PDF

İsmet Özel – Cuma Mektupları 2 PDF Oku indir

İsmet Özel – Cuma Mektupları 2 PDF Oku indir, e-kitap sitemizde İsmet Özel – Cuma Mektupları 2 kitabını araştırdık. Ayrıca İsmet Özel tarafından kaleme alınan İsmet Özel – Cuma Mektupları 2 kitap özetinin yanı sıra, İsmet Özel – Cuma Mektupları 2 pdf oku, İsmet Özel – Cuma Mektupları 2 yandex, İsmet Özel – Cuma Mektupları 2 e-kitap pdf, İsmet Özel – Cuma Mektupları 2 PDF Drive, İsmet Özel – Cuma Mektupları 2 Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

İsmet Özel – Cuma Mektupları 2 PDF indir Oku

Yazdıklarımın başlığın açıkladıği gibi sahici mektuplar olmasını istiyorum. Bu güne kadar bu başlık altında yazdıklarım birer sahte mektup muydu öyleyse? Bunu söylemeye dilim varmaz. Lakin yazageldiklerimde belli düşüncelerin ve belli yorumların aktarılması ağır bastıkça içimde bir şeylerin yerli yerine oturmadığı duygusu kabarıyor. Oysa her kurduğum cümlede endişelerimi daha derinden dile getirmek dileğindeyim. Anladığım kadarıyla dertleşme ihtiyacı içinde olan bir ben değilim. Sanıyorum ki yazılarımı okuyanlar da böyle bir ihtiyaç içindedir. Bir dosttan bir başka dosta basit, ama içten bir kaç söz ulaşmalı mutlaka. Türkiye’de bir Müslüman olmak ne demek? Bunu en iyi biz bilinmekte: Sen ve ben. Türkiye’de bir Müslüman olmanın müthiş bir tarifini getiremeyiz belki, bilimsel, felsefi bir yakıştırmayla durumu açıklayamayabiliriz. Lâkin bunun ne demek olduğunu derinden hissederiz. Çünkü kendi durumumuzdur, söz konusu olan. Bu ülkede dünyaya geldik, bu ülkenin şartlarında yetiştik. İyi yahut kötü bütün etkileri üstümüzde taşıyoruz. O halde, sudaki balık gibi kendimizi en tabiî ortamımızda hissetmemiz gerekmez mi? Ne gezer! Türkiye’de Müslüman olmak insanın kendisini diken üzerinde hissetmesi için yeter de artar bile. Yalnız diken üzerinde değilsiniz, bir de tepenizde Demokles’in kılıcı var.

Türkiye’de inançlarını ciddiye alan, kişiliğini inançları içinde bulmaya çalışan bir Müslüman olmaya niyet ettiniz mi, sizi ne olduğunuz yerde bırakacaklar, ne de bir başka noktaya varmanıza göz yumacaklar. Diken üzerindesiniz, çünkü bir Müslüman olarak bu ülkede size fakat edilgin, boyun eğen, tavizkâr cami cemaati içinde bir yer tanınmıştır. Ama dikkat! Size tanınan yer de gün geçtikçe bir yöne kaydırılmaktadır. Siz en azından bir önceki yerinizi korumak üzere etkin olmaya kalkışırsanız, hakkınızı aramaya cüret ederseniz ve itikadi konularda titizlik sahibi olduğunuzu ortaya koyarsanız birden bire “şüpheli şahıs” oluverirsiniz. Bundan kurtulmak için bazı önlemler almanız, “büyüklerimiz bilir” tavrını göstermeniz gerekecektir. Ne kendi yaşamınız, ne de ailenizin düzeni ile ilgili kararlar almak yoluna gitmeyeceksiniz. Sadece sizin yaşayış üslûbunuzu tespit eden ve başkaları tarafından verilmiş kararları uygulayacaksınız, resmi anlayışın size yüklediği görevleri yerine getireceksiniz. Bu kadarla kalsa yine de iyi. Resmî görüş farklı zamanlarda değişecek ve siz bu değişikliğe ayak uydurmadıkça tehlikedesiniz. Hiç bir zaman “dün resmi anlayış bana böyle davranmamı telkin etmişti” diyerek kendinizi savunamazsınız. İllâ bugün resmi görüşün hangi merkezde olduğunu anlayacak ve ona göre çehrenizi ayarlayacaksınız. Bunu yapmadıkça diken üzerindesiniz. Tepenizden Demokles’in kılıcı hiç eksilmeyecek. Atatürkçü müsünüz? Bu soruya dün verdiğiniz cevabı bugün tekrar etmek sizi bir suçlamadan kurtarmayabilir. Laik devlet düzeni ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Ne kadar ferahlatıcı bir soru! Düşünmek hakkını tanıyan biri soruyor bu soruyu herhal! Hırsızların eli kesilmeli, zânîler recmedilmeli mi? Bu sorulara vereceğiniz hiç bir cevabı muhatabınıza beğendiremeyeceksiniz? Eğer yanıt vermekten imtina ederseniz daha kötü.

O zaman çok gizli planlara sahip olduğunuzu adeta itiraf etmiş sayılırsınız. İyi ama, Müslümanları bu derece huzursuzluğa sevkedenler, Müslümanları zan altında bırakma gayretinde bulunanlar kimler? Nasıl oluyor da bazıları soruları sorma mevkiinde sayıyorlar kendilerini? İşte Müslümanları asıl bunaltan nokta burası. Çünkü bilinmekte ki üzerinde yaşadığımız toprakları savunmak ve hangi nedenle olursa olsun millî birliği korumak sözkonusu olduğunda işe koşma, görev ve sorumluluk yüklemek için ilk akla gelen unsur Müslümanlar oluyor. Sosyal sıkıntıların atlatılması gerektiğinde kendilerinden fedakârlık istediğimiz insanları yalnızca Müslümanlar içinde bulmak olabilecek. Böyle zor durumlarda öncedenleri Müslümanlara zulm edenlerin hiç bir yükü üzerlerine almadıkları ayniyle vaki. Nedense işler karıştığı zaman, onların Türkiye dışında gidecek bir yerleri oluyor. Senin ve benim Avrupa’da, Amerika’da dostlarımız ve şemsiyelerimiz yok. İsviçre bankalarında hesabımız yok. Buna rağmen zulme boyun eğmemeğe kararlıyız. Bedeli ne olursa olsun Müslümanca yaşamanın haysiyetine talibiz. Müslümanca ölmek de bu dünya çapında edinebileceğimiz nimetin zirve noktasıdır. Ne var ki bu kelimeleri buraya yazmak da bana huzursuzluk veriyor. Çünkü ilk başta dile getirdiklerimin ucuz tarafından hamaset cümleleri gibi görünmesinden tedirgin oluyorum. Samimiyetin sınanacağı yer neresidir? İçinde olduğumuz ortamda bunu sarahatle anlayamıyorum. Türkiye’deki Müslümanın yaşamında yalnızca tehlike, tedirginlik, gerginlik yok; bunun yanı sıra bulanıklık ve karmaşa da var.

Kimin nereye bakması gerektiği açıklıkla söylenemediği gibi, kimi nelerle avutmak ve uyuşturmak eylemine kimlerin giriştiği de bilinemiyor. İşte bu puslu hava içinde yazmak zorunluluğu düşündürüyor insanı. Aslını istersen, bugün daktilonun başına geçtiğimde niyetim «siyasette dirâyet» başlıklı bir yazı yazmaktı. Türkiye’deki bütün siyasi partilerin bugünkü durumları itibariyle Müslümanlar için hangi anlamları açıkladıklerini izaha girişecektim. Her birinin Müslümanlara neler getirip onlardan neler götürdüğünü görmeye çalışacak ve eğer Müslümanlar toplum içinde bir muhalif güç olabilecekse, muhalefetlerini sol eğilimli bir iktidar karşısında yürütmenin mi yoksa sağ eğilimli bir iktidar karşısında yürütmenin mi? daha üretken ve Müslümanların güçlenmesine imkân tanıyan bir hareket bulunacağını tartışacaktım. Sanıyorum böyle bir yazı senin keyifle okuyacağın bir yazı olacaktı. Başladım yazmaya…. İslâmî hareketin ikili kişiliği /ANAP’ın ikbal peşinde Müslümanlara tesiri/ SHP’nin Türk solunu nasıl eritip safdışı ettiği/ DYP’nin neleri ima ettiği, neyi temsil ettiği/ RP’nin hangi birikime ulaştığı vs. vs. vs. Yazdıkça keyfim kaçtı. Kime ne anlatıyorsun? Sözlerin ne değeri var? Çarklar dönüp duruyor yine. Şu okuyucu dediğin de beşûş bir çehreyle aval aval bakıyor. Biliyorum ki yazılan çizilen fakat ve fakat ete kemiğe büründüğü zaman bir mânâ ifade edebilir. Düşüncelerin ete kemiğe bürünmesi ne demek peki? Sevinçlerin ve tasaların birlikte hissedilmesi, düşüncelerle o düşünceleri taşıyan bireylerin aynı şeyi dışa vuracak imkânlara sahip olmaları demek.

Oysa bilinmekte Türkiye’de Müslümanların hangi cendereler altında bulunduklarını. Onlar öte yandan geçim derdiyle uğraşıyorlar. Bu uğraş onları geniş ufuklu tahliller karşısında sağır bırakıyor. Geçim derdi olmayanlar da durumlarını korumak için her türlü tavize açık bir edilginliği sürdüriyorlar. Müslümanlar diğer yandan da sosyal statülerindeki nakısaları gidermeye çalışıyorlar. Yani nasıl olup da diken üzerinde yaşamaktan, Demokles’in kılıcı altında kalmaktan kurtulabileceklerini hesaplıyorlar. Böyle telâşlara dalmış Müslümanların kulağına söz mü girer? Girmez tabi ki. Eğer Müslümanlar kendilerine gelmeleri, bilinç sahibi olmaları sınırlı bir ölçüde bile olsa olumlu bir gelişme göstermişse bunun ne belli bir hareketle, ne de belli bir şahısla doğrudan bağlantısı yok. Birçok şahıs ve bir çok tavır bizi bugüne getirdi. Olanlar çarklar dönüp dururken oldu, hatta çarkların dönüşü bazı İslâmî gelişmeleri hızlandırdı bile. Demek ki Türkiye’de Müslümanların büyümeleri içteki enerjik harekete geçtiği için gerçekleşti. O halde şikâyete mahal yok. Geçim derdiyle ve statü noksanlıklarıyla cenk eden Müslümanlar kâfirlerin gözünü korkutan bir noktaya doğru ilerlemişlerse bu kendiliğinden vuku bulmuş bir hadisedir. Böyle bir gelişme kendine mahsus sağlamlıklar taşır bünyesinde. Bu sağlamlıkların başlıcası da harekete engel olmak isteyenlerin hangi barajı nereye kuracaklarını bilemeyişleridir.

Gelgelelim, kendiliğinden büyümekte bulunan bu faaliyetin zayıflığı da sağlamlığına denk. Çok yönlü ve bölük pörçük bir gelişmenin verimli bir vadiye ulaşmadan çölde kaybolan nehirler gibi sönüp gitmesi de ihtimal içerisindedir. Olay burada düğümleniyor. Türkiye’de İslâmî hareketin canlılığını temin edenler yalnızca ve yalnızca böyle bir faaliyetin yürütülmesini yani Müslümanların yaptıklarının bir “avara kasnak” çalışmasından öteye geçmemesini, bir manivelayı harekete geçirmemesini tasvib edenlerdir, yoksa bu faaliyeti bir yerden alıp bir yere götürme kararlılığı ülke çapında yürürlükte değildir. Nitekim, Türkiye’de İslâmî hareketin nasıl bir potansiyel taşıdığı fakat yapılan serbest seçimlerde ortaya çıkmakta. Seçim ortamı ve seçim tertibatı ne kadar serbest, ne kadar demokratik olursa Müslümanlar tabiî temayüllerini o kadar net ortaya koyabiliyorlar. Bu oluşum öylesine kendiliğinden ki Türkiye Müslümanları seçim sonunda elde ettikleri başarıları savunacak yeterliliği gösteremiyorlar.

İsmet Özel – Cuma Mektupları 2 PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu