PDF

Muhyiddin İbn Arabi – Nurlar Hazinesi PDF Oku indir

Muhyiddin İbn Arabi – Nurlar Hazinesi PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Muhyiddin İbn Arabi – Nurlar Hazinesi kitabını araştırdık. Ayrıca Muhyiddin İbn Arabi tarafından kaleme alınan Muhyiddin İbn Arabi – Nurlar Hazinesi kitap özetinin yanı sıra, Muhyiddin İbn Arabi – Nurlar Hazinesi pdf oku, Muhyiddin İbn Arabi – Nurlar Hazinesi yandex, Muhyiddin İbn Arabi – Nurlar Hazinesi e-kitap pdf, Muhyiddin İbn Arabi – Nurlar Hazinesi PDF Drive, Muhyiddin İbn Arabi – Nurlar Hazinesi Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Muhyiddin İbn Arabi – Nurlar Hazinesi PDF indir Oku

Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Tasavvuf Târihi ve İslâm düşünce hayâtındaki yeri itibâriyle başta gelen şahsiyetlerden biridir. Aynı zamanda velûd bir müellif olan Şeyh-i Ekber’in, tekrâra düşmeksizin çok sayıda eser meydâna getirdiği bilinmektedir. İlerideki Giriş’ten anlaşılacağı üzere, kendisinin Hadis ilmi sâhasında da dikkate değer çalışmaları olmuştur. Tercümesini sunduğumuz Mişkâtü’l-Envâr bunun mahsullerinden biridir. Eserde bulunan hadislerin, çoğunlukla, tasavvufî düşünceye kaynaklık eder mâhiyette olduğu görülüyor. “La Niche des Lumieres” (Mişkâtü’l-Envâr) ismiyle neşredilen bu eser, Muhammed Vâlsan tarafından hazırlanıp, Arapça metni ve Fransızca tercümesiyle, 1983 senesinde Paris’te basılmıştır. Giriş ve Ek-I kısmı nâşir tarafından Fransızca olarak yazılmıştır. Elinizdeki tercümeyi bu baskıdan yapmış yer alıyorum. Kudsî hadislerde karşımıza yer yer bi hayli teksîfî mânâlar çıkmaktadır. Bunların anlaşılır bir biçimde dilimize aktarılmasının kuvvetliğü, erbâbınca mâlûmdur. Temel hadis kitaplarında bulunan hadisleri, mevcud Türkçe tercümeler ve Fransızca tercümeyle karşı karşıya geldirarak en uygun ifâdeyi bulmaya çalıştım. Arapça metindeki sened zincirlerinin tamâmı, tercümede yer almamaktadır. Hadislerin çoğunun yerini, bir yahut birkaç hadis kitabından, bölümleri yahut cilt ve sayfalarıyla birlikte gösterdim ve bunları sayfa sonlarında dipnot hâlinde verdim. Bâzı hadislerin sonunda, parantez içinde verilen “hasen”, “garib” gibi değerlendirmelerle, hadîsin alındığı yeri gösteren ifâdeler İbn Arabî’ye âit metinde bulunmaktadır. Lakin 4, 8, 11 ve 17 numaralı hadislerin sonundaki kitap isimleri ise Fransızca tercümeden alınmadır.

İlâve etmek lüzûmunu duyduğum bâzı notları (M. Demirci) rumuzuyla dile getirdim. Görebildiğim kadarıyle, dilimize kazandırılmış müstakil Kudsî Hadis tercümeleri şunlardan oluşmaktadır: 1- İlâhî Hadisler, Abdürraûf el-Münâvî (1031/1622)’nin el-İthâfü’s-Seniyye bi’l-Ahâdîsi’lKudsiyye’sinin tercümesi. Çeviren Hasan Hüsnü Erdem, Diyânet İşleri Başkanlığı yayını, 2. baskı, Ankara 1963. 2- Kırk Kudsî Hadis, Aliyyü’l-Karî (1014/1606)’nin el-Ahâdîsü’l-Kudsiyye ve’l-Kelimâti’lÜnsiyye’sinin tercümesi. Çeviren Hasan Hüsnü Erdem, Diyânet İşleri Başkanlığı yayını, 3. baskı, Ankara 1982. 3- 40 Kudsî Hadis, Trabzonlu Medenî Muhammed Efendi (1123/1711)’nin el-İthâfü’s-Seniyye fi’lAhâdîsi’l-Kudsiyye’sinin tercümesi. Çeviren A. Fikri Yavuz, 7. baskı, İstanbul 1981. 4- Kırk Kudsî Hadîsin Tercüme ve Îzâhı, hazırlayan: Ramazan Yıldız (kendi derlemesi), İstanbul 1981. 5- 75 Kudsî Hadîsin Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr.

Ahmed eş-Şerebâsî’nın derleme ve şerhi. Çeviren Nâim Erdoğan, İstanbul 1981. Tercümesini sunduğumuz Mişkâtü’l-Envâr’ın aslını temin ederek, Türkçeye çevrilmesi için bana teşvikte bulunan ve bu hususta fikirlerini esirgemeyen Prof. Dr. Mustafa Tahralı’ya şükran borçluyum. Ayrıca Kudsî Hadis ile ilgiliki görüş ve düşüncelerini lütfeden (Ek-II) Prof. Dr. Ali Yardım’a teşekkür ederim. Bu hadislerdeki kudsiyet ve ilâhî rahmetle gönüllerimiz bir nebze olsun yıkanıp arınırsa, sarfedilen gayretler hedefine ulaşmış sayılır. İbn Arabî’de Bir Hadîs-i Kudsînin Yorumu İbn Arabî’nin eserlerinde âyet-i kerîme, hadîs ve hadîs-i kudsîlerin yorumu gerçekten dikkat etmeye ve üzerinde durulmaya değer. Mişkâtü’l-Envâr adı altında derlediği 101 kudsî hadis kitabı ve onun eserleri içinde sözü edilen hadis ile alakalı diğer eserleri İbn Arabî’nin “hadîs”e husûsî alâkasını göstermektedir. Gerek Fütûhât-ı Mekkiyye ve gerekse Fusûsu’l-Hikem’de ortaya koyduğu bütün görüş ve düşüncesinin temel ve esas kaynağı Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet’tir. Tasavvuf yolunda sözü edilen “ilham” ve “keşf”, bir bakıma kalben îman ve bedenen amel konularını tespit eden bu iki temel kaynağın “hâl” ve “mânâ” olarak yaşanması netîcesinde ulaşılmış bir “idrâk” çeşididir diyebiliriz. Bir bakıma ise, bu “idrak” çeşidi, dînin temeli olan bu iki kaynağa “akl”ı aşan ve doğrudan “kalb”e hitap eden bir yorum imkânı getirmiştir. “Vahiy” ile nâzil olan Kur-’ân-ı Kerîm ve “vahy-i gayr-i metlüv” adıyla da isimlendirilen Sünnet’in yorumlanmasında, her ne kadar sâdece “akıl” ön plânda görülüyor ise de, “ilham” ve “keşif” adı verilen bir idrak çeşidi ile, başka bir deyişle “kalp” melekesiyle de yorumlanması, bu nasların akıl-üstü olan “vahyî” mâhiyetine bir bakıma daha uygun düşeceği de göz önünde bulundurulmalıdır.

Zîrâ “vahy”in menşei Allah Teâlâ olduğu gibi, “ilhâm”ın kaynağı da O’dur. Lakin şu da var ki, ilham ve keşif, bilindiği ve kabul edildiği üzere, “vahy”in kesinliğine sâhip değildir. Onun için ilham ve keşif mahsûlü olan bilgiler, bütün mü’min ve müslimler için delil ve hüccet olmayıp, bu yolla gelen bilgileri “kalben” idrak edebilen veyâ bu bilgilerin bir “hakîkat” ifâde ettiğini “kalbî” bir kıstasla ölçebilen veyâhut başkasının ilham ve keşfini bizzat kendi ilham ve keşfi ile tasdik ve te’yid edebilen kimseler için geçerli bir hüküm ve mânâ ifâde eder. Bu görüş tasavvuf ehlinin kendi aralarında derecelenmeleri yönünden da doğrudur. Temel konular dışında farklı ilham ve keşfe sâhip olanlar, kendi idrâkine tâbi’ olup başkasının keşif ve ilhâmına tâbi’ olmazlar. Lakin şu noktayı da belirtmek yerinde olacaktır ki, tasavvuf ehli içinde aynı “makam”, “mertebe” ve “hal” içinde bulunanlar birbirlerinin görüş, ilham ve keşfini tasdik ve kabul etmişlerdir. İ’tiraz veyâ farklı kanâat beyânı mutasavvıfların mertebe, makam ve hal farkları ile alakalıdir. Daha geniş bir ifâde ile söyleyecek olursak, aklî bilgi ve görüşler “akıl ehli” etrafında kabul gördüğü gibi, tasavvufî bilgiler de tasavvuf ehli içinde, onlara yakınlığı olanlar ve bu nevî bilgileri idrâke isti’dâdı olanlar içinde kabul görmekte ve benimsenmektedir. İbn Arabî ilham veyâ keşif yoluyla ulaştığı herhangi bir bilgiyi eserlerinde yeri geldikçe açıklamaktadır. Burada belirtmek istediğimiz husus, onun bu yolla ulaşmış olduğu “bilgi”yi, “mârifet”i, “ilm”i veyâ “hakîkat”i okuyucusuna “akıl” yoluyla ve şer’î bir bilgi olarak “ilmen” verme üslûbudur. İdrâk ettiği herhangi bir bilgiyi, nasları titiz ve ince bir dikkatle yorumlayarak insan “akl”ına hitap edişi ve bu bilgileri âyetler ve hadislerle, din ehlince kabul edilebilecek “ilmî” bir metodla ortaya koyuşu onun dikkat çekici bir husûsiyeti olarak görünmektedir. Onun bu husûsiyetini birazdan ele alacağımız hadîs-i kudsîyi yorumlayışında göreceğiz. Şurası muhakkak ki, mü’min ve müslim için, âyetler ve hadisler bir emir veyâ nehiy ihtivâ ediyorsa ittibâ edilmesi veyâ kaçınılması gereken konuları belirtmektedir. Amel ile alakalı olmayıp bir “bilgi” ve bir “hakîkat” ihtivâ eden âyet ve hadislerin ise doğru ve yüksek bir anlayış ile ilmen idrak edilmesi mü’minin vazîfeleri cümlesindendir. Bu hususta mü’minler içinde ihtilaf yoktur.

İşlenen emir veyâ kaçınılan yasak her mü’min ve müslimde aynı “mânevî te’sir” ve “kemâl”i sağlayabilir mi? Zâhirde fiilin ve amelin benzer olması, onun bihakkın îfâ edildiğini göstermemektedir. Bu durum Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet’te açıklanmıştır. Onun için bu hususta da ihtilaf yoktur. Lakin ihtilaf noktaları kanâatimizce şöyle ortaya çıkmaktadır: Eğer bir kimse kendi işlediği amelin kendisine sağladığı şey hususunda bir hükme ulaşmış ve ona bir değer biçmişse, aynı ameli işleyen başka kimselerin de kendisinden farklı veyâ daha fazla bir şey elde edemiyeceğini “zan” etmektedir; veyâ “kelime-i tevhîd”i birden çok defalar tekrar etmekle kendisi ne kazanmışsa, başkasının daha fazla veyâ daha değişik bir şey kazanmış olamıyacağı “zehâb”ına kapılmaktadır. Eğer söz konusu, bir âyet veyâ hadîsin taşıdığı bilginin idrâki ise, kendi aklının erdiği bilgi ve ilimden değişik bir bilgiyi ve mânâyı tasdîke ne aklı ne de nefsi elvermemektedir. İşte insanın psikolojik yapısından ileri gelen bu tutum, dînî amel ve ilim konularında farklı ve çeşitli anlayış ve yorumların ortaya çıkmasına neden olmaktadır diyebiliriz. Dînin i’tikâdî, amelî ve ahlâkî hükümleri, iki kişi tarafından zâhiren ve şeklen aynı biçimde îfâ edilmiş olsa bile, ikisinin de aynı mânevî derece ve olgunluğu, “hâl”i ve “ilm”i kazandıklarını söylemek olabilecek değildir. Öyleyse din ve dînî bilgi adına söylenecek kelimelerin, temel prensipler dışında, farklı ve çeşitli bulunacağını peşînen kabul etmek, ittifâk edilecek konu ve madde sayısını asgarîden a’zamîye çıkarmaya çalışmak, birkaç farklı görüş ve bilgiden, tam anlamıyla idrak edilmese bile, daha yüksek miktarda olanı “tesbit” edebilmek ve sonra da kendi acz ve noksâ-nını i’tirâf edebilmek, bu hususta en verimli ve yegâne yol olarak görünmektedir. Bunları şunun için söylemiş yer alıyoruz ki, her mü’min ve müslimin kabûl ve tasdîk etmesi gereken i’tikâdî, amelî ve ahlâkî temel prensipleri, umûmun ilk nazarda naslardan anladığı zâhir mânâ ve hükümleri İbn Arabî’nin de kabul edip benimsediğini eserlerindeki açık ifâdelerden anlıyoruz. Lakin bir hususta daha yüksek bir ilim ve idrak söz konusu olduğu zaman, değişik bir görüş ve yorum ortaya koymaktadır. Bunu yaparken de yine naslardan hareket etmekte ve görüşünü yine naslarla açıklamaktadır. İşte İbn Arabî’nin âdetâ sözcülüğünü ettiği bu farklı yorum ve görüşe, bilhassa Osmanlı devrinde birden fazla Türk mutasavvıf ve âlimi de katılmış, onun eser ve düşüncelerine birden fazla alâka göstermişlerdir. Günümüzde eserleri Türkçeye kazandırılırken, geçmiş devirlerin şârihlerinden, “İbn Arabî ekolü” denilebilecek müelliflerden istifâde etmek isâbetli olacaktır. Onun “farklı” dediğimiz yorum ve görüşlerinin büyük bir kısmı, Türk tasavvuf edebiyâtında şiir ve nesir olarak asırlarca işlenmiş ve dile getirilmiştir. Geçmiş dînî kültürle bugünkü dînî kültür, bir başka deyişle eski ilim ve irfanla bugünkü modern dînî anlayış içindeki kopukluk ve büyük boşluk sebebiyle, bu “değişiklik” daha çarpıcı ve bâzan da çok enteresan görülebilir.

Ama geçmişten bir şeyler edinilirse, bu farklı yorum ve görüşlerin aslında ne kadar “tabîî” olduğu anlaşılacaktır. Zîrâ menşei ilâhî olan nasları bir tek mânâ ve yorumla tahdîd etmek, sonsuz olan “ilâhî ilm”i sınırlı hâle getirmek demek olacaktır. Kadîm yâni “zaman üstü” olan Kur’ân-ı Kerîm’in geçmişte ve şimdilerde farklı ve yeni yorumlarla bilinmesi da ilâhî ilmin sonsuzluğunun tecellî ve tezâhürleri olarak kabul edilmelidir. İbn Arabî’nin eserleri bu sonsuzluğu okuyucuya gösteren ve hissettiren cihanşümül bir anahtar olarak görünmektedir.

Muhyiddin İbn Arabi – Nurlar Hazinesi PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu