PDF

Muhyiddin İbn Arabi – Fususu’l-Hikem PDF Oku indir

Muhyiddin İbn Arabi – Fususu’l-Hikem PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Muhyiddin İbn Arabi – Fususu’l-Hikem kitabını araştırdık. Ayrıca Muhyiddin İbn Arabi tarafından kaleme alınan Muhyiddin İbn Arabi – Fususu’l-Hikem kitap özetinin yanı sıra, Muhyiddin İbn Arabi – Fususu’l-Hikem pdf oku, Muhyiddin İbn Arabi – Fususu’l-Hikem yandex, Muhyiddin İbn Arabi – Fususu’l-Hikem e-kitap pdf, Muhyiddin İbn Arabi – Fususu’l-Hikem PDF Drive, Muhyiddin İbn Arabi – Fususu’l-Hikem Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Muhyiddin İbn Arabi – Fususu’l-Hikem PDF indir Oku

Yüce ve eşsiz Allah, sayıya sığmayan güzel isimlerinin âyan-ı sâbite[5] âlemindeki suretlerini görmek diledi. İstersen –başka bir ifade ile- Allah vücud ile vasıflanmasından dolayı emri hasreden toplu varlık âleminde kendi aynını görmeyi ve bu görüşle kendi sırrını kendine açıklamayı murat etti diyebilirsin. Bir şeyin kendi benliğini kendi nefsiyle görmesi, o şeyin meselâ ayna gibi başka bir şeyde kendi nefsini seyretmesine benzemez. Çünkü kendisine bakılan mahallin verdiği surette bakanın kendi nefsi görünür. Böyle bir mahal olmasaydı ve Allah’ın ona tecellisi bulunmasaydı kendisine bir suret görünmezdi. Halbuki Yüce Allah bütün âlemi ruhsuz bir ceset olarak yaratmıştı. Bu itibarla âlem halen tesviye edilmemiş donuk ve cilâsız bir ayna gibi idi. Allah hikmetinin şanı ise herhangi bir mahalli fakat rahmâni nefes adı verilen ilâhî ruhu kabul edebilecek bir istidatta tesviye etmektir. Bu da bitmez, tükenmez daimî tecelli feyzinin kabulü için tesviye olunan bu surette istidat hâsıl olmasıdır. Şimdi bir kabil [Şekil ve suret kabul eden varlık] kaldı ki, o da fakat feyz-i akdes[6]ten gelmektedir. Böyle olunca her emrin başlangıcı da sonu da ondandır. Bütün varlık ondan başladığı gibi yine ona döner. Emir, âlem adı verilen aynanın cilâlanmasını gerekli kıldı. Bundan dolayı Âdem bu aynanın cilâsı ve bu suretin ruhu oldu. Melekler de sûfilerin ıstılahında âlem-i kebir adı verilen bu suretin yani âlemin suretinin bazı kuvvetlerinden oldu.

Şu hale göre melekler insanın yaratılışındaki hissî ve ruhanî kuvvetler gibi sayıldı. Onlardan her kuvvet kendi nefsi ile örtülmüştür. Kendisinden daha üstün bir şey göremez ve şüphesizdir ki bu kuvvetler, Allah katındaki her yüce mertebe ve yüksek derece için kendilerinde ehliyet olduğunu sanırlar. Çünkü bunlar nazarında, Allah’a ve gerçeklerin gerçeği yönüne ve bu vasıfları taşıyan ilk yaratılışta âlemdeki kabillerin hepsini, yükseğini, alçağını içine alan bütün tabiat âleminin icap ettirdiği birliğe râci olan şey içinde ilâhî bir cemiyet [topluluk] mevcuttur. Bu hakikatı akıl nazarî düşünce ile bilemez. Belki bu fen fakat ilâhî keşif yolu ile anlaşılabilir ve ruhlarını takınan âlem suretlerinin aslı bundan belli olur. İşte sözü geçen bu mahlûka “insan” ve “halife” adı verildi. Bu isimle anılmasının sebebi ise yaratılışındaki topluluktan ve hakikatlerin bütününü inhisarı altına almasından dolayıdır. İnsan, Allah katında bakan bir gözdeki göz bebeği gibidir ve görmek sıfatı ile tâbir edilmiş olan mahlûk odur. İşte bundan dolayı ona insan denildi. Çünkü Allah, mahlûklarına insan ile nazar kıldı ve onlara rahmet eyledi. Şu halde o ezelî olan insan, (şekliyle) hâdis, zuhur ve neş’eti yönünden ebedî ve daimîdir. O iki ciheti birleştiren ayırıcı bir varlıktır. [yani ezel ve ebedî yönlerini onun vücudu birleştirmiştir.] Âlem onun vücuduyla tamam oldu.

Bu itibarla o âleme nazaran yüzüğün kaşı gibidir. O, padişahın hazineleri üzerine vurduğu mührün nakşine mahal oldu. Bundan dolayı ona “halife” adı verildi. Mühür hazineleri koruduğu gibi Allah mahlûklarını da o “halife” korur. Padişahın mührü o hazineler üzerinde bulundukça onları açmaya kimse cesaret edemez. Lakin onun izniyle açılır. Şu halde Allah âlemi korumak hususunda âdemi kendine “halife” kıldı. Bu hale göre içinde insan-ı kâmil var bi hayli âlem, daima korunmuş olacaktır. Görmez misin ki dünya hazinesinin mührü olan insan-ı kâmil o hazineden ayrılıp da mührü bozulacak olsa Allah’ın bu hazinede saklayacağı bir şeyi kalmaz. İçinde her ne varsa boşanır. Varlıkların bazısı bazısına karışır. İş ahirete varır. Şu halde insan-ı kâmil, ahiret hazinesi üzerine ebedî mührünü vurmuş olur. Şu halde ilâhî suretlerde olan isimlerin hepsi insanın bu doğuşunda bilgisi verildi. İş böyle olunca da onun rütbesi bu varlığı ile her şeyi kendinde toplamak ve kavramak mertebesine erişti ve Allah’ın hücceti melekler üzerine onunla yerleşti.

O halde uyanık ve dikkatli ol; muhakkak ki Yüce Allah sana senden başkasıyla öğüt verdi ve düşün; üzerine Allah itâbı gelen kimseye bu itâb nereden geldi? Melekler, bu halifenin yaratılışındaki sırra eremedikleri gibi zatî ibadet bahsine ait Hakk’ın gerekli kıldığı şeyi de bilmediler. Çünkü hiç kimse Allah ile ilgili kendi benliğinin vermiş olduğu şeyden başkasını bilemez. Meleklerde Âdem’deki topluluklar yoktur.[7] Onlar kendilerine mahsus olan ilâhi isimlerden başkasını bilmediler ve Hakk’ı fakat bildikleri isimlerle tesbih ve takdis etiler. Bu itibarla melekler üzerine bizim dile getirdiğimiz şey galebe etti ve bu hal onlar üzerine hâkim oldu. Bu böyle olunca onlar yaratılış yönünden “Yarabbi Sen yer yüzünde fesat çıkaracak olan kimseyi mi halk edeceksin?” [Bakara, 30] dediler. Halbuki bu hal Allah ile nizâdan başka bir şey değildi. Bu nizâ da onların yaptığı şeyin aynıdır. Şu halde Âdem ile ilgili dile getirdikleri şey Allah ile ilgili dile getirdiklerinin bir benzeridir.

Muhyiddin İbn Arabi – Fususu’l-Hikem PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu