Sabahattin Ali – Bütün Öyküleri #1 – Değirmen, Kağnı, Ses PDF Oku indir
Sabahattin Ali – Bütün Öyküleri #1 – Değirmen, Kağnı, Ses PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Sabahattin Ali – Bütün Öyküleri #1 – Değirmen, Kağnı, Ses kitabını araştırdık. Ayrıca Sabahattin Ali tarafından kaleme alınan Sabahattin Ali – Bütün Öyküleri #1 – Değirmen, Kağnı, Ses kitap özetinin yanı sıra, Sabahattin Ali – Bütün Öyküleri #1 – Değirmen, Kağnı, Ses pdf oku, Sabahattin Ali – Bütün Öyküleri #1 – Değirmen, Kağnı, Ses yandex, Sabahattin Ali – Bütün Öyküleri #1 – Değirmen, Kağnı, Ses e-kitap pdf, Sabahattin Ali – Bütün Öyküleri #1 – Değirmen, Kağnı, Ses PDF Drive, Sabahattin Ali – Bütün Öyküleri #1 – Değirmen, Kağnı, Ses Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Sabahattin Ali – Bütün Öyküleri #1 – Değirmen, Kağnı, Ses PDF indir Oku
Şiir ve hikayelerim içinde, yazmış olmaktan utanacağım kadar kötüleri olduğunu biliyorum. Bunların bir kısmının çocuk denecek bir yaşta yazılmış olmaları bence bir mazeret değildir; çünkü bu çeşit bir yazıyı bugün herhangi bir imzanın üzerinde görsem, sahibini ıslah olmaz bir zevksizlik ve tam istidatsızlıkla suçlandırmakta tereddüt etmem. Bunların, benim san’at yaşamımın gelişmesini göstermesi yönünden, yalnızca kendim için bir özeni mevcuttur ki, bu da onları bir başkasına okutmak için bir neden olamaz. Buna rağmen bu yeni baskıdan onları çıkaramadım. Çünkü, bir kere okuyucu önüne sermiş olduğum taraflarımı sonradan örtbas etmeye hakkım olmadığı kanaatindeyim; ama böylece belki de eski bir hatayı sürdürmekten başka bir şey yapmıyorum. İyiyi kötüden ayırmak külfetini okuyucuya bıraktığım için özür dilerim. Sabahattin Ali Sabahattin Ali’nin Değirmen’in 1935’teki baskısının sonuna koyduğu not: -İkinci ve üçüncü bölümdeki Bir Orman, Kazlar, Bir Firar, Candarma Bekir, Bir Siyah Fanila İçin, Komik-i Şehir adlı hikayelerin Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki Anadolu’yu anlattığı okunduğu zaman anlaşılmakta ise de, bunu burda bunun yanı sıra tavzihe lüzum gördüm.- Sabahattin Ali Değirmen Hiç sen bir su değirmeninin içini dolaştın mı adaşım?. Görülecek şeydir o… Yamulmuş duvarlar, tavana yakın ufacık pencereler ve kalın kalasların üzerinde simsiyah bir çatı… Sonra bir sürü çarklar, kocaman taşlar, miller, sıçraya sıçraya dönen tozlu kayışlar… Ve bir köşede birbiri üstüne yığılmış buğday, mısır, çavdar, her çeşitten ekin çuvalları. Karşıda beyaz torbalara doldurulmuş unlar… Taşların yanında, duman halinde, sıcak ve ince zerreler uçuşur. Halbuki döşemedeki ufak kapağı kaldırınca aşağıdan doğru sis halinde soğuk su damlaları insanın yüzüne yayılır… Ya o seslere ne dersin adaşım, her köşeden ayrı ayrı makamlarda çıkıp da kulağa hep birlikte kocaman bir dalga halinde dolan seslere?. Yukarıdaki tahta oluktan inen sular, kavak ağaçlarında esen kış rüzgarı gibi uğuldar, taşların kah git gide artan, kah alçalan ağlamaklı sesleri kayışların tokat gibi şaklayışına karışır… Ve mütemadiyen dönen tahtadan çarklar gıcırdar, gıcırdar. Ben fazla eskiden böyle bir değirmen görmüştüm adaşım, ama bir daha görmek istemem.
Sen aşkın ne olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi? Çoook desene! Sevgilin güzel miydi bari? Belki de seni seviyordu… Ve onu herhalde çok kucakladın… Geceleri buluşur ve öperdin değil mi? Bir kadını öpmek hoş şeydir, hele adam genç olursa. Yahut sevgilin seni sevmiyordu… O zaman ne yaptın? Geceleri ağladın mı?. Ona sararmış yüzünü göstermek için geçeceği yolda bekledin, ona uzun ve acındırıcı mektuplar yazdın değil mi?. Lakin herhalde ikinci bir aşka atlamak, senin için o kadar güç olmamıştır. İnsan evvela kendi kendisinden utanır gibi olur ama, bilir misin, bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey, fakat bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kafi mazeretler tedarik etmiştir. Ha, sonra bir üçüncü, bir dördüncüyü sevdin ve bu böyle gidiyor. Peki ama, bu sevmek midir be adaşım, bir kadını öpmek, onu istemek sevmek midir?. Çırçıplak soyunarak şehrin sokaklarında koşabiliyor musun? Bir bıçak alarak kolundaki ve bacağındaki adalelere saplamak ve böylece bir nehre atılarak yüzmek elinden geliyor mu? Bir şehrin adamlarını öldürmek cesareti sende var mı? Bir minareye çıkarak bütün dünyaya işittirecek kadar kuvvetle bağırabilir misin? Aşk sana bunları yaptırabilir mi? İşte o zaman sana seviyorsun derim… Sen sevgiline ne verebilirsin adeta? Kalbini mi? Pekala, ikincisine? Gene mi o? Üçüncü ve dördüncüye de mi o?. Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin?. Hem biliyor musun, bu aptalca bir laftır. Kalbin olduğu yerde duruyor ve sen onu filana yahut falana veriyorsun… Göğsünü yararak o eti oradan çıkarır ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun… Siz sevemezsiniz adaşım, siz şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar; siz, birisine itaat eden ve birisine emredenler; siz, birisinden korkan ve birisini tehdit edenler… Siz sevemezsiniz. Sevmeyi yalnız bizler biliriz… Bizler: Batı rüzgarı kadar serbest dolaşan ve kendimizden başka Allah tanımayan biz Çingene’ler. Dinle adaşım, sana bir Çingene’nin aşkını anlatayım… Bir gün -karların erimeye başladığı mevsimdeydi- bütün çergi, -otuza yakın kadın, erkek ve çocuk, dört beygir ve iki defa o kadar da eşek- Edremit tarafına doğru göçüyorduk. Can sıkan ve bize hiç uymayan bir kıştan sonra ısıtıcı güneş ve yeni belirmeye başlayan yeşillikler hepimize enteresan bir oynaklık vermişti. Sırtlarında beyaz ve kısa bir gömlekten başka bir şeyleri olmayan ufak çocuklar hiç durmadan koşuyorlar, bağırıyorlar ve şose yolunun kenarındaki hendeklerde yuvarlanıyorlardı.
Delikanlılar keman ve klarnet çalarak yürüyorlar, genç kızlar göz alıcı sesleriyle su gibi türküler dile getiriyorlardı. Ben de etrafı gözden geçirerek bir köy, bir çiftlik, yanında kalabileceğimiz bir yer inceliyordum. İkindiye doğru siyah zeytin ağaçlarının içinde git gide artan açık renkli çınar ve kavaklar gözüme ilişti. Burası ufak bir değirmendi. Suyu bol bir çay ufak söğüt ağaçlarının içinden geçtikten sonra dar ve taş bir mecraya giriyor, oradan da dört tane tahta oluğa taksim oluyordu. İhtiyar çınarlar çukura gömülen eski değirmenin siyah kiremitli çatısını örtüyorlar ve ön tarafındaki geniş meydanı gölgeliyorlardı. Ağaçların hışırtısını bastıran bir gürültüyle değirmenin altından fıkırdayıp çıkan köpüklü sular iki sıra taze kavağın ortasından geçip ilerideki sazlıkta kayboluyordu. Burada çergilemek hiç de fena değildi. Yüklü eşeklerle sürekli olarak gelip giden köylülerden, değirmenin işlek olduğu anlaşılıyordu. Ve bir kurşun atımı ötede beyaz minaresiyle bir köy görünüyordu. Daha çadırları kurmadan Atmaca, klarnetini alarak, kanatlarının biri açık duran kocaman kapıya yanaştı, çalmaya başladı. İçeride sesi duyan köylüler, oraya birikerek dinliyorlardı. Değirmenci de bunların içindeydı, beyaz sakalını karıştırarak lakayt gözlerle bakıyordu. Bilir misin adaşım, bu köylüler tavuk ve oğlak çaldığımızı söyleyerek bizden şikayet ettikleri halde bizi gene severler. Aralarında bir kileye yakın buğday toplayarak Atmaca’ya verdiler.
Ve değirmenci buna iki çömlek de yoğurt ilave etti. Biz bu güzel kabulden cesaret alarak, biraz ötedeki zeytin ağaçlarının içinde çadırlarımızı kurduk. İşler iyi gidiyordu. Kadınlar taze söğütlerden yaptıkları sepetleri yakın köylerde satmakta kuvvetlik çekmiyorlardı. Çalgıcılarımız yarım gün uzaktaki köylerden bile düğüne çağırılıyorlardı. Atmaca tabii en baştaydı… Sen bu Atmaca gibisine daha rastlamamışsındır. Bir kere heybetli delikanlıydı: Yağız derisi, yüzüne delice dökülen simsiyah saçları ve koyu gözleri… Sonra burnu… Uzun, sivri, ucu biraz aşağı kıvrık burnu… Bunun için biz ona Atmaca derdik… Başı, geniş omuzlarının üzerinde bir arapatındaki gibi dik dururdu ve bir arapatı ondan daha çevik değildi… Bütün çergilerde onun cesareti, onun güzelliği, onun çalgısı söylenirdi.
Sabahattin Ali – Bütün Öyküleri #1 – Değirmen, Kağnı, Ses PDF indir Tıklayın