Platon – Kritias PDF Oku indir
Platon – Kritias PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Platon – Kritias kitabını araştırdık. Ayrıca Platon tarafından kaleme alınan Platon – Kritias kitap özetinin yanı sıra, Platon – Kritias pdf oku, Platon – Kritias yandex, Platon – Kritias e-kitap pdf, Platon – Kritias PDF Drive, Platon – Kritias Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Platon – Kritias PDF indir Oku
TİMAİOS: Sözlerimi güzelce bittirdiğim şu anda, uzun bir yolculuktan dönmüş gibi, dinlendiğime ne kadar seviniyorum Sokrates! Şimdi tanrıdan, çoktan beri var olduğu halde sözlerimizin yeniden yarattığı tanrıdan, söylediklerimizden doğru olanlarını korumayı emretmesini, istemeyerek yanlış bir söz söylemişsek, bize gereken cezayı vermesini dilerim. Cezanın haklısı da yanlışlık yapanın yanlışını düzeltmek, düzeni yeniden kurmaktır. Işǚ te ileride, tanrıların doğuşu ile ilgili geriye kalan sözlerimizin doğru şeyler olması için tanrıdan bize en mükemmel, en iyi ilacı, bilgiyi bağışlamasını dileriz. Bu dilekten sonra, kararlaştırıldığı gibi, sözü Kritias’a bırakıyorum. KRİTİAS: Pekala, Timaios, kabul ediyorum, yalnız başlarken ben de senin gibi davranacağım. Büyük bir konu üzerinde konuşacağın için hoşgörü dilemiştin. Ben de hoşgörü diliyorum. Hem, sözünüedeceğim meseleleri göz önünde tutarak, bu hoşgörüye Timaios’tan daha fazla hakkım olduğunu iddia ediyorum. Sizden bi hayli iddialı, biraz da saygısızca bir istekte bulunacağımı biliyorum; bununla birlikte, bu istekte bulunmalıyım. Hangi aklı başında adam, senin sözlerini iyi söylemediğini ileri sürebilir? Ama benim elimden geldiği kadar ispata çalışacağım şey, size söyleyeceklerimin daha zor bir konu üzerinde konuşacağımdan daha büyük bir hoşgörüye muhtaç olduğudur. Inǚ sanlara tanrılardan söz ederken onları tatmin etmek, gerçekten biz ölümlülere, ölümlülerden söz etmekten daha khadise gibi görünüyor. Çünkü dinleyenlerin, kendilerine bu kadar yabancı olan meseleler üzerinde görgüsüz ve kara cahil olmaları, bu hususta söz söylemek isteyenlerin işini pek kolay bir hale getirir; zaten tanrılar ile ilgiliki bütün bilgimizin de ne olduğu belli. Ama, düşüncemi daha iyi anlamak için, şuna dikkat ediniz. Hepimizin, dünyadaki bütün bireylerin sözleri, bir taklit, bir benzetiş olmaktan çıkamaz. Şimdi ressamların, yaptıkları resimlerde tanrı yahut insan vücutlarını, seyircilerini tatmin edecek kadar benzetebilmek için karşı karşıya geldikları kolaylık yahut zorlukları gözden geçirelim.
O zaman göreceğiz ki ressam, resmini yaptığı yeryüzünü, dağları, ırmakları, ormanları, içinde bulunan ve etrafında dönen her şeyiyle bütün göğü, biraz olsun benzetebilmişse, bizi o anda tatmin etmektedir. Bundan başka, bu gibi şeyler üzerinde kesin bir bilgimiz olmadığından, onların benzeyişlerini ne inceler, ne de tartışırız; belirsiz, aldatıcı şekillere razı oluruz. Ama bir ressam kendi vücutlarımızın resmini yapmaya kalkışınca, onun resmindeki kusuru pekala görüyoruz. Çünkü kendi kendimizi her gün görmeye alışkınız, bu yüzden bütün benzeyişleri iyice gösteremeyen ressamı suçlu buluyoruz. Sözlerimiz için de bu doğal olarak böyledir. Göklere, tanrılara ait şeylerin sözünü ederken, söylediklerimizin onlarla pek küçük bir benzeyişi de olsa, buna kanarız; ama insana ait, ölümlü şeyleri ince eler, sıkı dokuruz. Onun için şimdi konuşurken, söylenmesi gereken şeyleri iyice anlatamazsam, hoş görmelisiniz; çünkü unutmamalıyız ki ölümlü şeyleri bireylerin umdukları gibi tasvir etmek kolay değil, zordur. Işǚ te ben de Sokrates, size bunu hatırlatmak, anlatacaklarımı daha az değil, daha çok hoşgörüyle karşılamanızı istemek için bütün bunları söyledim. Sizden böyle bir hoşgörü istememi haklı buluyorsanız, onu bana seve seve gösteriniz. SOKRATES: Böyle bir hoşgörüyü senden niçin esirgeyelim, Kritias? Hatta aynı hoşgörüyü, üçüncü olarak konuşacak olan Hermokrates için de kabul edelim. Çünkü biraz sonra, söz almak sırası gelince, muhakkak ki o da sizler gibi, aynı dilekte bulunacaktır. O zaman kendisine de hoşgörü göstereceğimizden emin olarak konuşsun, aynı başlangıcı kullanmak zorunda kalmayarak başka bir biçimde söze girmeyi araştırsın. Azizim Kritias, seni dinleyeceklerin ne düşündüklerini de sana haber vereyim. Senden önceki şair onların pek hoşuna gitmişti. Onun yerini tutabilmek için sonsuz bir hoşgörüye ihtiyacın olacak.
HERMOKRATES: Bu ihtar, Sokrates, Kritias’a olduğu kadar banadır da. Unutma ki, Kritias, korkaklar hiçbir zaman zafer anıtları dikememişlerdir. Sözlerine cesaretle başla, Apollon’la Musaları yardımına çağırarak, eski yurttaşlarının erdemlerini bize tanıt, öv. KRİTİAS: Azizim Hermokrates, senden önce sırada bir başkası var; onun için şimdi cesaret gösteriyorsun, ama az sonra bu işin kolay olup olmadığını sen de anlayacaksın. Ama ne olursa olsun, senin ısrarlarına uyarak cesaretlenmek gerek. Yardıma çağırmamı söylediğin tanrılardan başka, öteki tanrıları, hepsinden önce Mnemosüne’yi, yardıma çağırmalıyım. Çünkü sözlerimin en önemli tarafı, diyebilirim ki onun elindedir. Gerçekten, vaktiyle Taliplerin anlattığı, Solon’un da buraya getirdiği şeyleri iyice hatırlayabilir, size de anlatabilirsem, beni dinleyenlerin vazifemi başardığıma karar vereceklerinden emin olabilirim. İşte ben de daha fazla gecikmeden böyle davranacağım. Her şeyden önce şunu aklımıza getirelim ki, Herakles’in sütunlarının {1} iç taraϐlarında yaşayan kavimlerle dışında yaşayanlar içindeki savaşın üzerinden dokuz bin yıl geçtiği söyleniyor. Işǚ te şimdi size uzun uzadıya bu savaşı anlatacağım. Bu yanda komutayı elinde tutan, savaşın ağırlığını başından sonuna kadar çeken, bizim şehirmiş. Odžte yanda da savaşı idare edenler Atlantis adasının krallarıymış. O ada ki söylediğimiz gibi, Libya’dan {2} , Asya’dan daha büyük olduğu halde, depremler sonunda suya gömülerek, buradan açık denize çıkmak isteyen gemilerin geçmesine engel bir balçık yığınından ibaret kalmış. O vakitlerda yaşayan bir çok barbar {3} kavimlere ve bütün Hellen soylarına gelince, onları da sırası geldikçe tanıtacağım; ama önce o zamanki Atinalıları, savaşmak zorunda kaldıkları düşmanları tanıtmak, bunların kuvvetlerini, idare şekillerini anlatmak gerek.
Bu işe kendi ilimizi ele alarak başlayalım. Vaktiyle tanrılar bütün dünyayı, yer yer, kendi aralarında paylaşmışlardı. Kavgasız, gürültüsüz bir paylaşma, çünkü ne tanrıların kendilerine uygun düşecek şeyleri bilmeyeceklerine inanmak doğru olur, ne de bildikleri halde anlaşmazlıktan faydalanarak ötekilerinin elinden almaya kalkışacaklarına. Bu adaletli paylaşmada her biri hoşuna giden payı aldıktan sonra, hepsi kendilerine düşen yerlere yerleştiler. Yerleştikten sonra da kendi malları, kendi yetiştirmeleri olan bizleri, çobanların sürülerini besledikleri gibi beslediler. Ama, hayvanlarını sopa ile otlatmaya götüren çobanlar gibi vücutlarımıza eziyet ederek değil; onlar, dümeninin başında gemisini idare eden gemici gibi, hayvanların en kolay idare edildiği yerden, yani arkadan, inandırma kuvvetiyle, ruhlarımıza istedikleri gibi hükmettiler. Işǚ te bütün ölümlüleri böylelikle güttüler. Paylarına düşen bölgelerde böylece hüküm sürdüler. Baba bir kardeş oldukları için, aynı babadan aynı tabiatı almış olan, aynı bilgi ve sanat sevgisini paylaşan Hephaistos ile Athena, müşterek pay olarak bu yerleri aldılar. Burası erdemle düşünce için yaratılmış bir yer olduğundan, ona öz malları gibi sahip oldular. Burada iyi insanlar yaratarak, onlara idare yöntemlerini öğrettiler. Adları kaldıysa da kendilerinden sonra gelenlerin büsbütün kaybolması, aradan da uzun zaman geçmesi yüzünden, gördükleri işlerden bir iz kalmadı. Çünkü, yukarıda söylediğim gibi, hayatta kalan nesiller, her sefer, dağlarda yaşayan, okuma yazma bilmeyen, ovalardaki hükümdarların fakat adlarını duymuş olan, onların gördüğü işlerden de pek az şeyler bilen insanlardan ibaretti. Onlar bu hükümdar adlarını kendi çocuklarına da takarlardı; ama kendilerinden önce gelmiş olanların ne erdemlerinden ne de adetlerinden, kulaktan kulağa duyulmuş bazı belirsiz şeylerin dışında, hiçbir şey bilmezlerdi. Gerek kendileri, gerek çocukları, bir çok nesiller boyunca, yaşamak için gerekli olan şeylerden mahrum kaldıklarından, bütün işleri güçleri, bütün konuşmaları da yalnız bu ihtiyaçlardan ibaret kalıyor, kendilerinden önce, geçmiş zamanlarda olup bitenlere ilgi bile duymuyorlardı.
Efsaneler, eski şeylerin araştırılması, fakat şehirlerde boş vakit kaldığı zaman, bazı kimseler yaşamak için gerekli şeylere kavuştuktan sonra baş göstermiştir, önce değil. Işǚ te eski adamların gördükleri işler hatırlanmadığı halde, adları bu yüzden kalmıştır. Bu söylediklerimin ispatı da Kekrops’un, Erekhtheus’un, Erikhthonios’un ve Theseus’tan önce gelmiş olan kahramanlardan adları hatırda kalanların çoğunun, Solon’un dediğine göre, rahipler tarafından o zamanın savaşları anlatılırken söylenmiş adlar olmasıdır. Kadın adları için de böyledir. Bundan başka, kadınlarla çocukların bile savaşa ait işlerle uğraştıkları bir devirde, bireylerin, devrin adetlerine pek uygun olarak, silahlarıyla tasvir ettikleri kadın tanrıların kılık kıyafetleri de gösteriyor ki, erkek olsun kadın olsun, topluluk halinde yaşayan bütün canlı varlıklarda tabiat, her cinse mahsus olan kabiliyetleri her iki cinsin birliktece kullanabilmesini istemiştir.
Platon – Kritias PDF indir Tıklayın