Roger Penrose – Kralın Yeni Usu PDF Oku indir
Roger Penrose – Kralın Yeni Usu PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Roger Penrose – Kralın Yeni Usu kitabını araştırdık. Ayrıca Roger Penrose tarafından kaleme alınan Roger Penrose – Kralın Yeni Usu kitap özetinin yanı sıra, Roger Penrose – Kralın Yeni Usu pdf oku, Roger Penrose – Kralın Yeni Usu yandex, Roger Penrose – Kralın Yeni Usu e-kitap pdf, Roger Penrose – Kralın Yeni Usu PDF Drive, Roger Penrose – Kralın Yeni Usu Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Roger Penrose – Kralın Yeni Usu PDF indir Oku
İlk basımı 1990 senesinde yapılmış olmasına karşın şimdiden bilim klasikleri içinde sayılan elinizdeki kitabın yazan Roger Penrose, çağımızın ileri gelen bilim adamı ve düşünürlerindendir. Roger Penrose, 1931 senesinde İngiltere’nin Colchester kasabasında dünyaya geldi. Doktor olan annesi, genetik uzmanı olan babası, birisi ünlü matematikçi, diğeri tanınmış satranç şampiyonu olan kardeşleriyle birlikte tüm aile bireylerinin matematiğe ilgisi ve kabiliyeti vardı. Bu ortamda yetişen Roger Penrose, üniversiteye başlarken ilgi duyduğu iki alan olan tıp ve matematik içinde tercih yapmak zorunda kalınca matematiği seçti. 1957’de Cambridge Üniversitesi’nde doktorasını bitirdi. Teorik fizik problemlerine ilgi duymaktaydı. Bir süre İngiltere ve ABD’deki üniversitelerde gezdikten sonra 1964-1973 senelerı içinde Londra’daki Birkbeck College’de Uygulamalı Matematik Profesörü olarak görev yaptı. Burada olduğu sırada, 1969’da, Stephen Hawking ile birlikte ispatladıkları bir teoremle, yeterince ağır bir yıldızı oluşturan kütlenin kendi merkezine doğru çökmesi sonucu yaşanan karadeliğin, sıfır hacimli sonsuz madde yoğunluklu bir noktasal uzay-zaman tekilliğine ulaşmasının klasik fizikte kaçınılmaz olduğunu gösterdiler. Böylelikle Penrose’a şöhret mühim miktarda genel görelilik teorisiyle gelmiş bulunsa da soyut matematikte de büyük başarıları mevcuttur. Daha genç yaşlarında babasıyla birlikte ilgilenmiş oldukları, Penrose’un keyiflik matematik dediği bir husustaki buluşu, sonradan cebirsel geometride mühim problemlerden birisi olmuştur. Kendini tekrarlayan hangi düzlemsel şekillerle bir yüzey tam anlamıyla kaplanabilir? Biliyoruz ki eşkenar üçgenlerle, dörtgenlerle, düzgün altıgenlerle periyodik kaplama yapılabilir. Penrose, periyodik olmayan (yani kendini tekrarlamayan) düzlem kaplaması veren binlerce farklı şekil üzerinde senelerca çalıştıktan sonra, bunlardan bağımsız olanların sayısını önce altıya sonra ikiye indirmeyi başardı. Penrose şekilleri, ünlü Hollandalı grafik sanatçısı Escher’e de esin kaynağı olmuştur. Penrose, salt matematiksel merak sebebiyle bulduğu bu şekillerin sonradan kristalimsi (quasicrystal) denen kimyasal maddelerin niteliklerini açıklamakta kullanılmış olmasını, temel bilim incelemelerinın toplumsal yararını ispatlayan çarpıcı bir misal olarak göstermektedir. Roger Penrose 1972’de, Royal Society Üyesi seçildikten sonra, 1973’de Oxford Üniversitesinde Rouse Ball Matematik Kürsüsü Profesörlüğüne getirildi.
Çok sayıda ödülle onurlandırılan Penrose’a son kez 1996’da Sir ünvanı verilmiştir. Kitabın adının Hans Christian Andersen’in ünlü masalından geldiği dikkatinizi çekmiş olmalıdır: Kralın Yeni Giysileri. Masalın ana düşüncesi, etkili ve yetkili bilgelerin dile getirmekten kaçındıkları yalın gerçeği, bir çocuğun saflığıyla dile getirilebilmiş olmasıdır. Dünyanın ileri gelen matematik dehaları içinde sayılan, teorik fiziğe katkılarının önemi sorgulanmayan Roger Penrose için çocuk saflığına sahiptir denemeyeceğine göre acaba çok mühim kitabına niçin böyle bir başlık seçmiştir? Bunun nedenlerini 20. yüzyılda gelişen teknik olanakların bilimsel görüş ve yöntem anlayışımızda yol açtığı yeni yönelimlerde aramalıyız. Bilhassa her hususta kavramların sorgulanması, önceden hiç söz konusu edilmemiş yeni kavramların ortaya çıkması gündemdedir. Gözlem ve deney, varsayım ve kuram üstüne kurgulanmış bilimsel yöntem hususunda yeniden düşünmenin zamanı gelmiştir. Bilimsel yaklaşımın temelinde bulunan doğa gözlemlerinde bugüne dek hep insan algıları esas alınmıştı. Mikroskop gibi, teleskop gibi, veya güncel bir örnek olması yönünden, Mars’a indirilen uzay aracı gibi detektörlerin yapımında güdülen amaç, insan algılarının erimini doğal sınırlarının ötesine ulaştırmaktır. Sonuçta doğa gözlemi denen şey, insanın dokunarak, duyarak, görerek olguları bilinç alanına (yani zihnine) aktarmasından ibarettir. Sonrası bu verileri akılla işleyerek mantıksal çıkarımlarla sonuca ulaşmaktır. Bunun yanı sıra, çağdaş algılayıcılar giderek daha git gide artan oranlarda bilgisayar teknolojisinden yararlanmaktalar. Böylelikle artık verileri, örneğin bir fotoğraf olarak kağıt üzerinde gözle görülecek biçimde kayda geçirmek yerine digital bilgi bankalarına doldurmaktayız. Bunun çok mühim iki sonucu var. Bunların birincisine veri analizi yoluyla verilerin temizlenerek doğrudan gözlenemeyecek olguların fark edilmesidir dersek ikinci mühim sonuç, bilgisayar iletişim ağlarıyla veri tabanının anında tüm araştırmacılara açılmış bulunmasıdır.
Artık yeni olgular, kütleçekimi yasası, termoenerjik kaideleri, kuantum mekaniği vb. seneler boyunca süzülerek bizlere kadar gelmiş olan bilgi birikiminin yardımıyla hemen önümüzde, masamızın üzerindeki bilgisayar ekranında, belirlemekteler. Günümüzün süper bilgisayarlarının sağladığı bi hayli hızlı hesap kapasitesi yardımıyla, uzayda dolanan gezegenler, patlayan yıldızlar, çarpışan karadelikler, atmosferde oluşacak fırtına bulutları, okyanuslardaki dalgalar ve daha bunlara benzer nice olgu, temel fizik yasalarından başlanarak matematik hesaplarla ekranda oluşturulup incelenebilmekte. Masamızın üzerinde, elimizin altında istersek bir dünya oluşturabilinmekte. Artık, bir fizik modelini sınamak için doğada gözlem yapmak yahut laboratuvarda deney yapmak kadar bilgisayarda benzetişim (simulasyon) yapmak da geçerli kabul edilir bir yöntem olmuştur. Yıldızları gerçekte patlatamayız, yahut varlıklarının ispatları dolaylı olarak gelen karadeliklerden iki tane bulup, üstelik bir de bunları çarpıştıramayız. Lakin tüm bu olaylar bilgisayar benzetişimiyle incelenebilir. Daha pratik düzeyde, örneğin radyasyon korkusu duymadan, bir reaktör tasarımı benzetişim yöntemiyle yapılabilir. Yeni malzemelerin atom yapısı tasarlanıp, bunların laboratuvarda üretimine geçilmeden önce istenen fiziksel ve kimyasal nitelikleri taşıyıp taşıyamayacakları bilgisayar benzetişimiyle irdelenebilir. Bilgisayar ekranındaki görüntüler gerçek dünya çapındaki olguların bire bir temsili midirler yoksa sanal bir dünya çapında hayal mi görmekteyiz? Sakın Evren dediğimiz, muazzam bir bilgisayar ekranından ibaret olmasın? Bilgisayarlar bilinçlendirilebilirler mi? Yani akıllanıp kendi başlarına düşünebilirler mi? Bu ve buna benzer sorulabilecek nice sorunun yakın önümüzdeki zamanlarda felsefe tartışmalarına ne kadar uygun bir zemin oluşturdukları açıktır. Daha şimdiden bilgisayar bilimcileri tarafından Yapay Zekâ (AI=Artificial Intelligence) kavramı ortaya konmuş bulunmaktadır. Eğer, çok fazla dendiği gibi, bilgisayarlar yakında zamanda yapay zekâ edinebileceklerse neden yapay akıl sahibi de olamasınlar?… Takma kol, takma bacak, suni böbrek gibi yapay organların kullanımını yadırgamıyoruz. İnsan beynini organik bir bilgisayar sistemi olarak yorumlamaya eğilimli bilgisayar bilimcilerine göre yapay beyin düşüncesi de yadırganmayacaktır. Böyle geliştirilmiş bir bilgisayarın aklı neresinde olacaktır? Ama bu tür sorulara dalmadan önce derin felsefe konuları üzerinde durup bir daha düşünmek gerek. Akıl nedir? Zekâ nedir? Bilinç nerededir? Düşünce beyinde hangi eylemlerin sonunda meydana gelir? Belki, zihin dediğimizin bir fiziksel varlığı bile yok.
Karmaşık bir matematik hesabı bir anda hatasız yapabilmek, düşünmekle eş tutulabilir mi? Yoksa insan beyninin işlevleri içinde hesap yapabilmenin ötesine geçen bir şeyler mi var? Roger Penrose, bu yanıtı pek zor konularda kendi görüşlerini, önceden felsefenin derin tartışmalarından uzak durmuş bir matematikçi ve temel bilimcinin pratik yaklaşımıyla savunmuş. Kitabı, daha paylaştığı günden başlayarak büyük yankılar uyandırdı. Felsefe ve mantıkçıların, bilgisayar bilimcilerinin Penrose’a yönelik eleştirileri dinecek gibi görünmüyor. Anlaşılan o ki bu kitap bilim felsefesinin en fazla tartışılan, üzerinde kitaplar yazılacak mühim eserlerinden birisi olmaya adaydır. Her bir bölümünde son derece zor matematik, fizik ve felsefe konularının birbiri peşine ele alındığı bu uzun ve kapsamlı kitabın Türkçe çevirisi, biraz daha kolay izlenebilir yapabilmek fikriyle üç kitap halinde yayınlanmakta. Toplam on bölümden bir araya gelen kitabı, bölümlerinde ele alınan konular itibariyle üç kısıma ayırırken zorlanmadık. İlk dört bölümü içeren birinci bölümde matematik ve fiziksel gerçeklik, akıl yürütmenin sınırları, algoritmalar ve hesaplanabilirlik kavramı, matematikte ispat, doğruluk ve sezginin önemi ele alınmaktadır. İkinci bölümde bulunan beşinci ve altıncı bölümlerde sırasıyla klasik fizik teorileriyle kuantum fiziğinin, önder konumdaki bir teorik fizikçi tarafından değerlendirilmesi, temel kavramların sorgulanmasına yer verilmektedir. Penrose, başka yazılarında da çok fazla değindiği gibi, bilimsel teorileri üç bölümde ele alır: (i) Maxwell teorisi yahut Einstein teorisi gibi yetkin teoriler, (ii) Kuantum elektrodinamiği, SalamWeinberg elektrozayıf etkileşmeler teorisi gibi yararlı teoriler, (iii) Kuantum kozmolojisi, Penrose’un kendisinin tvistor teorisi yahut süpercisim teorileri gibi geçici teoriler. Üçüncü kategoriye koyduğu teorilerin tartışması ve Penrose’un bunlar üzerine inşa edilmiş spekülasyona dayalı fikirleri, üçüncü kısmın bölümlerini oluşturmaktadırlar. Evrenin ve tersinemez zaman akışının sınırlarının ele alındığı yedinci bölümü izleyen bölümde bir kuantumlu kütleçekimi teorisinin gerekçeleri ve beklenen nitelikleri tartışılmaktadır. Dokuzuncu bölüm beyin, beyin işlevleri ve bilgisayarların tartışılmasına ayrılmıştır. Üzerinde çok konuşulan kuantum bilgisayarı düşüncesi burada ele alınmaktadır. Sonuncu bölümde fiziksel aklın nerede olduğu konusu etrafında öne sürülen birden fazla yeni fikir bir araya toparlanmıştır. Sanırım, tamamını okumak için verilecek uzun ve zahmetli bir uğraştan sonra kitabın akılda kalacak özü, Penrose’un, genel bir tanımlamayla, bir tür bilgisayarın karmaşık hesap eylemlerinden yararlanılarak insan düşüncesinin modellenebileceği görüşünü benimseyen Yapay Zekâcılar’a karşı olduğudur.