PDF

Marcel Proust – Okuma Üzerine PDF Oku indir

Marcel Proust – Okuma Üzerine PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Marcel Proust – Okuma Üzerine kitabını araştırdık. Ayrıca Marcel Proust tarafından kaleme alınan Marcel Proust – Okuma Üzerine kitap özetinin yanı sıra, Marcel Proust – Okuma Üzerine pdf oku, Marcel Proust – Okuma Üzerine yandex, Marcel Proust – Okuma Üzerine e-kitap pdf, Marcel Proust – Okuma Üzerine PDF Drive, Marcel Proust – Okuma Üzerine Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Marcel Proust – Okuma Üzerine PDF indir Oku

Floransa Notları’yla Ruskin’e çok büyük keyif vermiş Prenses Madam Alexandre de CaramanChimay’a duyduğum derin hayranlığın anısına, Madam’ın hoşuna gittiği için bir araya getirdiğim bu sayfaları saygılarımla adıyorum. Bize yaşanmamış gibi gelen çocukluk senelerımızda, çok sevdiğimiz bir kitapla geçirdiğimiz günler kadar dolu dolu yaşanmış başka zaman belki yoktur. Başkalarına göre bu çocukluk günlerini dolduran, bizimse, kutsal bir zevki kabaca engelliyor diye uzaklaştırdığımız her şey: kitabın en enteresan bölümündeyken oyun oynayalım diye bizi aramaya gelen bir arkadaş; gözlerimizi sayfadan ayırmak veya yerimizi değiştirmek zorunda bırakan rahatsız edici güneş ışığı veya arı; tadına bakalım diye getirilen yiyecekler –ki, dokunmadan, yanımızda, sıranın üzerinde bırakmışken, tepemizde, mavi gökyüzünde güneşin ışıkları zayıflar, akşam yemeği için içeri girmemiz gerekir, oysa bizim aklımız düşüncesimiz yemeğin hemen ardından çıkıp kitabın yarım kalan bölümünü bitirmektedir–; kitap okurken yalnızca uygunsuz bir şey olarak algıladığımız bütün bu şeyler, tersine öylesine tatlı (o zamanda bu denli bir aşkla okuduğumuz kitaptan çok daha kıymetli olduğunu şimdi anladığımız) bir anıyı içimize işliyordur ki, bugün bile geçmiş zamanın bu kitaplarını karıştırmak aklımıza gelirse, bu kitapları, geçmiş günlerden kalan tek takvim olarak ve artık yaşamayan evlerin ve gölcüklerin, sayfalarına yansıdığını görme umuduyla karıştırırız. Rahatça okuyabilecek kadar dingin ve dokunulmaz, günün her saatine sırasıyla sığınılan tatil günlerindeki bu okumaları kim anımsamaz. Sabahları, park dönüşü, herkes “bir gezinti yapmaya” gitmişken, halen uzak olan yemek saatine kadar sesi soluğu pek çıkmayan yaşlı Félicie dışında kimsenin girmediği ve duvara asılı boyalı tabaklar; bir önceki günün yaprağı halen koparılmış takvim; karşılık beklemeden konuşan ve anlamca boş tatlı kelimeleri, okuduğunuz sözcükleri değiştiren bireylerin laflarından farklı, duvar saati ve ocak türünden okumaya çok saygılı dostların bana eşlik ettiği yemek odasına süzülüverirdim. Sabahları erken kalkan bahçıvan amcamın yemek sırasında, “Rahatsız etmiyor ya! Biraz ateş insana iyi gelir; sizi temin ederim ki, saat altıda bostan pek soğuk oluyor. Sekiz gün sonra Paskalya olduğuna kim inanır!” diye sözünü ettiği ufak odun ateşinin yanına, bir iskemleye ilişirdim. Okumaya, ne yazık ki son verecek olan yemeğe hâlâ iki büyük saat vardı. Zaman zaman pompanın gürültüsü işitilir; su sızdırdığından bakışlarınız pompaya yönelir ve orada, çok yakında zamandaki, yarım ay şekilinde tuğla ve fayanslarla kaplı menekşe tarhları olan –bu menekşeler, adeta şu çok güzel gökyüzünden, şu yanardöner renkli ve kimi zaman köy çatıları içinden görülen kilisenin vitraylarında yansır gibi olan gökyüzünden, fırtınadan önce veya sonra, çok sonra, gün batarken beliren hüzünlü gökyüzünden derlenmiş gibidir– ufak bahçenin tek ağaçlıklı yolundaki kapalı pencereden pompaya bakardınız. Ne yazık ki, aşçı kadın sofrayı kurmaya pek erken gelirdi; bari konuşmadan kursa! Ama, “Böyle rahat değilsiniz, size bir masa yanaştırayım mı?” demek zorunda sanırdı kendini. “Hayır, teşekkür ederim,” diyebilmek için birdenbire susmak ve gözlerin okumakta olduğu bütün sözcükleri dudakların içinde usulca, koşarak tekrarlayan sesi uzaklardan geri getirmek gerekirdi; sesi durdurmak, dışarı çıkarmak ve uygunca, “hayır, teşekkür ederim,” diyebilmek için bu sözcüklere kaybetmiş oldukları olağan yaşam görüntüsü ve yanıt vurgusunu vermek gerekirdi. Zaman geçerdi, yorulup gezintiyi kısa kesenler, “Méséglise’den dönenler” veya “yazacak şeyleri olduğundan” o sabah çıkmayanlar, çoğu zaman, yemekten fazla önce yemek salonuna gelmeye başlardı. “Seni rahatsız etmek istemem,” derlerdi ama ânında ateşe yaklaşmaya, saate bakmaya, yemeğe oturmanın pek de fena olmayacağını söylemeye başlarlardı. “Yazmak için kalmış” erkeğin veya kadının etrafını özenle çevirirler ve saygı, sır, çapkınlık ve ihtiyat içeren bir gülümsemeyle ona, “Minik yazışmanızı bitirdinız mı?” diye sorarlardı, adeta bu “minik yazışma” hem bir devlet sırrı, bir bunun yanı sıralık, hem de keyif kaçırıcı bir şeymiş gibi. Bazıları daha fazla beklemeden, masaya, kendi yerlerine önceden otururdu.

Bu bir felaketti, çünkü bu davranış sonradan gelenlere çoktan öğle olduğunu düşündürtecek ve ailemi, “Hadi, kapa kitabını, yemek yiyeceğiz,” gibi öldürücü kelimeleri söylemeye yöneltecek kötü bir örnekti. Her şey hazırdı, sofra örtüsünün üzerine bütün sofra takımı yerleştirilmişti, yalnızca yemeğin sonunda getirilen şey eksikti: bahçıvan ve aşçı amcanın bizzat masada kahve yaptığı camdan aygıt; bir fizik aleti gibi karmaşık, boru şekilindeki bu aygıt güzel kokardı ve buğulanmış çeperlerde kokulu ve kahverengi bir kül bırakan ani kaynamayı cam kapakta görmek çok hoştu; yine bu amca, her zaman aynı oranlarda karıştırdığı krema ve çilekleri, renklerle uğraşan bir ressamın deneyimi ve bir oburun uzgörüsüyle, gereken pembeliğe eriştiklerinde karıştırmayı durdururdu. Yemek bana ne kadar da uzun gelirdi! Büyük halam itirazı hoşgörü ile karşılayan ama kabul etmeyen bir tatlılıkla düşüncesini belirtmek için tadardı yemekleri yalnızca. Bir roman, dizeler, haddini iyi bildiği şeyler ile ilgili, bir kadın alçakgönüllülüğüyle daha balakalı olanların düşüncesine her zaman güvenirdi. Bu konuların, tek bir birinin beğenisinin doğruyu saptamaya yetmediği geçici heveslerin belirsiz alanı olduğunu düşünürdü. Ama kaidelerinı ve ilkelerini annesinden öğrenmiş olduğu birtakım konular; kimi yemeklerin yapılışı, Beethoven’in sonatlarını çalma ve nezaketle konuk ağırlama ile ilgili kusursuzluğun ne olduğunu bildiğine ve öbür bireylerin bu kusursuzluğu ne kadar yakın olduğunu ayırt ettiğine emindi. Zaten bu üç hususta da kusursuzluk aşağı yukarı aynı şeydi: yeteneklerde bir tür basitlik, sadelik ve tatlılik. Kesinlikle baharat konulmaması gereken yemeklere baharat konmasına, piyano çalarken gereğinden fazla pedal kullanılmasına veya yapmacık çalmaya, “misafir kabul ederken” kusursuz bir doğallıktan çıkılmasına ve insanın kendinden abartıyla söz etmesine şiddetle karşı çıkardı. Daha ilk lokmadan, ilk notalardan, basit bir belirtiden yola çıkarak karşısındakinin iyi bir aşçı, gerçek bir müzisyen, iyi yetiştirilmiş bir kadın olup olmadığını bildiği iddiasındaydı. “Benden daha hünerli olabilir ama bu kadar basit bir andanteyi böyle abartıyla çalarak zevkten yoksun olduğunu gösteriyor.” “Çok göz alıcı ve nitelikli bir kadın olabilir ama kendinden bu denli ayrıntılı söz etmesi incelik eksikliği.” “Çok balakalı bir aşçı olabilir ama patatesli biftek yapmayı bilmiyor.” Patatesli biftek! Gözde yarışma parçası, basitliğiyle bile zor, mutfağın bir tür Patetik Sonatı, toplumsal yaşamda bir hizmetçi üzerine sizden bilgi almaya gelen, incelikli ve eğitimli olup olmadığını kolay bir şekilde bir davranışla ispatlayabilen soylu kadının ziyaretinin gastronomik eşdeğeri! Büyükbabam gururuna öyle düşkündü ki, bütün yemeklerde başarılı olunsun isterdi ve yemek yapma hususunda ne zaman başarısız olunduğunu asla anlayamayacak kadar az şey bilirdi. Çok ender de olsa kimi zaman başarısız olunduğunu kabul edebiliyordu ama tamamen rastlantı sonucu. Tersine, aşçı kadının falanca yemeği yapmayı bilmediğine ilişkin büyük halamın her zaman gerekçelendirilmiş eleştirileri, büyükbabama hoşgörüden özellikle yoksun gelirdi.

Genelde, büyük halam yemeği dudağının ucuyla tattıktan sonra, onunla tartışmaktan kaçınmak için düşüncesini belirtmezdi, zaten biz de hoşuna gitmediğini ânında anlardık. Susardı ama büyükbabamı öfkeye boğmaya yetecek, kesin ve kararlı bir onaylamazlığı uysal gözlerinden okurduk. Büyük halamın sessizliği karşısında sabrı taşan büyükbabam, inceden inceye alay ederek düşüncesini belirtmesini rica eder, sorularla onu sıkıştırır, kızdırırdı, ama halamın, büyükbabamın düşüncesini, ara yemeğin fazla şekerli olmadığını doğrulamak yerine, azap çekmeye razı olduğu hissedilirdi.

Marcel Proust – Okuma Üzerine PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu