. Popüler kültürün çoğu zaman rahatça içine yerleştiği, dahası bir sektöre dönüştürdüğü, ama bence yalnızca popüler kültürü değil, bunun yanı sıra popüler olsun olmasın edebiyatı da yakında zamandan ilgilendiren bu ruhsal-kültürel malzemeyi çözümlemeye çalışıyor bu yazılar. Türk kültüründe modem açmazların neticesinde ortaya çıkmış, bu açmazlarla başetmek üzere üretilmiş olmalarına rağmen çoğu zaman onları yeniden üretmeye yarayan kültürel figürlere, hiçbirimizin yabancısı olmadığı çileli kahramanlara, yabancı isteklerin esiri olmuş züppelere, kudretsiz babalara, yetim oğlanlara, nihayet kötü çocuklara yakında zamandan bakmayı deniyor. Bütün bu soruları yanıtlayabilmek için yakın tarihin bazı kültürel ürünlerim karşı karşıya geldirmalı olarak incelemeye çalıştım bu kitapta. Ahmet Hamdi Tanpınar ile Ayşecik’in, Recaizade Ekrem ile Kemalettin Tuğcu’nun, Oğuz Atay ile kederli çocuk şarkıcıların, nihayet edebiyatın yetim oğlanlarıyla sokak çocuklarının, romanın azgelişmiş babalarıyla siyasi hayattaki kifayetsiz figürlerin, Araba Sevdası’yla trafik canavarının aynı kitapta yan yana geçiyor olması dekoratif bir çaba olarak algılanmasın. Bu tür ani geçişler kültürel kurguları değişik bir gözle, yadırgayarak görmemizi sağlayabiliyor arada bir. Bunun da ötesinde, popüler kültür denen alanla “ciddi” edebiyat içindeki bölünmeyi düşüncenin önünü tıkayan bir ayrıma dönüştürmekten, edebiyatı sırf edebiyat olduğu için bu malzemeye bulaşmayacak kadar yükseğe yerleştirmekten yana değilim. Ama iyi edebiyatla kendini hep yeniden üreten kalıplar içindeki farkı, bütün bu malzemeyle başetme metotları içindeki ciddi farkı, iyi edebiyatın içerdiği (ve okurundan beklediği) ruhsal ve edebi emeği görünmez kılmaktan yana da değilim. Arada tabii ki bir fark var, ama ne? Kötü Çocuk Türk’ün yanıtlamaya çalıştığı sorulardan bir diğeride bu olacak.