Jean Baudrillard – Karnaval ve Yamyam PDF Oku indir
Jean Baudrillard – Karnaval ve Yamyam PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Jean Baudrillard – Karnaval ve Yamyam kitabını araştırdık. Ayrıca Jean Baudrillard tarafından kaleme alınan Jean Baudrillard – Karnaval ve Yamyam kitap özetinin yanı sıra, Jean Baudrillard – Karnaval ve Yamyam pdf oku, Jean Baudrillard – Karnaval ve Yamyam yandex, Jean Baudrillard – Karnaval ve Yamyam e-kitap pdf, Jean Baudrillard – Karnaval ve Yamyam PDF Drive, Jean Baudrillard – Karnaval ve Yamyam Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Jean Baudrillard – Karnaval ve Yamyam PDF indir Oku
Marx’ın önce özgün bir gerçekliğe sahip olan sonra da bu gerçekliğin bir tür gülünç taklidine andıran o ünlü tarih formülünden yola çıkabiliriz. Bu yönteme başvurarak modernleşmeyi önce Batı Avrupa’nın yaşadığı özgün bir serüven olarak görebilir sonra da dünyanın dört bir yanına ihraç edilmiş bu Batıya özgü dini, teknolojik, ekonomik ve politik değerlerin küresel düzeyde tekrarlanarak muazzam boyutlara varan gülünç bir taklidinden söz edebiliriz. Bir “karnavala” dönüştürülen bu sürecin Hıristiyanlaşmaya vardırma, kolonizasyon, dekolonizasyon ve küreselleşme gibi tarihsel evrelerden geçtiğini artık bilmeyen yok. Teknolojik ve askeri olanların yanı sıra kültürel ve ideolojik modellere de dünya boyutlarında boyun eğilmiş olunmasına ve etkilenilmesine, herkesin bu modellerin cazibesine kapılmış olmasına karşın, bu sürecin dünyayı etkileyen gücün birer karnaval düzeni/kendi gülünç taklidine indirgediği toplumlar tarafından bizzat ağır ağır tahrip edildiği, yutulup “yenildiği” ve müthiş bir tersine çevrilme sürecinden geçirildiğini nedense herkes görememektedir. Bu sessiz sedasız bir biçimde gerçekleştirilen yamyamlık eyleminin tipik bir örneği veya ilk örneğinin XVI. yüzyılda yerlilerin hiç direnmeden Hıristiyanlığa geçişini kutlamak üzere Portekiz’den özel olarak gelen başrahiplerin aşırı boyutlara varan bir Hıristiyanlık aşkıyla yanıp tutuşan o yerliler tarafından kızartılıp yenmeleri (konukseverliğin en uç örneği olarak yamyamlık) ile alakalı olarak Brezilya’da gerçekleştirilen şaşaalı dini Recife merasim(ler)i olduğunu aktarabiliriz. Hıristiyanlar tarafından tertip edilen bu maskaralığın ilk kurbanları olan yerliler işi hemen hemen kendiliğinden denilebilecek bir biçimde kendi ruhlarını ele geçirenlerin bedenlerini yutmaya kadar götürmüşlerdir. Ahlaki değerlerimiz (insan hakları, demokrasi), ekonomik akılcılık, gelişme, performans ve gösteri ilkelerimizin küresel boyutlara varan ihracı neticesinde karşımıza az önce sözünü ettiğimiz karnaval ve yamyamlık özellikleri taşıyan ikili bir şekilin çıktığı görülmektedir. Herkes bu değerlerden az veya çok etkilenmiş görünmekle birlikte, hemen hemen bir din haline dönüştürülmüş bu evrensel söylevi dünya halkları tam anlamıyla kavrayamamış ve her şeyi birbirine karıştırmışlardır. “Az gelişmiş” olarak nitelendirilen bu toplumlar modernleşmenin misyonerleri yönünden modernleşmeye zorlama hususunda en uygun alanlar olmakla kalmamış, üstüne üstlük sömürülmüş ve ezilmişler; başka bir deyişle gülünç hale getirilerek Beyazlara ait düzenin birer karikatürüne dönüştürülmüşlerdir. Tıpkı eskiden fuarlarda kendisine amiral kostümü giydirilerek gösterilen maymunlar gibi. Lakin bu halklar kendilerine bir maymun gibi davranan Beyazları taklit etmeyi sürdürmektedir. Böyle davranarak kendilerini gülünç hale azaltan efendilerini şu veya bu biçimde çok daha gülünç bir hale düşürdükleri söylenebilir. Dışbükey bir aynadan yansıyan deforme edilmiş görüntü gibi bu halklar beyazlara özgü düzenin gülünç bir yansımasına benzeyerek onları tuzağa düşürmektedir. Siyahi işçilerin akşamları ormanda bir araya gelip, trans haline geçerek taklit ettikleri ve kendilerine yaptıkları büyüden kurtulmaya çalıştıkları işveren, general, otobüs şoförü gibi Batılı efendileri gösteren Jean Rouch’un Les Maitres-Fous başlıklı (belgesel) filmi bu durumu harika bir biçimde yansıtmaktadır.
Bu bir politik eylem değil kutsal nitelikler taşıyan bir acting-out’tur [eyleme dökmedir]; başka bir deyişle bu insanlar kendilerini ezenleri onların davranışlarını taklit ederek açıkça ve ağır bir biçimde eleştirmekte, suçlamaktadır. Oysa asıl sorulması gereken soru işveren, polis, general gibi beyaz “kökenli” bireylerin bizzat kendilerinin birer maskara, kendi kendilerinin birer karikatürüne benzeyip benzemedikleridir. Çünkü onlara bakıldığında görülen şeyin kendi yüz hatları mı yoksa bir maske mi olduğu kolay kolay anlaşılamamaktadır. Böylelikle beyazların karnavalın bir parçası halini aldıkleri, bundan dolayı değerlerini, alışkanlıklarını vs. tüm dünyaya ihraç etmeden fazla önce yamyamlaşmış oldukları söylenebilir. Sahip olduğu araç bolluğu karşısında ne yapacağını bilemez hale gelerek büyük bir merasimsel gösteriye dönüşen kültürün kendi kendini tatmin etmesinden; başka bir deyişle güncel görünümü sahip olunan her şeyin kitlesel bir biçimde tüketilmesine andıran, kendi kendini yutup, yok eden bir kültürden söz etmek gerekmektedir. Bu gülünç görünüme W. Benjamin’in, insanlık akla gelebilecek en kötü yabancılaşma şekilini estetik ve gösteriyi andıran bir haz alma şekiline dönüştürdü kelimeleriyle başka bir boyut kattığı görülmektedir. Böylesine büyük bir “show” aracılığıyla Batının müzelerinde, yarattığı moda ve sanat alanlarında yalnızca tüm diğer kültürlerin bıraktıklarını değil, bunun yanı sıra kendi geçmişini de kendi üstüne uydurup, yakıştırmaya çalıştığı söylenebilir. Bu tarihsel zamanda sanatın kendine düşen rolü kusursuz bir biçimde oynadığı söylenebilir. “İlkel” sanatın en güzel emsallarini kendi hesabına geçiren Picasso’nun çalışmalarının bugün ülkeler arası bir estetik anlayış çerçevesinde Afrikalı sanatçılar tarafından kopyalandıkları görülmektedir. Bütün dünya halklarının beyazların göstergelerini ve kendilerine ait olmayan teknolojileri kendi üstlerine uydurma girişimlerinin güncel bir parodiyi andırması, bir alay konusu haline gelmesinin nedeni beyazların artık alay edilesi bir konumda bulunmaları ve bizim bunu görebilecek/anlayabilecek bir durumda bulunmamamızdır. Evrensel değerlerin küresel bir boyuta taşınması, bunların ne kadar yanıltıcı kavramlar olduğunu görülmektedirtmaktadır. Tarihsel anlamda modernleşme ilk kez Batıda gerçekleşmiş olabilir, ama biz bu sürecin tüm sonuçlarına tanık olduktan sonra ona yön değiştirtip gülünç hale getirdik. Oysa modernleşme mantığı bizim bu değerleri bütün dünyaveyayatmamızı, beyazların fatum’unun [yazgısının] Kabil’in torunları tarafından da paylaşılması gerektiğini ve hiç kimsenin bu türdeşleştirilme/benzeşme, kandırılma sürecinden kaçamamasını arzulamaktaydı.