PDF

Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları PDF Oku indir

Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları kitabını araştırdık. Ayrıca Mîna Urgan tarafından kaleme alınan Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları kitap özetinin yanı sıra, Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları pdf oku, Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları yandex, Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları e-kitap pdf, Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları PDF Drive, Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları PDF indir Oku

İhtiyarlar ne yaparlar? Anılarını yazarlar. Ben de bunu yapıyorum işte. Günce tutmak alışkanlığım olmadığı; fakat altmışından sonra ve yalnız yolculuklarımda notlar tuttuğum için, bu dinozorun anıları biraz kopuk kopuk olacak. Üstelik belleğim de hiç kuvvetli değildir. Bunun nedeni, bir çok şeyi kafamdan tamamiyle silmek istememdir belki de. Çünkü bizi derinden yaralayan hadiseleri hiç anmamak, tümüyle unutmak, daha doğrusu unutmuş gibi davranmak zorundayız yaşamaya devam edebilmek için. Anılarımı yazmaya başlarken seksen iki yaşma bastım. Bu işi tamamlamaya ömrüm vefa eder mi bilemem. Ama bunu deneyeceğim mutlaka. Çünkü belleksiz bir toplum olmamızı önlemek için, herkesin anılarını yazmasını yararlı buluyorum. Köşedeki bakkal gördüklerini kaydetse, sokağındaki evlerin nasıl apartmanlaşmaya vardığmı, orada oturanların ne gibi değişimlere uğradığını, kendi bakkaliyesinin nasıl markete dönüştüğünü anlatsa, bunlar bile enteresan olur bana kalırsa. Ne var ki, görev bildiğim bu işe bir nebze bencillik de karıştığını yadsıyamam. Çünkü benim gibi, ruhun ölümsüzlüğüne, öteki dünyaya filân inanmayan bir insan, karanlık bir boşlukta yok olmadan önce, çok ufak de olsa, bir iz bırakmak ister peşinde. Tek ölümsüzler sanatçılardır, şairlerdir, yazarlardır, düşünürlerdir. Şimdi ünlü olmasalar bile, ileride değerleri anlaşılacaktır.

Çamurlu bir su birikintisine, bembeyaz, ışıl ışıl ışıldayan çok güzel bir çakıltaşı atmışlardır onlar. Çamurlu sular nasıl olsa bir gün çekilecek, o güzel çakıltaşı gün ışığına çıkacaktır. Büyük yaratıcılar, her zaman yaşayacakları, hiçbir zaman unutulmayacakları için, anılarını yazsalar da olur, yazmasalar da. Oysa benim gibi bir öğretmeni, öğrencilerinden, ailesinden, yakın dostlarından başka kim anımsayacaktır? Onlar da öldükten sonra, o öğretmen tümüyle yok olacaktır karanlık boşluklarda. Anılarıma başlarken, her şeyden önce, gençliğin bir mutluluk, yaşlılığın ise bir mutsuzluk dönemi olduğu mitosunu yıkmak istiyorum. Gençliğin mutluluğu, gençlerin kendileri dışında nerdeyse herkesin inandığı koca bir yalandır. Hiçbir gencin, “genç olduğum için aman ne mutluyum” dediği duyulmamıştır. Ama her nedense yaşlılar “ah! gençken ne mutluydum!” diyerek kendilerini aldatıp dururlar. Ailesi ve çevresi tarafından az çok korunan bir çocuk, on altı on yedi yaşına varıp, kimliği halen gelişmeden, kendini savunma mekanizması halen işlemeye başlamadan; toplumun, bireylerin, cinselliğin gerçekleriyle ansızın yüz yüze gelince, nasıl mutlu olabilir ki? Bir hayli dirençli, iyimser bir insan olduğum için, bu uzun ömrüm boyunca başıma gelen felâketlere dayanabildim ama, on beş ile yirmi beş yaşları içinde çektiklerime bir daha dayanamam gibi geliyor bana. Dertlerime, beni şaşırtan yoğun sevinçler de karışıyordu tabi ki. Ne var ki, dertler, sevinçlerden ağır basıyordu her zaman. Çünkü kişisel poblemlerim bir yana, dünyanın felâketlerinden, toplumsal düzenin haksızlıklarından, bireylerin birbirilerine acımasızlığından sorumluymuşum; bunlara bir çare bulmam gerekiyormuş gibi bir duyguya kapılmıştım. Bu yükümlülüğü her zaman duymakla birlikte, gençliğimde kendimi yalnız sanırdım. Oysa yükümü benimle paylaşan başka insanlar da olduğunu biliyorum artık. Gençliğimde çok acı çektim, ama şimdiki gençlerin acıları benimkinden bin beter herhalde.

Çünkü benim kuşağım, gençliğini ve gençliğin poblemlerinı umutlu bir zamanda yaşadı hiç olmazsa. O birinci ve tek cumhuriyet gözümüzün önünde kurulmaktaydı. Eğer çalışırsak, doğru dürüst eğitim görürsek, aç biilaç ortalarda kalmayacağımızı biliyorduk. Güçlü bir umut içimize öyle derin kökler salmıştı ki, şimdi yaşadığımız toplumsal felâketler, hortlayan gericilik bile, benim gibi dinozorları hâlâ senediramadı. Oysa liberal adı verilen ekonominin o yağmacı ve vahşi kapitalizminin yıkıcı rekabet ortamı içinde bocalayan Turgut Özal’ın zavallı veletlerinde, bu türden bir umut hiç yok. Çok çalışsalar da, üniversiteler bitirseler de, aç kalacakları korkusundan kurtulamıyorlar. Ne yazık ki, çoğunun amacı, bizim kuşağın amacından bambaşka. Bizler, kendimizi her açıdan en iyi biçimde eğitip, hem çevremize yararlı olmak, hem de huzur içinde yaşamak isterdik. Onlar ise, ellerinden geldiği kadar çok para kazanmak istiyorlar. Çünkü bizlerin her şeyden mühim saymadığımız para, onların tek güvencesi. Bir insanın, insanca yaşayabilecek kadar para kazanması şarttır tabi ki. Ama Özal veletleri, çok çok para, gerektiğinden fazla para kazanmak istiyorlar. (İkide birde “Özal veletleri” diyorum. Çünkü bu berbat zihniyet, Turgut Özal’m o çirkin”vizyon”larmdan kaynaklandı. Rahmetli, 12 Eylül darbecilerinden fazla daha fazla kötülük etti bu memlekete.

Çünkü darbeciler gibi işkence yoluyla bedenlere hasar vermekle yetinmedi, kafalara hasar verdi.) Zenginleri sevdiğini açıkça söylemekten hiç utanmayan bir adamın etkisine kapılıp para hırsına teslim olan, kültürü önemsemeyen, tiyatroya, klasik müzik konserine, resim sergisine gitmeyen, kitap okumayan bu gençlerin, sanatın insana verebileceği nazlardan yoksun kalmaları yüreğimi parçalıyor. Paranın hayatlarını zenginleştirmediğinin, kişisel poblemlerina da bir çözüm getiremeyeceğinin iş işten geçtikten sonra farkına varacaklardır. Üstelik I.Q’nun yetmediğini, bir işi yönetene iş yaşamında başarı sağlamak maksadıyla bile E.I.Q. (Emotional Intelligence Quotient) gerektiğini, Amerikalılar bile anladılar artık. Bu duygusal zekâ ise, kitap okuyarak, müzik dinleyerek, tablolara bakarak, yani sanatla gelişebilir fakat. Gençliği bir mutluluk dönemi sanmak yanılgısına düşenler, yaşlılığı da, acıklı, hattâ biraz ayıp bir dönem sayıyorlar. “Artık ben yaşlıladım” deyince, “hayır yaşlılamadınız, yalnızca yaşlandınız” diyorlar. Sanki yaşlanmakla yaşlılamak aynı anlama gelmiyormuş gibi, “yaşlılamak” hafifçe müstehcen bir sözcükmüş gibi. Bir de “sizi çok iyi gördüm” lâfı var. Benden genç olanlar, benimle karşılaşır karşılaşmaz, “sizi çok iyi gördüm” diyorlar selam yerine. Bunu otomatik olarak söylerken, iyiniyetliler, “vah zavallı! Amma da çökmüş!” diye düşünüyorlar.

Kötü niyetliler de, “bu moruk da hâlâ ayakta kaldı.” diyorlar içlerinden. Oysa yaşlılamak, hiç utanılacak bir durum değil, üzülecek bir durum da değil. Bernard Shaw, yaşını açıkça söyleyen bir kadından korkulması gerektiğini; çünkü bunu açıklayan bir kadının her şeyi açıklayabileceğini söyler. Yaşımı bildirmekten hiçbir zaman çekinmedim. Hattâ iyice yaşlıladıktan sonra, biraz gururla, nerdeyse övünerek ilan etmeye başladım tam kaç yaşında olduğumu. Onun için, yüzlerine bir maske takarcasma ağır makiyajlarla yaşlarını gizlemeye çalışan kadınları pek anlayamıyorum. Belirli bir yaşa kadar makiyaja hiç de karşı değilim. “Otuzuma basınca, ben de makiyaja başlayacağım” derdim kendi kendime. Ama bu iş çok vakit aldığı için, üşendim, başlayamadım. Sonra otuz beşe erteledim makiyajı, sonra kırka. Kırktan sonra da iş işten geçti zaten. On yıl kadar önce, annemin gençlik arkadaşı Bedia Muvah-hit’le karşılaşmıştım bir lokantada. Yanına gittim, eğildim, “Bedia Teyze, yetmişimi aştım” diye fısıldadım kulağına. Bu münasebetsiz lafımla onun da yetmişini çoktan aştığını söylemek istediğimi hemen anladı.

“Sus, terbiyesiz kız!” diye beni şakadan azarladı. Bedia Muvahhit, pek beğenmediğim o ağır maki-yaj maskelerini yüzüne geçirirdi ama, zekâsına da, şakalerine de diyecek yoktu. Bana kalırsa, bir insanın yaşamında en güzel seneler gençlik değil, otuz beş ile kırk beş arasıdır. Gençliğin sıkıntılarından kurtulmuş, yaşlılığın poblemleriyla halen karşılaşmamışsmızdır. Ne çare ki, o güzel seneler da geçer, her şeyin gelip geçtiği gibi. Altmışından sonra, çok güç bir dönem başlar. Artık genç olmadığınız, orta yaşlı da sayılamayacağınız, yaşlanmaya yüz tuttuğunuz gerçeğine katlanmak zorunda kalırsınız. Hiç de kolay değildir bu. Ama bu acı gerçeğe katlananlar, “artık ben yaşlıyım” diyenler, akim alamayacağı bir rahata kavuşurlar. Eğer sağlık durumları az çok yerindeyse, hiç kimseye muhtaç olmadan bir evde yalnız yaşayabiliyorlarsa, yaşlılığın huzurlu, hattâ mutlu bir döneni olabileceğini anlarlar. Bunu anladıktan sonra da, yaşlılığın nimetlerinden yararlanabilmenin yolunu arayabilirler. Misal verilecek olursa, yaşlandıklarını bahane ederek şımarabilirler. Gençliğimde ve orta yaşlıyken pek şımarık değildim. Ama baktım ki, yaşlılığımda, “şunu yapmak istiyorum, bunu yapmak istiyorum, şunu yemek istiyorum, bunu yemek istiyorum” diye tutturunca, yakınlarım, sekiz yaşında bir çocuğun isteklerini yerine getirdikleri gibi, bu seksenlik yaşlıın da isteklerini yerine getiriyorlar. Ben de hiç utanmadan, elimden geldiğince sö-mürüyorum bu durumu.

Şımarıklık numaralarımı fakat kızım Zeynep’e yutturamıyorum. “Şımardın gene” diyerek beni şakadan azarlıyor. Zaten belirli bir yaşa kadar siz çocuklarınızı azarlarsınız, ondan sonra çocuklarınız sizi azarlamaya başlar.

Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu