PDF

Patrick Süskind – Üç Buçuk Öykü PDF Oku indir

Patrick Süskind – Üç Buçuk Öykü PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Patrick Süskind – Üç Buçuk Öykü kitabını araştırdık. Ayrıca Patrick Süskind tarafından kaleme alınan Patrick Süskind – Üç Buçuk Öykü kitap özetinin yanı sıra, Patrick Süskind – Üç Buçuk Öykü pdf oku, Patrick Süskind – Üç Buçuk Öykü yandex, Patrick Süskind – Üç Buçuk Öykü e-kitap pdf, Patrick Süskind – Üç Buçuk Öykü PDF Drive, Patrick Süskind – Üç Buçuk Öykü Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Patrick Süskind – Üç Buçuk Öykü PDF indir Oku

DERİNLİK BASKISI Güzel resim yapan Stuttgart’lı bir genç hanım, ilk sergisini açtığında kötü bir niyeti olmayan bir eleştirmen, genç kadına yararı bulunacağını düşünerek şöyle dile getirdi: “Yaptıklarınız kabiliyetinizi gösteriyor, hoşa da gidiyor, fakat halen yeterli derinliği yok.” Genç kadın, eleştirmenin ne demek istediğini anlamadı, zaten fazla geçmeden de unuttu bu kelimeleri. Ne var ki iki gün sonra gazetede aynı eleştirmenin bir eleştirisi yer aldı. Bu yazıda adam şöyle diyordu: “Genç sanatçı bi hayli kabiliyetli, çalışmaları ilk bakışta çok hoşa gidiyor ama ne yazık ki derinlikleri yok.” İşte o zaman düşünmeye başladı genç kadın. Resimlerini gözden geçirdi, eski resim çantalarını karıştırdı, bütün fotoğraflarıne baktı, hatta üzerinde çalıştıklarına da. Sonra da mürekkep şişelerinin kapaklarını kapattı, tüy kalemlerini temizledi ve gezintiye çıktı. Aynı akşam bir yere davetliydi. Davetliler gazetedeki eleştiriyi ezberlemiş olmalılardı ki kadının kabiliyetinden ve fotoğrafların ilk bakışta ne kadar hoşa gittiğinden söz edip duruyorlardı. Ama genç kadın arka plandaki mırıltılara ve sırtı kendisine dönük duranların konuşmalarına kulak verince şunu duydu: “Derinliği yok. Sorun bu. Kötü değil fotoğrafları ama ne yazık ki derinliği yok.” Bunu izleyen bir hafta boyunca genç kadın hiç resim yapmadı. Evinde suskun suskun oturdu, düşüncelere daldı, kafasında bir tek düşünce vardı ve bu düşünce geri kalan bütün düşünceleri derin denizlerde yaşayan dev bir ahtapot gibi sarıp sarmalıyor, içine alıp yutuyordu. “Neden derinliğim yok benim?” Bundan sonraki hafta boyunca genç kadın yeniden resim yapmayı denedi ama yapabildiği, yalnızca bir şeye benzemeyen taslaklar oldu.

Kimi zaman da bir çizgi bile çizemedi. Sonunda öyle bir titremeye başladı ki elindeki fırçayı suluboya kavanozuna daldıramaz oldu. İşte o zaman ağlamaya başladı, “Evet, doğru,” diye bağırdı, “derinliğim yok benim!” Üçüncü hafta gelince sanat kitaplarını elden geçirmeye, başka ressamların eserlerini incelemeye, resim galerilerinde ve müzelerde dolaşmaya başladı. Sanat kuramları üzerine yazılmış kitaplar okudu. Bir kitabevine gitti ve satıcıdan elinde bulunan en derinlikli kitabı istedi. Kendisine Wittgenstein adında birinin kitabı verilince kitabı ne yapacağını bilemedi. Kent müzesinde bulunan “Avrupa Resminde 500 Yıl” adlı sergiyi gezerken orada bulunan bir öğrenci grubuna katıldı; öğrencilerin başında sanat tarihi öğretmeni vardı. Leonardo da Vinci’nin çizimlerinden birini görünce ansızın öne çıkıp şunu sordu: “Özür dilerim, bu tablonun derinliği olup olmadığını söyleyebilir misiniz bana?” Sanat tarihi öğretmeni ona sırıtarak baktı ve, “Beni alaya almak istiyorsanız sabahları daha erken kalkmanız gerek sayın bayan!” dedi. Sınıftakiler kahkahalarla güldüler buna. Genç kadınsa evine döndü ve acı gözyaşları döktü. Genç kadın gün geçtikçe enteresanlaşıyordu. Çalışma odasından aşağı yukarı hiç çıkmamasına karşın yine de çalışamıyordu. Uyanık kalmak için haplar yutuyor ama ne için uyanık kalması gerektiğini bilemiyordu. Yorulduğu zamansa oturduğu koltukta uyuyordu, çünkü derin bir uykuveyalarım korkusuyla yatağına yatmaktan çekiniyordu. İçki de içmeye başlamıştı, odasındaki ışığı sabaha kadar söndürmüyordu.

Berlin’den bir antikacı telefon edip birkaç resim sipariş etmek istediğinde telefona, “Beni rahat bırakın!” diye bağırmıştı, “Derinliğim yok benim!” Ara sıra eline plastilin ( Modelleme kili) alıp yoğurduğu oluyordu ama belli bir şey yaptığı yoktu. Ya yalnızca parmak uçlarını gömüyordu o maddeye veya ufak topaklar yuvarlıyordu. Kendini ihmal ediyordu. Giysilerine bile özen göstermiyordu, evi iyice bakımsız kalmıştı. Arkadaştan onun için endişelanıyordu. “Onunla ilgilenmeliyiz,” diyorlardı, “bir bunalım geçiriyor. Ya insani bir bunalım bu ya sanatsal veya parasal. Eğer birinci seçenek gerçekse hiçbir şey yapılamaz; İkincisi gerçekse bunu kendisi aşacak; üçüncüsü gerçekse onun adına para toplayabiliriz, ama bu da herhalde onun için onur kırıcı olur.” Böylelikle onu yemeğe veya partilere çağırmakla yetinmeye karar verdiler. Lakin genç kadın, çalışması gerektiği bahanesini ileri sürerek bütün davetleri geri çeviriyordu. Ama çalıştığı yoktu, odasında oturuyor, gözlerini önüne dikerek plastilin yoğuruyordu. Günün birinde o kadar umarsız bir durumdaydı ki, davetlerin birini kabul etti. Kendisinden hoşlanan genç bir adam davetten sonra onu evine götürmek istedi amacı onunla yatmaktı. Genç kadın buna seve seve izin vereceğini dile getirdi, çünkü kendisi de adamdan hoşlanmıştı; fakat genç adam onun derinliği olmadığını baştan bilmeliydi. Bunun üzerine genç adam ondan uzaklaştı.

Bir zamanlar onca güzel resimler yapan genç kadın artık gözle görülecek derecede çökmeye başlamıştı. Hiç dışarı çıkmıyor, kimseyi kabul etmiyordu, hiç hareket etmediği için şişmanlamaya başlamıştı, aldığı haplar ve alkol yüzünden hızla yaşlandı. Evi kokuşmaya başlamıştı, kendisiyse ekşi ekşi kokuyordu. Genç kadına 30.000 mark miras kalmıştı. Bu parayla üç yıl yaşadı. Bu üç yıl içinde bir kez Napoli’ye gitti ama hangi koşullar altında gittiğini kimse bilmiyordu. Onunla konuşmaya kalkanlar, anlaşılmaz bir mırıltıdan başka yanıt atamıyorlardı. Parası bitince genç kadın fotoğraflarınin hepsini parça parça doğradı ve delik deşik etti, sonra da televizyon kulesine çıkıp 139 metre yükseklikten aşağıya atladı. O gün kuvvetli bir rüzgâr estiğinden kulenin dibindeki katran kaplı zemine çarpmadı, koca bir yulaf tarlasının üzerinden sürüklenip ormanın kıyısına kadar geldi, çam ağaçlannın arasına kondu. Yine de o anda ölüverdi. Bu olay dedikodu gazetelerinin diline dolandı. İntiharın kendisi, havadaki enteresan uçuş, olayın kahramanının bir zamanlar büyük umut vaat eden bir sanatçı olması, üstelik bu sanatçının çok da güzel olması haberin değerini yükseltiyordu. Genç kadının evi öyle berbat bir durumdaydı ki herkes en alışılmadık fotoğrafları çekti: binlerce boş şişe, her yerde çürümüşlük izleri, yırtık resimler, duvarlarda plastilin topaklan, hatta odaların köşelerinde dışkılar! Gazeteler ikinci bir başmakale eklemeyi, bunun yanı sıra üçüncü sayfaveya bu konuyla alakalı bir rapor koymayı göze aldılar. Başlangıçta adı geçen eleştirmen, gazetenin sanat sayfasında bir yazı yazarak genç kadının sonunun böyle feci olmasından son derece etkilendiğini kelimelerine ekledi.

“Genç ve kabiliyetli bir insanın, sanat sahnesinde kendine yer edinebilmek için mücadele edecek gücü bulamadığına tanık olmak, geride kalanlar için her seferinde sarsıcı bir izlenimdir,” diye yazmıştı. Devletin parasal yardımı ve birinin girişimcilik ruhu bunun için yeterli değildir, burada ilk kez mühim olan, insan olarak kendini bu işe adaması ve sanatsal alandaki zekânın da bu çabaya eşlik etmesidir. Bunun yanında bu örnekte bu trajik sonun tohumunun önceden atıldığı belli olmaktadır. Çünkü, bu sanatçının ilk başlardaki, halen bi hayli basit olan çalışmalarında bile, kafasındakine uygun düşen, başına buyruk karıştırma tekniğinde kendini belli eden o ürpertici dengesizlik; yaratının içe dönerek, burgaç gibi kıvrılarak, bunun yanı sıra da heyecan yüklü ama boşuna bir çabayla kendi benliğine yaslandığı görülmekte değil midir? Uğursuzca hatta hemen hemen acımasızca derinliğe doğru zorlandığı belli olmamakta mıdır?

Patrick Süskind – Üç Buçuk Öykü PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu