PDF

Jean Jacques Rousseau – Toplum Sözleşmesi PDF Oku indir

Jean Jacques Rousseau – Toplum Sözleşmesi PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Jean Jacques Rousseau – Toplum Sözleşmesi kitabını araştırdık. Ayrıca Jean-Jacques Rousseau tarafından kaleme alınan Jean Jacques Rousseau – Toplum Sözleşmesi kitap özetinin yanı sıra, Jean Jacques Rousseau – Toplum Sözleşmesi pdf oku, Jean Jacques Rousseau – Toplum Sözleşmesi yandex, Jean Jacques Rousseau – Toplum Sözleşmesi e-kitap pdf, Jean Jacques Rousseau – Toplum Sözleşmesi PDF Drive, Jean Jacques Rousseau – Toplum Sözleşmesi Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Jean Jacques Rousseau – Toplum Sözleşmesi PDF indir Oku

En kuvvetli, gücünü hak, boyun eğmeyi de ödev şekiline sokmadıkça hep egemen kalacak kadar kuvvetli değildir. Güçlünün hakkı işte buradan gelir. Görünüşte alay edilen hak, gerçekte bir ilke olmuştur. Ama bize hiç açıklanmayacak mıdır bu sözcük? Güç maddesel bir şeydir. Bundan nasıl bir ahlak çıkabilir, bilmem. Güce boyun eğmek, bir istem işi değil, bir zorunluluk; olsa olsa bir sakıntı işidir. Ne bakımdan ödev olabilir bu? Bir an için, bu sözde hak var diyelim. Bence bundan çıka çıka açıklanamaz birtakım saçma ve anlamsız laf çıkar yalnız. Çünkü hakkı doğuran güç ise, etkiyle birlikte etken de değişir. Bir öncekini alt eden bir güç, onun hakkını da elde eder. Ceza görmeden başkaldırabildiniz mi, bu başkaldırma bir hak olabilir. Madem kuvvetli her zaman haklıdır, öyleyse yapılacak şey, her zaman kuvvetli olmaya bakmaktır. Güçlünün yok olmasıyla ortadan kalkan bir hakka hak diyebilir miyiz? İnsan boyun eğecek olduktan sonra, ödev bundan dolayı niye boyun eğsin? İnsan boyun eğmeye zorlanıyorsa, boyun eğmek zorunda değil demektir. Görülüyor ki, hak sözü güç’e hiçbir şey eklemiyor; bu bakımdan hiçbir anlam da taşımıyor. Güçlere boyun eğin! Eğer bu kaba güce boyun eğin demekse, bir davranış kuralı olarak iyi, ama gereksizdir: Çünkü hiçbir zaman buna aykırı davranılmaz.

Her türlü güç Tanrı’dan gelir, kabul. Ama bütün hastalıklar da ondan gelir. Böyledir diye, hekim çağırmak yasak mı olmalı? Ormanın köşesinden karşıma ansızın bir haydut çıkıverse, ona kesemi yalnız zorlandığım için mi vermeliyim, yoksa –kesemi kurtaracak durumda olsam– vicdan gereği vermem gerekir mi yine de? Çünkü haydudun elindeki tabanca da bir güçtür nihayet. Öyleyse kabul edelim ki, güç hak yaratmaz ve insan fakat haklı güce boyun eğmelidir. Böylelikle ilk soruma dönmüş oluyorum yine. Kölelik Madem hiçbir insanın, benzeri üzerinde doğal bir yetkisi yoktur ve madem kaba güç bir hak yaratmaz, öyleyse insanlar içinde her çeşit haklı yetkenin temeli olarak, kala kala yalnız anlaşmaler kalıyor. Grotius diyor ki: “Bir insan özgürlüğünden vazgeçip bir efendinin kölesi olabiliyor da, neden bütün bir ulus kendi özgürlüğünü aktarıp bir kralın buyruğuna giremesin.” Burada açıklanması gereken ikircil manalı sözler var. Ama biz, aktarma sözü üzerinde duralım. Aktarmak, vermek veya satmak demektir. İmdi, bir başkasının kölesi olan adam kendini vermiyor, çok çok geçimini sağlamak maksadıyla satıyordur. Ama bir ulus niçin satar kendini? Bir kral uyruklarının geçimini sağlamak şöyle dursun, kendi geçimini onlardan çıkarır asıl. Rabelais’ye göre de, kral az buz şeyle yaşayamaz. Öyleyse uyruklar, malları birlikte alınmak koşuluyla kendilerini mi veriyorlar dersiniz? O zaman kendilerine ne kalıyor, anlamıyorum. Denecek ki; zorba, uyruklarına toplum içinde dirlik sağlıyor.

Diyelim ki, öyledir: Ama zorbanın şan şeref hırsının başlarına bela ettiği savaşlar, doymazlığı ve bakanlarının kırıcılığı, uyrukları kendi aralarındaki anlaşmazlıklardan daha büyük üzüntülere sokarsa, bu dirlikten ne kazançları olur ki? Hele bu dirlik onların yoksullaşmasına yol açarsa, ne kazanmış olurlar bundan? İnsan zindanda da sessizlik içinde yaşar ama, bu kadarı orayı özlenir bir yer yapmaya yeter mi? Kyklop’ların mağaralarına kapatılmış olan Yunanlılar da hayvanlara parçalattırılmadan önce sıra beklerken, sessiz sessiz yaşıyorlardı orada. Bir insan kendini karşılıksız bağlar demek, saçma, akıl almaz bir şeydir. Böyle bir davranış yolsuz olduğu kadar geçersizdir de. Çünkü böyle davranan bir kimsenin aklı başında değildir. Aynı şeyi bir ulus için söylemek, baştan başa deli bir ulus düşünmek olur. Delilikse, hiçbir hak kazandırmaz. Herkes kendini başkasına bağlayabilirse de, çocuklarını bağlayamaz. Çünkü onlar insan ve özgür olarak doğarlar; özgürlükleri kendilerinindir; hiç kimsenin onu kullanmaya hakkı yoktur. İyiyi kötüden ayıracak çağa gelmeden önce, baba çocukları korumak, rahatlarını sağlamak maksadıyla onların adına birtakım koşullar koyabilir, ama onları kayıtsız şartsız, geri dönülmezcesine başkasına veremez. Çünkü böyle bir bağış, doğanın amaçlarına aykırı olduğu gibi, babalık haklarını da aşar. Öyleyse keyfe bağlı bir yönetimin yasal bir yönetim olabilmesi için, halkın onu kabul etmeye veya etmemeye yetkisi olmalıdır. Lakin o zaman yönetim keyfe bağlı olmaktan çıkar. Özgürlüğünden vazgeçmek, insan olma niteliğinde, insanlık haklarından, hatta ödevlerinden vazgeçmek demektir. Her şeyden vazgeçen insanın hiçbir zararını karşılama olanağı yoktur. Böyle bir vazgeçme insanın yaradılışıyla uzlaşmaz.

İnsanın isteminden her türlü özgürlüğü almak, davranışlarından her çeşit ahlak düşüncesini kaldırmak demektir. En son, öte yandan mutlak bir yetke, öte yandan sınırsız bir boyun eğme koşulu koşmak, tutarsız ve boş bir anlaşma olur. Kendisinden her şeyi istemeye hakkımız olan bir kimseye karşı hiçbir borç yüklenmiş olmayacağımız açık değil midir? Tek başına bu koşul, karşılıklı olmayan bir anlaşmanin geçersizliğini gerektirmez mi? Varı yoğu benim olan kölem, ne gibi bir hak ileri sürebilir bana karşı? Onun hakları benim olduğuna göre, kendi haklarımın yine kendime karşı ileri sürülmesi, anlamsız bir söz değil midir? Grotius ve başkaları bu sözde kölelik hakkının bir başka kaynağını da savaştan çıkarıyorlar. Onlara göre, yenenin yenileni öldürme hakkı olduğu için, yenilen yaşamını özgürlüğü pahasına satın alabilir. Bu anlaşma her iki yanın da işine geldiği ölçüde daha da yasal olur. Ama yenilenleri öldürme hakkının, bu sözde hakkın, savaş halinin bir sonucu olmadığı apaçıktır. Çünkü insanlar o ilk bağımsızlıkları içinde yaşarken, aralarında barış veya savaş hali kuracak kadar değişmez ilişkiler olmadığı için, birbirlerine doğal olarak düşman değildiler. Savaşa neden olan, insanlar içindeki ilişkiler değil, olaylar içindeki ilişkilerdir. Savaş hali basit kişisel ilişkilerden değil, yalnız mal mülk ilişkilerinden çıkacağına göre, özel savaş, yani insanla insan içindeki savaş, sürekli olarak bir mülkiyet tanımayan doğal yaşama halinde olmadığı gibi, her şeyin yasa gücüne bağlı olduğu toplum halinde de olmaz. İnsanla insan içindeki kavgalar, düellolar, çarpışmalar, bir durum yaratmayan işler ve davranışlardır. Fransa kralı IX. Louis yasalarının izin verdiği, sonra da Tanrı Barışı’nın bir zaman için yasak ettiği özel savaşlara gelince, bunlar aslında saçma bir düzen olan (var olduysa eğer) derebeylik yönetiminin kötülükleridir ve doğal hukuk ilkelerine, her türlü yönetim politikasına da aykırıdırlar. Öyleyse savaş insanın insanla değil, devletin devletle olan bir ilişkisidir ve bu ilişkide tekler birbirlerine yalnız rasgele düşmandırlar, insan ve yurttaş tı [4] olarak değil, asker olarak; yurdun üyeleri olarak değil, koruyucuları olarak. En son, devletin düşmanı insanlar değil, yine başka devletlerdir; çünkü özleri birbirinden ayrı olan şeyler içinde hiçbir gerçek ilişki kurulamaz.

Jean Jacques Rousseau – Toplum Sözleşmesi PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu