İsmet Özel – Neyi Kaybettiğini Hatırla PDF Oku indir
İsmet Özel – Neyi Kaybettiğini Hatırla PDF Oku indir, e-kitap sitemizde İsmet Özel – Neyi Kaybettiğini Hatırla kitabını araştırdık. Ayrıca İsmet Özel tarafından kaleme alınan İsmet Özel – Neyi Kaybettiğini Hatırla kitap özetinin yanı sıra, İsmet Özel – Neyi Kaybettiğini Hatırla pdf oku, İsmet Özel – Neyi Kaybettiğini Hatırla yandex, İsmet Özel – Neyi Kaybettiğini Hatırla e-kitap pdf, İsmet Özel – Neyi Kaybettiğini Hatırla PDF Drive, İsmet Özel – Neyi Kaybettiğini Hatırla Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
İsmet Özel – Neyi Kaybettiğini Hatırla PDF indir Oku
Türkiye’de yaşayan biz insanlar ne durumda olduğumuzu biliyor muyuz? Daha da ötede “ne durumda olduğumuz” hususunda endişelanıp endişelanmadığımız bir soru olarak önümüzde mi? Elbet bazı dertlerimiz, halline uğraştığımız bir çok işimiz var. Hoşnutluk yahut hastalık hissine kapıldığımız bir çok durumla içiçeyiz. Ama bana öyle geliyor ki, bunların, yani dertlerimizin ve halletmek istediğimiz işlerin mahiyeti daha az endişelandırır oldu artık bizi. İşlerimizle uğraşıyoruz; ne var ki işlerimizin neye değdiğiyle bunun yanı sıra uğraşmıyoruz. Yaptıklarımızda bir şeyler eksik. Birşeyleri kaybettiğimiz besbelli. Eğer neyi kaybettiğimizi biliyorsak o eksik olan şeyi bulmaya çabalamamız belki bir çok zorluğu yenmemizi ve belki de birden çok eziyete katlanmamızı, birden çok tehlikeyi göğüslememizi gerektirecek. Bu elbet zor bir durum. Zor, fakat vahim değil. Vahim olan bir şeyin eksik olduğunu bilmek, bir şeyi aramak gerektiğini hissetmek ve giderek onu aramak; lâkin neyin eksik olduğundan, arayacağı şeyin ne olduğundan habersiz kalmaktır. Türkiye’de yaşayan insanlar olarak zor durumda olduğumuzu söylemek hafif kalır; durumumuz vahim. Son on yılda Türkiye’de “niceliğin egemenliği” bunca yıl kınanıp karalanan Batı medeniyeti metropolünde olduğundan çok daha yoğun ve yaygın bir geçerlilik alanı kazandı. O kadar ki niceliğin egemenliğinden şikayet etme konumunda olduğunu varsayanlar şikayetlerini yine niceliğin egemenliği suretiyle açılan yollarda dile getiriyorlar. Bazıları olan bitene depolitizasyon adını taktı. Böyle yapanlar ne aradıklarını bilmediklerini itiraf ettiklerini de bilmiyorlardı şüphesiz.
Sanki politizasyon iyi imiş de, ahali depolitize edilince kötü bir durum doğmuş! Hiç de değil. Ahalinin maruz kaldığı şey depolitizasyon olmadı. İnsanlar kendilerine bir kıymet atfederek etkinlikte bulunma şereflerinden mahrum bırakıldılar. İşte bu yüzden burada yaşayan millet aramak duygusunu kaybetti. Bir şey aramak sözü manalı bir ifade olarak gözükmüyor onlara. Baksanıza: Komünistler komünist olmadıklarını, Türkçüler Türkçü olmadıklarını, Şeriatçılar Şeriatçı olmadıklarını ispat edebilmek için nasıl da büyük bir çaba sarfediyorlar. Kendi kıymetlerinin birer kıymet olduğundan şüpheye düşmüş bir yığın insan, bundan böyle kendilerine kıymetli diye sunulan bazı şeyleri elde etmenin telaşında. Dikkat edin: İnsanlar başkasına verebilecekleri bir şeyi elde etmeye çabalamaktan gün geçtikçe uzaklaşıyor. Edinilmeye çabalanan şey bencilce muhafaza edilebilecek türden. Yani yalnızca sayıya, ölçüye gelir değerleri el altında tutmaya çabalıyor insanlar. Sadece bunların kendine koruma sağlayabileceğine inanıyor. Ama yaşarken birşeylerin eksik olduğunu da hissediyor. Neyin eksik olduğunu, gerçekte neyi araması gerektiğini de bir türlü keşfedemiyor. Demek ki durum çoğunluğu teşkil eden ve niceliğin egemenliği altındaki bu bireylerin şifanın nereden geleceğini keşfedemeyeceği derecede vahim. NEYİN KAYBOLDUYSA KENDİN ARA Nedir bu kaybolan nesnelerden alıp veremediğin diyecek olursanız, size varoluşun anlamının kaybolanı aramada saklı olduğunu söyleyebilirim.
İnsanoğlu yeryüzündeki uyanışına yaratılmış olduğunu farkederek varır. Ama iş burada bitmez, burada başlar. Çünkü yaratılmış olmayı kavramak bunun yanı sıra birinin noksanını bilmesi demektir. Bu da bir arayışı gerektirir. Nedir noksan? Nasıl, neyle giderilir? Kaybolduğunu hissettiğimiz ister bir heybe olsun, isterse deve, arayış başlamıştır; büyük arayış. Hikayemizde devesini kaybeden bir adam var. Bu adam devesini ararken yüksek düzeyde anlayış kabiliyetine sahip üç dervişe rastgelmiş. Üç müdrik diyelim onlara. “Devemi kaybettim” demiş dervişlere; “Onu siz gördünüz mü?” Dervişlerin ilki “Bir gözü kör müydü devenin?” diye sormuş. Adam sevinçle “Evet” diyerek yanıtlamış bu soruyu. İkinci dervişin “Ön dişlerinden biri eksik miydi?” soru karşısında devesini kaybeden adam heyecanlanarak “Evet, evet” demiş. Dervişlerden üçüncüsü “Bir ayağı topal mıydı?” diye sorar sormaz adam “Evet, evet, evet” cevabını yapıştırmış. “O halde” diye konuşmuş dervişler, “Sen deveni bizim geçtiğimiz güzergah üzerinde arasan iyi edersin, onu bu yolda bulma ümidi mevcuttur.” Kayıp devesinin peşine takılan adam bu üç dervişin kendi devesini görmüş olduklarına kanaat getirmiş ve alelacele dervişlerin geldiği istikamete koşturmuş. Bulamamış adam aradığı yerlerde devesini ve ne yapması gerektiğini yine dervişlerden öğrenmek isteğiyle bu kez dervişlerin peşi sıra gitmiş.
Anlayış sahibi üç ermişi akşam üzere bir istirahat menzilinde eliyle koymuş gibi bulmuş. Yine sorular karşısında kalmış adam: “Devenin bir yanında bal, öte yanında mısır mı yüklüydü?” demiş birincisi, adam “Evet” demiş. “Hamile bir kadın mı biniyor senin devene?” demiş ikincisi, yine “Evet” demiş adam. “Biz senin devenin nerede olduğunu bilmiyoruz” demiş üçüncü derviş. Bunun üzerine deveci bu üç birinin kaybettiği deveyi çaldıklarına kanaat getirmiş ve onları kadı karşısına çıkarıp başından geçenleri anlatarak üç dervişi hırsızlıkla suçlamış. Kadı, devecinin ifadesini yerinde bularak üç ermişi deveyi gasbetme suçundan hapse atmış.