J. D. Bernal – Marksizm ve Bilim PDF Oku indir
J. D. Bernal – Marksizm ve Bilim PDF Oku indir, e-kitap sitemizde J. D. Bernal – Marksizm ve Bilim kitabını araştırdık. Ayrıca J. D. Bernal tarafından kaleme alınan J. D. Bernal – Marksizm ve Bilim kitap özetinin yanı sıra, J. D. Bernal – Marksizm ve Bilim pdf oku, J. D. Bernal – Marksizm ve Bilim yandex, J. D. Bernal – Marksizm ve Bilim e-kitap pdf, J. D. Bernal – Marksizm ve Bilim PDF Drive, J. D. Bernal – Marksizm ve Bilim Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
J. D. Bernal – Marksizm ve Bilim PDF indir Oku
Birkaç hafta önce Afrika’nın Batı kıyısından seçkin bir şairi Marx’ın Highgate’deki mezarını ziyarete götürmüştüm. İkimiz orada, o sade anıtın yanında öylece beklerken, burada yatan adamın bütün dünyanın her köşesinde nasıl tanındığını, ona ne büyük bir saygı ve hayranlık duyulduğunu düşündüm. Özel bir ilgi gösterdiği ekonomi ve politikada olduğu kadar doğa bilimlerinde ve insan düşüncesinin her alanında ne büyük bir etkisi olduğu geldi aklıma. Marx’ın bilime katkısından söz etmek gereksiz görülebilir, çünkü Marx’ın kendisi bir bilim adamıydı. Bilimlerin en zorunun –tarihsel gelişimi içinde insan toplumunun biliminin– gözlemi ve uygulamasıyla işe başlayarak bilimin uzandığı bütün alanlarda yetkin bir kavrayışa ulaştı. Lakin, insan bilgisinin bu alanları üzerine kafa yorup çözümlemeler yapmakla yetinseydi, bir gazeteci, tarihçi yahut iktisatçı olarak kalabilirdi. O daha ilerisini gördü; düşüncesi her zaman politik eylemle kaynaştı, onun bir parçası oldu. Böylelikle, teori ve pratiği birleştirmesi aracılığıyla büyük zekasını tüm ağırlığıyla doğa ve toplum bilimleri adını verdiğimiz düşünce ve eylem yöntemini kavramaya ve süreç içinde değiştirmeye verebildi. Marx’ın yaşadığı zamanda bilim için neler yaptığı ve çalışmasının sonuçlarının gelecekte bilime ne tür katkılarda bulunacağı bu konferansın konusunu oluşturuyor. Onun büyük katkısı, bilimin özünde toplumsal bir nitelik taşıdığını ve bunun sonucu olarak bilimin toplum için gerekliliğini ortaya koymuş olmasıdır. Bunu yapabilmiş olmak derin bir tarih ve felsefe bilgisinin yanı sıra bilimin bütün alanlarında aynı ölçüde derin bir kavrayışa da sahip olmak manasına gelmektedir. Bugünden bakıldığında bunun ne büyük bir iş olduğunu anlamak bizim açımızdan zordur; çünkü şimdilerde Marksist düşüncenin temelleri en azılı Marksizm zıtları içinde bile herkesçe bilinen bir şeydir. Marx’ın büyük buluşu, tarihin –insanın toplumsal gelişiminin– temel itici gücünün soyut düşüncelerde yahut gizemli sezgilerde aranmaması gerektiğiydi. Bu güç, bireylerin geçimlerini sağladıkları zamanda, diğer bir deyişle giyecek, yiyecek ve barınma gereksinmelerini karşıladıkları üretim sürecinde yatmaktaydı. Başından beri toplumsal olan üretim, zıt sınıfların ortaya çıkmasına neden olan toplumsal üretim ilişkilerini de bununla birlikte getirmişti.
Karşıt sınıflar içinde süregelen ve tarihin mühim bir bölümünü oluşturan bu çatışmaların kesintisiz bir biçimde birbirini izleyerek günümüze kadar geldikleri ve bugünün ötesine de geçecekleri görülebilir. İnsanlık kültürünün entelektüel ürünlerinin kaynağı bu çatışmalardır. Marx, ömrünün büyük bölümünü tanıtlamaya ve daha da ilerletmeye adadığı bu görüşleri daha ilk gençlik senelerında iyice kavramış yer alıyordu. Ökonomisch-philosopische Manuskripte’de [Ekonomik Felsefi Elyazmaları] (1844) şunları yazdığını göze çarpıyor: “Bu maddi, doğrudan doğruya algılanabilir özel mülkiyet, yabancılaşmış 1 insan yaşamının maddi, algılanabilir dışavurumudur. Onun hareketi –üretim ve tüketim– kendinden önceki bütün üretim hareketinin maddi görünümü, yani insanın gerçeğe dönüşmesi veya varlık bulmasıdır. Din, aile, devlet, hukuk, ahlak, bilim, sanat, vb. yalnızca üretimin özel şekilleridir ve onun genel yasalarına bağımlıdırlar.” (Marx-Engels Gesamtausgabe [Marx-Engels Toplu Eserler], Berlin 1932, cilt III, bölüm 2, sf. 114) Bir yıl sonra ise şöyle yazacaktır: “Tarih, her biri kendinden önce gelen kuşakların kendisine aktardığı malzemeyi, sermaye şekillerini, üretici güçleri kullanan ve böylece bir taraftan geleneksel etkinliğini bütünüyle değişen koşullar içinde sürdürirken, diğer taraftan bütünüyle değişen bir etkinlikle birlikte eski koşulları da bir ölçüde değiştiren kuşakların art arda birbirini izlemesinden başka bir şey değildir… “Böylelikle sözgelimi İngiltere’de bir makine icat edilir ve bu, Hindistan’da yahut Çin’de sayısız işçiyi ekmeğinden eder ve bu imparatorlukların bütün yaşam şekilini altüst ederse, bu icat dünya çapında tarihsel bir olgu olur.” (The German Ideology [Alman İdeolojisi], Engels ile birlikte yazılmıştır, 1845-46, ed. R. Pascal, Londra, 1938, sf. 32) Tüm modern düşünceye, hatta denilebilir ki, en bağnaz cehalet yanlılarının veya en azılı Marksizm zıtlarının düşüncesine bile, şu veya bu biçimde işlemiş olan “tarihin toplumsal ve ekonomik temeli” kavrayışını Marx’a borçluyuz. Bu kavrayışın şimdilerdeki yaygınlığı, Marx’ın dönemin egemen düşünce yapısına rağmen yaptığı bu buluşun büyük bir entelektüel başarı olduğunu bize unutturmamalıdır. Marx’ın görüşleri, onun teorisinin uygulanışından ayrı tutulamaz.
Bu buluşun, onun gibi birikimi ve deneyimi olan biri tarafından yapılmış olması rastlantı değildir. Her ne kadar bu buluş on dokuzuncu yüzyılın başlarında düşünce ve politikada yaşanan gelişmelerde saklı idiyse de, farklı kültür parçalarının karşılıklı ilişki içinde olmasının belli belirsiz kabul edilmesi ile Marx’ın kendi geliştirdiği diyalektik yöntemin yardımıyla açıkladığı bu ilişkinin kesin şekili içinde dünya kadar fark mevcuttur. Marx’a, ilk etaptaki yazılarına dönüp bakmaksızın bu yöntemi anlamak olanaksızdır. Kendi payıma bu konferansı hazırlama görevinin bana verilmiş olmasından dolayı son derece tatminum; çünkü bu çalışma, beni, Marksizmin iyi bilinen temel yapıtlarının yanı sıra ilk kez okuduğum, daha az bilinen yapıtlarını da incelemeye yöneltti. Savaş sonrası dünya deneyiminin, doğrusu, yüzyıldan fazla bir zaman önce yazılan bu yapıtları, bugün, ilk okundukları döneme göre çok daha anlaşılır kılması enteresandır. Son birkaç yılın ekonomik ve politik gelişmeleri göz önüne alındığında, Marx’ın ne demek istediğini insan çok daha iyi anlamaya başlıyor. Onun, bizim yeni yeni kavramaya başladığımız bu anlayışa dünya çapındaki [son] ekonomik ve politik gelişmeler yaşanmadan önce ulaşmış olması enteresan olmaktan da ötedir. Marx temel yargılarına 1843 senesinde, halen yirmi beşindeyken varmış olmasına karşın, bu yargılar kesinlikle bir önsezinin değil, yoğun bir çalışmanın, yaşam ve toplum üzerine keskin gözlemlerin ürünüydüler. Deyim yerindeyse, Marx’ı bir Marksist yapan gerçek dönüşüm, insan düşüncesinin gelişiminin en enteresan emsallarinden biridir. Bu nedenle son derece ayrıntılı ve titiz bir incelemeye değer. Benim burada dile getirdiklerim nitelik yönünden alabildiğine amatör bir çaba olarak görülmelidir; ama bu çabaveya değer, çünkü düşüncedeki bu can alıcı dönüşümler, gerçekten de, olguların düzenli olarak birikmesinden fazla daha devrimci, insan zekasının insanın çevresi karşısındaki zaferine işaret eden gelişmelerdir.