Erich Fromm – Psikanaliz ve Din PDF Oku indir
Erich Fromm – Psikanaliz ve Din PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Erich Fromm – Psikanaliz ve Din kitabını araştırdık. Ayrıca Erich Fromm tarafından kaleme alınan Erich Fromm – Psikanaliz ve Din kitap özetinin yanı sıra, Erich Fromm – Psikanaliz ve Din pdf oku, Erich Fromm – Psikanaliz ve Din yandex, Erich Fromm – Psikanaliz ve Din e-kitap pdf, Erich Fromm – Psikanaliz ve Din PDF Drive, Erich Fromm – Psikanaliz ve Din Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Erich Fromm – Psikanaliz ve Din PDF indir Oku
Bu kitap, ahlak psikolojisi üzerine bir inceleme olan Man for Himself’te (Kendini Savunan İnsan) gösterilen düşüncelerin bir uzantısı olarak görülebilir. Ahlak ile din birbiriyle yakında zamandan ilişkilidir ve bundan dolayı de bir miktar örtüşür. Man for Himself’te vurgu tümüyle ahlak üzerinedir, oysa bu kitapta din sorunu üzerine odaklanmaya gayret gösterdim. Bu kitapta bulunan görüşler hiçbir biçimde “psikanaliz”in bir temsili değildir. Dini, çözülmemiş duygusal çatışmalar belirtisi olarak gören psikanalistler olduğu kadar kendi dininin gerektirdiği gibi yaşamayı seçen psikanalistler de mevcuttur. Bu kitabın tutumu her iki grubunkinden de farklıdır, bundan dolayı olsa olsa üçüncü grup psikanalistleri temsil ettiği söylenebilir. On altı yıl önce basılmış bir kitaba yeni bir önsöz yazarken insanın kendine soracağı ilk soru, metinde bulunan ve artık yanlış görünen kimi mühim noktaları değiştirmek isteyip istemeyeceğidir. Bu uzun seneler boyunca düşüncelerim biteviye değiştiği ve öyle bekliyorum ki geliştiği için bu kitabı yeniden okurken bazı ifadeleri değiştirmeye az çok hazırlıklıydım. Ama şaşkınlık içinde gördüm ki mühim noktalarda herhangi bir değişikliğe gerek yoktu ve kitabın olduğu gibi yeniden basılmasına hiçbir itirazım olamazdı. Bir sonraki soru yazarın seneler önce yazdıklarını genişletmek isteyip istemeyeceğidir. Bu sorunun yanıtı tabi ki olumludur. Bu metinde dinsel düşünce kavramı ve bu kavramın ardındaki insan deneyimi içinde fark gözetmenin önemini vurguladım. Ama söz konusu düşünce kavramının ne olabileceğine bakmaksızın “dinsel deneyim” adı verilen şeyi tanımlayacak kadar da ileri gitmedim. Bu kitabı bugün yazsaydım “Bazı Dinsel Deneyim Türleri” başlıklı bölümü genişletirdim. Yeri burası değil, gene de vurgulamak istediğim bir nokta var: Bir “mümin” olsun veya olmasın dindar bir insan için hayat bir sorundur; doğmuş olmak gerçeği insanın yanıtlaması gereken bir soruyu da bununla birlikte getirir.
Onun yaşamının en mühim misyonu bundan böyle bu soruya bir yanıt bulmaktır; yalnızca düşünce düzeyinde değil, bunun yanı sıra tüm varlığıyla, tüm yaşama şekiliyle verebileceği bir yanıt. Bu kişi için hayat kendisine “verilen” ve yemek, içmek, uzun ömürlü olmak, eğlenmek ve kendi ahlak kaideleri ışığında hareket etmek dışında anlamı olmayan bir şey değildir. O, yaşamı kuşatan derin varoluşsal ikiliklerin farkındadır; özgür olmak – ama sınırlara sahip olmak; ayrı olmak –ama birleşmiş olmak; balakayla donanmış olmak– ama tamamen cahil olmak. Onun eylemi, bu çelişkilere en uygun çözümü bulmak yönündedir, gene de bilir ki hiçbir çözüm yoktur; hayatta onun bu çabasına tabi olmayan hiçbir amaç yoktur. İşte burada aslında öte yandan hedonist insanla ahlaklı insan içindeki değişiklik, öte yandan da hedonist insanla “dindar” insan içindeki değişiklik söz konusudur. Dinsel deneyimin doğası üzerine halihazır düşünceleri sürdürmenin cazibesine kapılmaktansa –ki bu düşünceler doğru da olsa bu metnin bağlamında ister istemez yetersiz kalacaktır– bu problemi özellikle günümüzle alakalı kılan bir olaya işaret etmeyi yeğledim. Söz ettiğim olay, Roma Katolik ve Protestan kiliselerinde gerçekleştirilen hümanist Rönesans. Papa XXIII. John tarafından büyük ölçüde teşvik edilen bu ilerleme, yalnızca Katolikler ve Protestanlar içinde değil, bunun yanı sıra Tanrıcılar ve Tanrıcı olmayanlar içinde da çiçeği burnunda bir diyaloğa yol açmıştır. Bu diyalog, katılımcıların kendi Tanrıcı veya Tanrıcılık zıtı düşüncelerini terk ettikleri bir temel üzerinden gelişmemiştir. Ama öyle görünüyor ki bu diyaloğa katılanlar, insanın bilinçlice düşündüklerinin ötesinde başka bir boyut –insanın hissettikleri– olduğunun farkına varmışlardır. Bu içsel deneyimin sözcüklerle dile getirilmesi çok güç, gene de bu deneyimi paylaşanlar, ortaklaşa sahip olduklarının kendilerini ikiye bölen düşünce kavramlarındaki değişikliklardan daha fazla olduğunu görmüşlerdir. Theilhard de Chardin, Hans Küng ve Karl Rahner isimleri gelişmekte olan insancılığın temsilcilerinden yalnızca birkaçıdır. Benzer bir gelişme, çok daha köktenci bir biçimde Protestanlık içinde de görülmüştür. Sözünü ettiğim bu durum, son senelerda “Tanrısız Hıristiyanlık” kavramı çerçevesinde ünlü olmuştur.
Dietrich Bonnhoefer, Karl Bultmann ve daha az köktenci bir eğilimi olan Paul Tillich, köktenci Protestan insancılığının temsilci isimleridir. Bu tür insancılığın özünü, belki de Abbé Pire’nin şu cümlesinden daha iyi açıklayacak hiçbir şey yoktur: “Asıl mesele inananlar ve inanmayanlar içindeki fark değil, umursayanlar ve umur s a ma ya nl a r a r a s ı nd a ki fa r kt ı r ”.