PDF

Karen Armstrong – Tanrı’nın Tarihi PDF Oku indir

Karen Armstrong – Tanrı’nın Tarihi PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Karen Armstrong – Tanrı’nın Tarihi kitabını araştırdık. Ayrıca Karen Armstrong tarafından kaleme alınan Karen Armstrong – Tanrı’nın Tarihi kitap özetinin yanı sıra, Karen Armstrong – Tanrı’nın Tarihi pdf oku, Karen Armstrong – Tanrı’nın Tarihi yandex, Karen Armstrong – Tanrı’nın Tarihi e-kitap pdf, Karen Armstrong – Tanrı’nın Tarihi PDF Drive, Karen Armstrong – Tanrı’nın Tarihi Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Karen Armstrong – Tanrı’nın Tarihi PDF indir Oku

Çocukken, bir dizi kuvvetli dinsel inancım oldu fakat Tanrı’ya pek iman edemedim. Bir dizi önermeden bir araya gelen bütüne inanmakla, onlara kendimizi verme anlamını içeren iman içinde fark mevcuttur. Tanrı’nın varlığına tamamıyla inanıyordum bunun yanı sıra İsa’nın Gerçek Varlığı’na ve Komünyon’a, ayinlerin yararlı etkisine, ezeli lanetin geleceğine ve Arafın nesnel gerçekliğine de inanmaktaydım. Ama nihai gerçeklik ile ilgiliki bu dinsel görüşlere inancımın, burada, dünya çapındaki yaşamın iyi ve yararlı olduğu güvenini bana verdiğini söyleyemem. Çocukluğumun Roma Katolikliği biraz ürkütücü bir akideydi. James Joyce Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’nde çok doğru söyler: cehennem ateşi ayinlerinden payımı alıyordum. Gerçekten de Cehennem Tanrı’dan daha kuvvetli bir gerçeklik olarak görünüyordu çünkü imgelemimde yaratabildiğim birşeydi. Tanrı ise, biraz gölgeler arkasında bir kimlikti, imgelerden fazla entellektüel soyutlamalarla tanımlanıyordu. Sekiz yaşlarına geldiğimde “Taun nedir?” sorusuna karşılık gelen kateşizm cevabını ezberlemek zorundaydım: “Tanrı Yüce Rabtır; Kendi başına mevcuttur ve bütün müthişlik içinde sonsuzdur.” Bu cümlenin benim için bir anlamı olmaması enteresan değil ve beni bugün de etkilemediğini söylemeliyim. Bu her zaman yalnızca kuru, kibirli ve belagatlı bir tanım olarak kalmıştır. Ayrıca bu kitabı yazalı, yanlış olduğuna da inanmaya başladım. Büyüdükçe, dinde korkudan fazlasının olduğunu anlamaya başladım. Azizlerin hayatlarını, metafizik şairleri, T. S.

Eliot’u ve mistiklerin daha yalın yazılarını okudum. Liturjinin güzelliğinden etkilenmeye ve Tanrı uzak kalmayı sürdürse de, O’na yaklaşmanın olası olduğunu ve görümün (vision) bütün yaratılmış gerçekliği dönüştüreceğini hissetmeye başladım. Bunu becerebilmek için bir tarikata girip yeni başlayan bir öğrenci ve genç bir rahibe olarak, iman ile ilgili çok daha yüksek şey öğrendim. Kendimi ilahiyat savunmalarına, kutsal yazılara, teoloji ve kilise tarihine verdim. Manastır yaşamının tarihine ve ezbere bilmemiz gereken tarikatımın Disturlarıyla alakalı ayrıntılı tartışmalara girdim. Bunlarda da Tanrı kendisini göstermiyordu. Dikkat ikincil ayrıntılarda yoğunlaşmış ve dinin daha dolaylı yönlerine kaymış gibiydi. İbadette kendimle mücadele ediyor, zihnimi Tanrı’yı karşılaşmaya zorluyordum ama Tanrı, benim Düsturlara takılmamı gözlemleyen seri bir angaryacı olarak kalıyor veya hepten bayat kırıklığı yaratarak, görünmüyordu. Azizlerin yaşamlarındaki vecdi okudukça daha fazla başarısızlık duygusuna kapılıyordum. Üzüntüyle yaşadığım bütün dinsel deneyimin, bir biçimde kendi duygularım ve imgelemim üzerinde uğraşmakla kendi yarattığım bir duygu olduğu bilincine varıyordum. Bazı zaman Gregoryen şarkının ve liturjinin güzelliğine verilen estetik karşılıkla duyulan bağlılık duygusu vardı. Ama benim dışımda hiçbir kaynaktan bana hiçbir şey olmadı. Hiçbir zaman peygamber ve mistiklerce anlatılan Tanrı’yı fark edemedim. Tanrı’dan daha fazla dilimizden düşürmediğimiz İsa, içinden çıkılmaz biçimde son dönem antikiteye yerleştirilmiş saf tarihi bir kişilik olarak görünüyordu. Kilisenin bazı öğretileri hususunda da ciddi kuşkular beslemeye başlamıştım.

İnsan İsa’nın dirilen Tanrı olduğu nasıl bilinebilirdi ve bu inanç ne anlama geliyordu? Yeni Ahit gerçekten incelikli ve bi hayli fazla çelişkili Teslis öğretisini mi öğretiyordu, yoksa bu, inanç hususundaki bir çok başlık gibi, İsa’ tun Kudüs’te ölmesinden yüzseneler sonra teologlarca geliştirilmiş bir uydurma mıydı? Sonunda, hayal kırıklığı içinde din yaşamını terkettim; başarısızlık ve yetersizlik yükünden kurtulunca da Tanrı inancımın usulca kayıp gittiğini hissettim. Elimden geleni yapmış olmama karşın, Tanrı, yaşamımda hiçbir gerçek iz bırakmamıştı. Artık endişeli değildim, kendimi suçlu da hissetmiyordum. Tanrı, gerçeklik olamayacak kadar benden uzaklaşmıştı. Ama dinle olan ilişkim sürdürmektedu ve Hristiyanlık tarihi ile dinsel deneyimin yapısıyla alakalı televizyon programları yaptım. Dinler tarihini daha fazla öğrendikçe, öncedenki korkularım daha çok doğrulandı. Çocukken sormadan kabul ettiğim öğretiler, gerçekten uzun bir zaman içinde ortaya çıkmış insan işiydi. Bilim Yaratıcı Tanrı’yı elden çıkarmış görünüyordu ve Kitabı Mukaddes üstüne çalışanlar İsa’nın hiçbir zaman tanrısallık iddia etmediğini ispatlamışlardı. Saralı biri olarak, daha çok nevrotik nedenlerle görümler gördüğümü biliyordum: azizlerin görüm ve vecdleri de böyle basit zihni enteresanlıklardan mı kaynaklanıyordu? Tanrı, git gide daha fazla insan soyunun kendisini kurtardığı sapkınlık olarak görünmeye başlamıştı. Rahibe olarak geçirdiğim senelera karşın, Tanrı’yla alakalı tecrübelerimin olağandışı olduğunu sanmıyorum. Tanrı ile ilgili düşüncelerim çocukluğumda oluşmuştu ve öteki disiplinlerde arlan bilgimle eşdeğer biçimde gelişmiyordu. Noel Baba’veyair çocukluk çağındaki saf görüşleri gözden, geçiriyordum; insanlık durumlarının anaokulunda olanaklı olandan daha karmaşıklarını daha olgun biçimde anlamaya başlamıştım. Ama Tanrı baklandaki ilk, karışık düşüncelerim ne düzelmişti ne de gelişmiş. Benim özel dinsel geçmişime sahip olmayan insanlar da Tanrı baklandaki düşüncelerinin çocukluklarında oluştuğunu fark edebilirler. O günden sonra da çocukça işleri bir kenara bırakıyor ve ilk senelerımızın Tanrı’sını göz ardı ediyoruz.

Ama dinler tarihi çalışmalarım bana bireylerin tinsel hayvanlar olduğunu öğretti. Gerçekten de homo sapiens’in homo religiosus olduğunu ileri sürmenin geçerliliği var. İnsanlar insan olarak tanındıkları andan bu yana tanrılara tapmaya başlıyorlar; sanat eseri yarattıkları anda dinler yaratıyorlar. Bu yalnız korkunç güçleri yatıştırmak isteğinden kaynaklanmıyor, bu ilk inançlar güzel ama bunun yanı sıra da korkutucu bu dünya çapındaki insan deneyiminin ayrılmaz bileşeni olan merak ve sırrı ifade ediyorlar. Sanat gibi din de, bedenin miras aldığı acıya karşın, yaşamda değer ve anlam bulma çabasının bir sonucu. Öteki bütün insan etkinlikleri gibi din de kötüye kullanılabilir ama daima yaptığımız bir iş gibi görünmekte. Din yalnızca yönlendirici kralların ve rahiplerin ilk etaptaki laik yapısıyla dümen tutup gitmiyor, insanlık için doğal bir yapısı da var. Gerçekte şimdi geçerli olan laiklik tamamıyla yeni bir deneyim, insanlık tarihinde öncesi yok. Ama nasıl işlediğini daha da görmemiz gerekiyor. Bizim Batılı liberal hümanizmimizin bize doğal olarak gelen birşey olmadığı da doğru; şiir ve resimden zevk almamız gibi, onun da geliştirilmesi gerekiyor. Hümanizm kendi başına Tanrısız bir din ve tabi ki bütün dinler teistik değil. Bizim etik laik ülkümüzün kendi zihne ve yüreğe ilişkin disiplinleri var ve insan yaşamına bir zamanlar daha gelenekçi dinlerin sağladığı nihai anlama inanılması için araçlar veriyor.

Karen Armstrong – Tanrı’nın Tarihi PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu