PDF

Mustafa Akyol – Özgürlüğün İslami Yolu PDF Oku indir

Mustafa Akyol – Özgürlüğün İslami Yolu PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Mustafa Akyol – Özgürlüğün İslami Yolu kitabını araştırdık. Ayrıca Mustafa Akyol tarafından kaleme alınan Mustafa Akyol – Özgürlüğün İslami Yolu kitap özetinin yanı sıra, Mustafa Akyol – Özgürlüğün İslami Yolu pdf oku, Mustafa Akyol – Özgürlüğün İslami Yolu yandex, Mustafa Akyol – Özgürlüğün İslami Yolu e-kitap pdf, Mustafa Akyol – Özgürlüğün İslami Yolu PDF Drive, Mustafa Akyol – Özgürlüğün İslami Yolu Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Mustafa Akyol – Özgürlüğün İslami Yolu PDF indir Oku

Bu kitabın orijinali, bir Amerikan yayınevinde (W.W. Norton) basılmak üzere İngilizce olarak yazılmıştı. Elinizdeki baskı ise, o İngilizce metnin Türkçeye çevrilmesiyle yaşandı. Bunu vurgulamaya iki açıdan gerek görüyorum. İlki, tercüme bir metnin, ne kadar iyi çevrilmiş ve “tashih” edilmiş olursa olsun, orijinalindeki duruluğa yüzde yüz ulaşmasının zorluğudur. Gerçi ben bu problemi en aza indirgemek için metnin bana gelen tercümesi üzerinde epey uğraştım, bazı cümleleri tümüyle baştan yazdım. Yine de dikkatli bir okuyucu bazı ifadelerde tercüme edilmişlikten kaynaklanan bir dolambaçlılık hissedebilir. Bunun için şimdiden hoşgörünüze sığınıyorum. Vurgulamak istediğim ikinci nokta, daha da mühim: Bu kitabın bir Amerikan yayınevi için yazılmış olması demek, çoğunluğu Müslüman olmayan bir okuyucu kitlesine hitaben ve onların zihinlerindeki olabilecek sorular düşünülerek yazılmış olması demektir. Bir başka deyişle, kitap, 21. yüzyılda Batı toplumlarındaki İslam algısının bilinciyle yazılmış ve, tek meselesi bu algı olmasa da, bunu da karşılamaya çalışmıştır. Türk okurun pek de gündeminde olamayan “mürtedin (dinden çıkanın) katli”, “Beni Kureyze kabilesi erkeklerinin topluca idamı” yahut “kadın sünneti” gibi meselelerin kitapta ele alınmasının bir sebebi budur. Çünkü Türk okurun pek gündeminde olmayan bu meseleler, Batı’daki İslam-zıtı dalganın (“İslamofobi”nin) ileri gelen istismar konularıdır. Bunun yanında, kitapta Batılı zihne verilen mesajların yalnızca “savunma” amaçlı olmadığını, eleştiri unsurları taşıdığını da belirtmem gerekir.

Bilhassa modern Batı’nın Müslüman dünya üzerindeki emperyalist siyasetlerinin bu dünya çapındaki “özgürlük açığı”nda mühim bir vebal taşıdığını anlatan Yedinci Bölüm, bu açıdan dikkate alınabilir. Lakin bu kitabın yalnızca bir “İslamofobi-savar” olduğu da zannedilmemeli. Aksine, Özgürlüğün İslami Yolu’nu yazmaktaki birincil amacım, kısmen Türkiye de dahil olmak üzere, Müslüman toplumların hemen hepsinde var olan özgürlük açığının kapatılmasına bir katkı sağlamaktı. Bunu da, söz konusu açığın, çoğunlukla sanıldığının aksine, İslam tarafından üretilmediğini, Ortadoğu toplumlarındaki kültürel, siyasi, ekonomik ve coğrafi şartlardan türediğini anlatarak yapmaya çalıştım. Lakin bu dini-olmayan kaynaklardan doğan otoriterliğin dinin yorumlanış şekillerini de etkilediğini, böylece otoriter İslam yorumları geliştiğini teslim ettim. Dahası, bu yorumlara karşı, İslam’ın ilahi özünde ve İslam geleneği içinde var olduğunu düşündüğüm özgürlükçü temelleri vurguladım. Mutlaka altını çizmem gereken bir nokta, tüm bunları “akademik” kaynaklara dayandırdığım, yani bir “dini otorite” olma iddiasında asla bulunmadığımdır. Zaten aksi de gülünç olur, had bilmezlik manasına gelmektedir. Çünkü ben ne “İslam âlimi”yim, ne de öyle bir iddiam var. Sadece İslam’ın modern çağda karşı karşıya geldiğı problemler üzerine kafa yormaya çalışan sıradan bir Müslümanım. Dolayısıyla bu kitapta savunduğum görüşleri, kendi “içtihad”ım olarak değil, bu konularda görüş bildirmiş geleneksel âlim yahut modern ilahiyatçılara atıfta bulunarak savunuyorum. Misal verilecek olursa klasik fıkıhtaki “mürtedin katli” hükmünün aslında “siyasi isyan”a baktığını, buna karşılık bireysel vicdani kararla din değiştirmenin suç sayılmaması gerektiğini savunan çok sayıda Sünni ve Şii otorite var; ben de onlara yaslanıyorum. Kitapta, bu gibi spesifik şer’i hükümleri tartışmanın yanı sıra, daha genel bir “otoriter dindarlık” eleştirisi de yapıyorum ki, umarım bu eleştiri Türkiye’deki bazı tartışmalara katkı sağlar. Kimi zaman “mahalle baskısı”, kimi zaman “devlet eliyle muhafazakârlaştırma” diye tanımlanan bir endişe kaynağı var Türkiye’de. Bu, arada bir laikçi kesimin paranoyalarından kaynaklansa da, arada bir bir realiteye de karşılık gelebiliyor.

Buna karşı, dayatılan dindarlığın dindarlık değil ikiyüzlülük ürettiğini, gerçek dindarlığın fakat özgürlük zemininde yeşerebileceğini savunuyorum. “Günah işleme özgürlüğü” denen kavramı bu mantıkla ileri sürüyorum: Günahtan kaçınmak, bireylerin özgür tercihleriyle gerçekleşmeli ki, bireylerin rızasını değil Allah’ın rızasını amaçlasın. Evvela özgürlük olmalı ki, sahici dindarlık gelişebilsin. Kitabın, bunun yanı sıra resmi ideolojiye farklı bir Osmanlı ve Türkiye tarihi okuması sunduğunu da belirteyim. Buradaki bazı yorumlar, Kemalist okurlara pek tatlı gelmeyebilir. Ama öte yandan kitaptaki diğer bazı görüşler de otoriter İslamcı zihinlerce fazla “liberal” bulunabilir. Yani, bir anlamda, kitabın “ne o yana, ne bu yana yaranması” olabilecek. Ama zaten amacım kitabı onu okuyan herkese mutlaka sevdirmek olmadığı gibi, iki zıt otoriterlikten alacağım eleştiriler bana “doğru yolda” olduğumun işaretleri gibi görünecektir. Buna karşılık, tüm yapıcı eleştirilere açık olduğumu vurgulamak isterim. Üzerinde yazdığım konularda mutlaka en doğruyu bildiğimi iddia etmiyor, yalnızca doğru bildiğim şeyi anlatmaya çalışıyorum. En doğrusunu her zaman bilen yalnızca Allah olduğu gibi, başka beşeri zihinler de tabi ki benden daha isabetli düşünebilir, daha doğrusunu gösterebilirler. İstanbul, Mayıs 2013 Ankara’da, orta sınıfa mensup bir ailenin tek çocuğu olarak büyüdüm. Babam, ardından benim de seçeceğim bir mesleğin sahibi, yani köşe yazarı, annem ise ilkokul öğretmeniydi. Her ikisi de inançlı Müslümanlardı, ama yoğun hayat temposu sebebiyle bana din hususunda fazla bir şey öğretmeye zamanları yoktu. O yüzden de beni dinle en fazla tanıştıran, çok mütedeyyin bir insan olan rahmetli dedem olacaktı.

Bu tanışma, sanırım ben tam sekiz yaşında iken başladı. Yaz tatillerinde mahalle dostlarımla sokakta oynamaktan başka pek bir şey yapmıyordum. Dedem ise en az kendisi kadar dindar ve bir o kadar da müşfik olan merhum babaannemle birlikte, birkaç sokak ötemizde yaşıyordu. İşte bu sayede, “oyun”un yanına biraz “din eğitimi” de ekleme fırsatımız oldu. Dedemleri her ziyaret ettiğimde yaptığım nefis kahvaltıların ardından keyifli “din dersleri” başladı. O birkaç yaz boyunca dedem, her gün birkaç saat olmak üzere, bana iman esaslarını ve namaz gibi temel ibadetleri öğretti. Mahallemiz Kurtuluş’taki camiye sürekli olarak götürdü, “cemaat” duygusuyla beni ilk orada tanıştırdı. İlk büyük başarım ise, İslam’ın özü olan La İlahe İllallah sözcüklerini renkli boncuklarla yazmaktı. Dedem bana Hz. Yusuf ve Hz. Musa gibi peygamberlerin kıssalarını da anlatır, ben de çocuksu bir merakla dinlerdim. Allah’a ve O’nun yeryüzüne indirdiği dine dair bir şeyler öğrenmekten sevinç duyardım. Bir gün dedemin kütüphanesinde bir “namaz hocası” kitabına rastladım. Arka kapağında üç alıntı yer alıyordu. İlk ikisi Kur’an’dandı ve Allah’ın insanları nasıl ve niçin yarattığı ile ilgiliydı: “O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz.

” 1 Bu mesaj beni derinden etkilemişti. İlk kez görmemin, işitmemin ve duygularımın bana Allah tarafından “verildiğini” fark etmiş ve O’na daha fazla şükretmem gerektiğini hissetmiştim. Lakin arka kapaktaki son alıntı –ki bu Kur’an’dan bir ayet değil, bir hadisti– pek de ilham verici değildi. Aksine, biraz rahatsız ediciydi: “Eğer çocuklarınız on yaşına kadar namaz kılmaya başlamadılarsa, onları dövün.” Korkmuştum. Sevecen ve merhametli bir insan olan dedemin, dövmek şöyle dursun, bana sesini yükselterek dahi konuşmayacağını biliyordum. Ama sekiz yaşındaydım ve beğenerek öğrenmeye başladığım dinimin, ebeveynlere çocuklarının canını acıtma izni verdiğini keşfetmiştim. Sarsıcı bir tecrübeydi. Bu meseleyi dedeme sorduğumda, önce gülümsedi ve sonra “dayak” tavsiyesinin fakat muzır çocuklar için olduğunu, benim gibi efendi bir çocuğun böyle bir şeyle karşılaşmayacağını söyleyerek beni rahatlattı. Bu cezanın çocukların iyiliğine olduğunu da kelimelerine ekledi. Dedemin kelimeleri beni rahatlatmış, ama yine de tam anlamıyla tatmin etmemişti. “Çocuklarını namaz kılmaya zorlamak için dayak atmaları niçin öğütlenir ki ebeveynlere?” diye düşünüyordum. Bu ceza, yalnızca acımasız değil bunun yanı sıra mantıksız görünüyordu. Bir çocuğu yahut herhangi bir insanı bir ibadete zorlamak, içten bir dindarlık üretebilir miydi ki? Allah’a yakınlaşmak için değil de yüzünde patlayacak bir tokattan sakınmak için yapılan ibadetin kime ne faydası olurdu?

Mustafa Akyol – Özgürlüğün İslami Yolu PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu