İhsan Oktay Anar – Efrasiyab’ın Hikayeleri PDF Oku indir
İhsan Oktay Anar – Efrasiyab’ın Hikayeleri PDF Oku indir, e-kitap sitemizde İhsan Oktay Anar – Efrasiyab’ın Hikayeleri kitabını araştırdık. Ayrıca İhsan Oktay Anar tarafından kaleme alınan İhsan Oktay Anar – Efrasiyab’ın Hikayeleri kitap özetinin yanı sıra, İhsan Oktay Anar – Efrasiyab’ın Hikayeleri pdf oku, İhsan Oktay Anar – Efrasiyab’ın Hikayeleri yandex, İhsan Oktay Anar – Efrasiyab’ın Hikayeleri e-kitap pdf, İhsan Oktay Anar – Efrasiyab’ın Hikayeleri PDF Drive, İhsan Oktay Anar – Efrasiyab’ın Hikayeleri Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
İhsan Oktay Anar – Efrasiyab’ın Hikayeleri PDF indir Oku
Çok değil, bundan otuz yıl kadar önce, Anadolu’nun orta yerindeki bir kasabada, kestiği raconla ün salmış bir kabadayı vardı. İnce beyaz çizgili lacivert takım elbisesinin ceketini, her an çıkabilecek bir kavgayı dikkate alarak omuzlarına şöyle bir atar, yengeç gibi yampiri yampiri cadde sokak yürüyüp bela arardı. Her gece devirdiği bir büyük rakının kan çanağına döndürdüğü gözleriyle gelip geçene dik dik bakan bu bitirime tesadüf edenler, onun göbeğine kadar açık gömleğini, göğsündeki muskayla iki falçata izini, yeleğindeki saldırmanın ucunu ve serçe parmağında parıldayan şövalye yüzüğünü gördüklerinde derhal sıvışırlardı. Meyhanede yarenleriyle içtiği rakının ruhuna saldığı melankoli, gam ve coşku, gözlerindeki kılcal damarları patlattığı için genelde baygın baygın bakar, sımsıkı kenetli dudaklarının içinden, içki sohbeti dışında pek bir laf çıkmazdı. Bu sessizliği ve ciddiyeti, fiyakalı efe görüntüsüne halel getirmemek içindi. Racon kesmek uğruna çalımından böylece fazla taviz vermediği için, keder ve kıvancını içine akıtır, bu tutumu da onu adamakıllı asabi kılardı. Hatta öyle ki, içki sofrasında kendisini pohpohlayan yarenlerinin kelimeleri, ile ilgili çıkarılıp ona bir biçimde aktarılan söylentiler meyhane çıkışında aklına geldikçe, kâh kibirden kâh öfkeden gözleri yanıp yanıp söner, işte buna karşın fiyakasını bozmamak için tam bir sokak boyunca kendini tutardı. Lakin sonunda olan olur, kafasında kura kura bıçak kemiğe artık dayandığı için, bir köşedeki sokak lambasının altında, “Yieeeyt!” diye bir nara koparıverir, ardından da, belasını arayan var mı diye o baygın gözleriyle sağı solu süzerdi. Böyle biri tabi ki çıkmadığından gecenin o vakti sendeleye sendeleye eve gelir, kapıda bekleyen karısı ve kuması, kollarına girerek kabadayıyı sedire oturturlardı. Adamın topuklarına bastığı yüksek ökçeli ve sivri burunlu pabuçlarını, beyaz ve temiz çamaşırlarını çıkarıp çizgili mavi pijamasını getirirler, dişlerinin içinden nefretle fısıldanan küfürlere aldırmadan, bir tas içinde ılık suyla ayaklarını yıkarlardı. Sabah oldu mu, pijaması ve atletiyle külhanbeyi kahvaltı sofrasına oturur, gece içilen büyük rakıdan sonra baş ağrısı tuttuğu için, zavallılara iki küfür savurup üstüne bir de tokat çarptığı olurdu. Az buçuk bir şey yedikten sonra eline tespihini alır, radyoda çalan oyun havası ne kadar neşeli olursa olsun suratındaki vakur ifadeyi bozmadan bir cıgara tellendirirdi. Öğle vakti yine karısı ve kumasının yardımlarıyla giyinir, tespihini afili bir biçimde şakırdata şakırdata kahveye yollanırdı. O içeri girer girmez, belaya bulaşmamak için kahve ahalisi saygıyla derhal ayağa kalkar, ocakçı ise az şekerli kahvesini yanında bir bardak suyla, o söylemeden hemen masasına getirirdi. Muhitinde himayesine aldığı o kadar çok kişi vardı ki, bu da tabi ki racon gereğiydi.
Himayesindekilere farklı zamanlarda dayıca nasihatler verir, eğer kendilerine çeki düzen vermez ve bir baltaya sap olmazlarsa, hatırlı bireylerle konuşup onlara iş miş bulamayacağını söylerdi. Nasıl ağır, afili ve fiyakalı bir dayı olduğunu muhitindekilerden dinlemeyi pek sevdiğinden, etrafında kılbazlar ve yardakçılar da çoktu. Bu bireyler onun sunî ipek gömleğinin ne kadar görkemli, tespih şaklatışının ne kadar şaşaalı olduğunu söyler ve rica minnet, çıkardığı hadiseleri anlatmasını istirham ederlerdi. Kabadayı, feleğin çemberinden defalarca nasıl geçtiğini sayıp dökerken, dile getirdiklerinin bir kısmının fasarya olduğunu bilir, kendisini sözüm ona hayranlıkla dinleyen ahaliyi bu yüzden küçümser, onlara fazla değer vermezdi. Derdini ve bağrını açtığı, gerçekten güvendiği yegâne kişi ise tabi ki yirmi yıllık kan kardeşiydi. Bu insana o kadar çok güveniyordu ki, rakı sofrasında yeterince içtiği bir gece gözyaşlarıyla, kuşunun tam beş senedir ötmediğini bile ona söylemişti. İşte bu külhanbeyi günün birinde, rakı almak için bakkala gittiği vakit ölümün soğuk nefesini ensesinde hissetti. Arkasındaki esrarengiz biri ensesine soğuk soğuk üflüyordu. Önce geriye dönüp bu densize haddini bildirmeye yeltendi. Lakin yan gözle şöyle bir baktığında, bu birinin adamakıllı cüsseli, boylu poslu olduğunu fark etti. Kafası, üfleyen birinin fakat göğsüne kadar gelebiliyordu. Adam tıpkı bazı tarikat üyeleri gibi, dizlerine kadar inen kara bir cübbe giymişti. Kabadayı başını kaldırıp adamın yüzüne bakamadı. İçi ürpererek rakının parasını ödedi ve dükkândan çıktı. Aksi gibi, ensesinin üflenen yeri hâlâ soğuk soğuktu.
Bu his ertesi sabah da geçmeyince, usturasıyla şöhret salmış Okkalı lakabıyla çağrılan bir fennî sünnetçiye gidip ensesindeki garipliği anlattı. O güne kadar yüzlerce hastaya iğne vurup binlerce çocuğu da usturasıyla sünnet ederek ah aldığı için sağlık hususunda tartışılmaz bir tecrübeye vâkıf olan bu sıhhiyeci, külhanbeyinin ensesini inceleyince şöyle kestirip attı:
İhsan Oktay Anar – Efrasiyab’ın Hikayeleri PDF indir Tıklayın