PDF

Paul Auster – Yalnızlığın Keşfi – Görünmeyen Bir Adamın Portresi PDF Oku indir

Paul Auster – Yalnızlığın Keşfi – Görünmeyen Bir Adamın Portresi PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Paul Auster – Yalnızlığın Keşfi – Görünmeyen Bir Adamın Portresi kitabını araştırdık. Ayrıca Paul Auster tarafından kaleme alınan Paul Auster – Yalnızlığın Keşfi – Görünmeyen Bir Adamın Portresi kitap özetinin yanı sıra, Paul Auster – Yalnızlığın Keşfi – Görünmeyen Bir Adamın Portresi pdf oku, Paul Auster – Yalnızlığın Keşfi – Görünmeyen Bir Adamın Portresi yandex, Paul Auster – Yalnızlığın Keşfi – Görünmeyen Bir Adamın Portresi e-kitap pdf, Paul Auster – Yalnızlığın Keşfi – Görünmeyen Bir Adamın Portresi PDF Drive, Paul Auster – Yalnızlığın Keşfi – Görünmeyen Bir Adamın Portresi Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Paul Auster – Yalnızlığın Keşfi – Görünmeyen Bir Adamın Portresi PDF indir Oku

“Doğruyu ararken beklenmedik şeylere hazır ol, çünkü onu bulmak zordur, sbulunca da enteresandır.” HERAKLEİTOS Bir gün yaşam mevcuttur. Bir adam, örneğin, sağlığı yerinde, yaşlı bile değil, hiç hastalık geçirmemiş. Her şey eskiden olduğu gibi, bundan sonra hep bulunacağı gibi. Kimsenin işine karışmadan, yalnızca kendisini bekleyen yaşamı düşünerek bir günden ötekine geçer bu adam. Sonra, ansızın, ölüm geliverir Adam yavaşça iç geçirir, oturduğu yere yığılır; işte bu Ölümdün Ölümün bu apansız gelişi düşünmeye yer bırakmaz, zihnin avutucu bir söz arayıp bulmasına firsat tanımaz. Ölümle baş başayızdır, kendi ölümlülüğümüzün indirgenmez gerçeğiyle. Uzun bir hastalıktan sonra gelen ölümü çaresiz kabul edebiliriz. Yaşanan kazada ölümü bile yazgıya yükleyebiliriz. Ama bir insanın, görünürde hiçbir neden olmadan, yalnızca insan olduğu için ölmesi, bizi yaşamla ölüm içindeki o görünmez sınıra o denli yaklaştırır ki, artık hangi tarafta olduğumuzu kestiremeyiz. Yaşam ölüme dönüşür, adeta bu ölüm, öteden beri bu yaşama sahip olmuş gibi. Hiç uyanmadan ölmek. Şu anlamda; Yaşam durur. Yaşam her an durabilir Babamın ölüm haberini üç hafta önce aldım. Pazar sabahıydı, mutfakta ufak oğlum Daniel’e kahvaltı hazırlıyordum.

Yukarıda karım hâlâ örtülerin altında sıca cık yatıyor, fazladan birkaç saat uykunun keyfîni çıkarıyordu. Kırlık yerlerde kış; Sessizlik, odun dumanı ve beyazlıktan bir araya gelen bir dünya. Kafam bir gece önce yazmakta olduğum parçayla alakalı düşüncelerle doluydu, öğle saatlerinden sonra olsa da işimi sürdürebilsem diyordum. Sonra telefon çaldı. Can sıkıcı bir şey olduğunu hemen anladım. Bekletilemeyecek bir haber olmadığı sürece pazar sabahı sekizde hiç kimse telefon etmez. Bekletilemeyecek haber de her zaman kötü haberdir. Aklıma bir tek yüceltici düşünce bile gelmiyordu. Valizlerimizi toplayıp üç saat sürecek New Jersey yolculuğuna çıkmadan önce bile, babam hususunda yazmam gerekeceğini biliyordum. Kafamda ne bir tasan ne de bunun ne anlama geldiği hususunda bir düşünce vardı. Böyle bir karar aldığımı bile anımsayamıyorum. Haberi aldığım anda bana kendini kabul ettirmeye başlayan bir kesinlik, bir yükümlülük olarak karşıma dikildi. Şöyle düşündüm: Babam öldü. Hemen davranmazsam, bütün yaşamı da kendisiyle birlikte silinip gidecek. Şimdi, üç hafta gibi kısa bir süre sonra bile geriye baktığımda, göstermiş olduğum bu tepkiyi bi hayli garip buluyorum.

Hep ölümün beni uyuşturacağını, acıdan hiçbir şey yapamayacağımı düşünmüştüm. Şimdi ölüm yaşandığındayse, hiç gözyaşı dökmüyor, çevremde dünyanın yıkıldığı duygusuna kapılmıyordum. Tuhaftı, ama ansızın gelmiş olmasına karşın, bu ölümü kabullenmeye şaşılacak derecede hazırdım. Beni rahatsız eden başka bir şeydi, ölümle veya benim ölüme gösterdiğim tepkiyle alakalı olmayan bir şey: Babamın arkasında hiçbir iz bırakmamış olduğunu fark etmiştim. Ne karısı, ne kendisine bağımlı olan bir ailesi ne de yokluğuyla yaşamı değişecek bir kimsesi vardı. Birbirinden kopmuş eski dostların haberi aldıklarında duydukları kısa bir şaşkınlık, dostlarını kaybetmiş oldukları gerçeğinden fazla, ölümün nasıl da akima estiğince geldiğini düşünmek, ardından gelen kısa bir yas dönemi ve sonra hiç. Sonunda da babam adeta hiç yaşamamış gibi olacaktı. Zaten ölümünden önce de yoktu, ona en yakın olan bireyler, çok önceden bu yokluğu kabul etmeyi öğrenmişlerdi, bu yokluğun onun varlığının temel niteliği olduğunu. Şimdi ölmüş olduğuna göre de, onun sonsuza dek yok olduğu gerçeğini bireylerin sindirmesi güç olmayacaktı. Yaşama şekili, insanları ölümüne hazırlamıştı -bir çeşit önceden sezinlenen ölüm olmuştu onunkisi- onu anımsayanlar olacaksa bile, belli belirsiz, fakat belli belirsiz bir anımsama olacaktı bu. Bir nesneye, bir insana veya bir düşünceye tutku beslemeyen, kendini hiçbir koşul altında açığa vuramayan veya vurmak istemeyen yapısıyla yaşamdan uzak kalmayı, hadiselerin heyecanına kapılmamayı başarmıştı. Yemek yiyor, işe gidiyor, arkadaş ediniyor, tenis oynuyor, ama bütün bunları yaparken yine de orada olmuyordu. En derinlikli, en değişmez anlamıyla görünmeyen bir adamdı o. Başkalarına görünmeyen, büyük bir olasılıkla kendine de görünmeyen. O yaşıyorken, onu arayıp ortada olmayan bir babayı bulmak için uğraştıysam, öldükten sonra da bu arayışı sürdürmem gerekiyormuş kanısındaydım.

Ölüm hiçbir şeyi değiştirmedi. Tek fark, artık zamanımın olmaması. On beş yıl yalnız yaşamıştı; insanlara karşı bağışıklığı varmışçasına içini göstermeden ve bildiğinden şaşmadan. Boşlukta yer tutan bir insan gibi değildi, daha çok içine sızılması olanaksız insan şekilinde bir boşluk parçası. Çevresindeki dünya ona çarpıp geri dönüyor, vurup parçalanıyor, arada bir de ona yapışıp kalıyordu – ama asla onun içine sızamıyordu. On beş yıl boyunca koskocaman bir evde tek başına oturdu, ölümü de bu evde oldu. Kısa bir süre o evde ailece oturmuştuk – babam, annem, kız kardeşim ve ben. Annemle babam boşandıktan sonra hepimizin yolu ayrıldı: Annem yeni bir yaşama başladı, ben üniversiteye gittim, kız kardeşimse okula gidene kadar annemin yanında kaldı. Yalnız babam evde oturmayı sürdürdü. Boşanma anlaşmasında annemin de evde payı olduğunu ve ev satılırsa satış gelirinin yansının ona verileceğim gösteren bir hüküm olduğundan (babam evi bundan dolayı satmak istemiyordu) veya yaşamını değiştirmeyi gizliden gizliye yadsıdığı için (boşanmanın kendisinin üzerinde engelleyemediği birtakım etkilerini çevresine belli etmemek için) veya yalnızca tembellikten, harekete geçmesini önleyen bir tür duygusal uyuşukluk yüzünden, altı yedi kişiyi barındırabilecek o evde kalıp yaşamayı sürdürdü. Etkileyici bir yerdi ev; Eski ve sağlamdı, Tudor dönemi tarzındaydı, kurşun camlı pencereleri, kayağan taşla kaplanmış bir çatısı vardı, saray odası gibi de odaları. Bu evin alınması annemle babam için büyük bir adım, çoğalan servetlerinin bir simgesi olmuştu. Kentin en iyi semtiydi burası ve yaşamak için hoş bir yer olmamasına karşın (özellikle çocuklar yönünden), saygınlığı sıkıalığına üstün geliyordu. Yaşamının geri kalan kısmını o evde geçirmek durumunda kaldığı düşünülürse, babamın ilk etapta oraya taşınmaya karşı çıkmış olması, yazgının bir cilvesidir. Durmadan evin fiyatından yakınıyordu (sürekli olarak bir konu olmuştu bu) ve sonunda yumuşadığında istemeye istemeye, huysuzlanarak yaptı bunu.

Bu durumda bile evin parasını nakit ödedi. Tamamı bir kerede. Ne ipotek ne taksit. Yıl 1959’du, babamın işleri iyi gidiyordu. Her zaman alışkanlıklarını koruyan biri olduğundan, işe sabah erkenden gider, bütün gün çalışıp didinir, sonra eve geldiği zaman, (o günlerde geç saatlere kadar çalış mıyordu) akşam yemeğinden önce kısa bir uyku çekerdi. Yeni evdeki ilk haftamızda, daha tam anlamıyla taşınmadan önce, çok garip bir yanlışlık yapmıştı; işten çıkınca yeni evimize geleceği yerde, senelerca yapmış olduğu gibi, doğruca eski eve gitmiş, arabasını girişte park etmiş, arka kapıdan eve girmiş, merdivenleri çıkıp yatak odasına yönelmiş, orada yatağın üzerine uzanıp uyumuş. Eve dönüp de yatağında yabancı bir adamı uyuyor bulmanın evin yeni sahibesini nasıl şaşırttığım söylemek gereksiz. Masaldaki Altın Bukleli Kız’ın tersine babam fırlayıp kaçmamış. Sonunda her şey aydınlığa çıktı ve hepimiz bu olaya güldük. Bugün bile gülerim. Yine de bunun bir hayli etkili bir öykü olduğunu düşünmeden edemem. Bir adamın farkında olmadan eski evine gitmesi başka şey, ama kanımca, evin içinde bir şeylerin değişmiş olduğunu görmemesi bambaşka bir şeydir. En yorgun veya en dalgın zihinde bile salt hayvansal tepki gösteren bir köşe kalır. Evin eskisi gibi olmadığını görmemek, en azından anlamamak için insanın hemen hemen bilinçsiz olması gerekir. Beckett in bir oyunundaki birinin dediği gibi: “Alışkanlık öldürücü bir şeydir.

” Zihin somut belirtilere tepki gösteremezse, duygusal belirtilerle yüz yüze kalınca ne yapar? O son on beş yıl boyunca evin içinde aşağı yukarı hiçbir şeyi değiştirmedi babam. Ne bir eşya ekledi ne bir eşya çıkardı. Duvarlar aynı renkte kaldı, kapkacak yenilenmedi, annemin giysilerini bile atmayıp tavan içindeki bir dolapta sakladı. Evin büyük olması, babamı içindeki eşyalarla alakalı bir karar alma zorunluluğundan kurtarıyordu. Amacı geçmişe bağlı kalmak, evi bir müze gibi saklamak değildi. Tam tersine, ne yaptığının bilincinde değilmiş gibi görünmektedu. Ona egemen olan kayıtsızlıktı, anılar değil; onca yıl o evde oturup kalmasına karşın, orada bir yabancı nasıl yaşarsa öyle yaşadı. Yıllar geçtikçe evde daha az zaman geçirir oldu. Neredeyse bütün yemeklerini dışarıda yiyor, sosyal yaşantısını her gece dolu olacak biçimde ayarlıyor ve evi aşağı yukarı yalnızca yatacak bir yer olarak kullanıyordu. Birkaç yıl önce bir gün ona, bir önceki yıl yazılarımdan ve çevirilerimden ne kadar para kazandığımdan söz etmiştim (hangi ölçüye vurursanız vurun, çok düşük bir gelirdi bu, yine de önceden elime geçenlerden fazlaydı), bana verdiği şakacı yanıt, kendisinin yalnızca dışarıda yemek yemek için bundan fazlasını harcadığı oldu. Önemli olan şu: Yaşadığı yer yaşamının merkezi değildi. Evi, durup dinlenmeyen, hiç demir atmayan yaşamının sayısız duraklarından biriydi, fakat bir merkezinin olmayışı da babamı hep bir yabancı, kendi yaşamı içinde bir gezgin yapıyordu. Onun yerini saptamak olmayacak bir şey gibi gelirdi insana.

Paul Auster – Yalnızlığın Keşfi – Görünmeyen Bir Adamın Portresi PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu