Sara Gürbüz Özeren – Çılgın Dedemin Zaman Makinesi #2 – Maya Uygarlığının Sakladığı Sır PDF Oku indir
Sara Gürbüz Özeren – Çılgın Dedemin Zaman Makinesi #2 – Maya Uygarlığının Sakladığı Sır PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Sara Gürbüz Özeren – Çılgın Dedemin Zaman Makinesi #2 – Maya Uygarlığının Sakladığı Sır kitabını araştırdık. Ayrıca Sara Gürbüz Özeren tarafından kaleme alınan Sara Gürbüz Özeren – Çılgın Dedemin Zaman Makinesi #2 – Maya Uygarlığının Sakladığı Sır kitap özetinin yanı sıra, Sara Gürbüz Özeren – Çılgın Dedemin Zaman Makinesi #2 – Maya Uygarlığının Sakladığı Sır pdf oku, Sara Gürbüz Özeren – Çılgın Dedemin Zaman Makinesi #2 – Maya Uygarlığının Sakladığı Sır yandex, Sara Gürbüz Özeren – Çılgın Dedemin Zaman Makinesi #2 – Maya Uygarlığının Sakladığı Sır e-kitap pdf, Sara Gürbüz Özeren – Çılgın Dedemin Zaman Makinesi #2 – Maya Uygarlığının Sakladığı Sır PDF Drive, Sara Gürbüz Özeren – Çılgın Dedemin Zaman Makinesi #2 – Maya Uygarlığının Sakladığı Sır Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Sara Gürbüz Özeren – Çılgın Dedemin Zaman Makinesi #2 – Maya Uygarlığının Sakladığı Sır PDF indir Oku
Bizler, yani yirmi birinci yüzyılın insanları, kendimizi medeniyetin doruğuna ulaşmış olarak görmenin bencilliği ile geçmişe ihanet mi ediyoruz ne! İnsanoğlunun mağaralarda yaşayıp ateşi bulduktan sonra aşama aşama ilerleme kaydettiğini kabul etsek bile, bilmediğimiz tarihlerde medeniyet birkaç kere zirveye ulaşmış da tufanlarla toprağa mı gömülmüş? İnsanoğlu her dibe vuruşundan sonra medeniyeti yeniden mi tesis etmiş? Yoksa hep söyleyegeldiğimiz gibi ilk insanlardan bu yana yaşamın merdivenlerini ağır ağır çıkarak neticede on dokuzuncu yüzyılda mı şahlanmış? Eğer böyle olduğunu kabul edersek nasıl ve hangi şartlarda yapıldığını hâlâ çözemediğimiz bir çok kalıntıyı yok saymış olmaz mıyız? Size yukarıda birkaç örneğini yazdığım bu sorular Prof. Akif Yurttançıkmaz’ın kafasında dönüp duruyor; oradan benim genç beynime geçiyor ve nihayet Orhan ağabeyi uykusuz bırakıyordu. İnsanoğlunun geçmişinin sandığımızdan da karmaşık ve incelemeye değer olduğunu düşünüyorduk. Biz ki geçmişle gelecek içinde mekik dokuyan çılgın seyyahlarız… Belki çok şeye ışık tuttuk, çok şey görüp öğrendik, inkâr etmiyorum ama yaşlı gezegenimizin birkaç kere atlattığı badireleri hep göz ardı ettik. Mesela bir zamanlar Ege Denizi diye bir deniz yokmuş ve yaşlı Asya kıtası Avrupa ile birleşikmiş. Atlas Okyanusu’nun ortasında kurulan Atlantis ülkesi nerede şimdi? Hangi tufanla yok olup gitti? O güzeller güzeli ada ülkesi sulara gömülürken dünyanın diğer bölgeleri bu tufandan hiç mi etkilenmediler? Zaman makinemizle yaptığımız yolculuklar bizi git gide bu soruların içine çekiyordu. Elimizde böyle harika bir araç varken herhangi bir zaman diliminde toprağa gömülmüş medeniyetleri görmeliydik. Bu, bizim insanlığa karşı en büyük vazifemizdi. Ama nereye ve hangi zaman dilimine gidecektik? İşte asıl mesele buydu. Dedemin günlerdir gözüne uyku girmemesinin sebebi, hangi uygarlığın izini süreceğimize karar verememekten kaynaklanıyordu; benim ise bir tufanın yeryüzünden sildiği bir yere gitmekten ötürü korkularım vardı. Kimseye belli etmiyordum; ama dedemin böyle bir yolculuğa çıkmaktan vazgeçmesi için dua ediyordum. Yanlış duymadınız, ben, zaman makinesinin gedikli süvarisi, tarih öncesi çağlara gitmekten korkuyordum. Bunları yazarken utanıyorum ama gerçeği de saklayamam. Sonunda dedem kararını verdi. Mısır piramitlerine olan hayranlığından yola çıkarak piramitlerin birer benzerinin olduğu Orta Amerika’ya gitmek istediğini açıkladı.
— Nasıl yani? dedim. Orta Amerika’da da mı piramit varmış? Cahilliğimi yüzüme vurur gibi gözlüklerinin üzerinden dik dik baktı bana: — Maya uygarlığı diye bir şey duymadın mı evlat? — Maya mı? Nerede? — Yahu sahiden duymamışsın!. Acaba çok bilinen bir şeydi de ben mi atlamıştım? Herkesin bilgi dağarcığında olan bir uygarlığı neden bilmiyordum? Hafızamı ne kadar yokladıysam da Maya uygarlığına dair bir şey hatırlamadım. İlkokul çocuğu gibi dedemin karşısında apışıp kaldım. Bön bön bakarak omuzlarımı çektim: — Hiç duymadım… dedim. — Pekâlâ, sen bizden daha meraklı gözlerle inceleyeceksin demektir bu, hele bir gidelim de… — Nerede bu devlet? Kim yönetiyor? — Şu anda mı? — Evet. Dedem başını salladı. Cahilliğimle eğleneceğini sandım. Ama dedem durgunlaşmıştı. — Ne yazık ki ne böyle bir devlet, ne de bu devleti yönetenler var. Tarih sahnesinden silineli asırlar geçmiş. Yavaş yavaş anlamaya başlıyordum. Düpedüz bu yok olmuş uygarlığın göz alıcı günlerini görmeye gidecektik. — Hakkında neler bilinmekte? diye sordum. Bir kere olan olmuştu.
Mayalar ile ilgili cahiloğlu cahildim. Dedemin kızacağına aldırmadan aklıma ilk gelen soruyu sormakta bir sakınca görmüyordum artık. — Pek bir şey bilmiyoruz, dedi. Bildiğimiz şu ki, Mısır piramitlerinin benzeri gibi bir çok eser bırakmış olmaları. Derin bir nefes aldım. Mayalar hususunda cahil olmam o kadar da utanılacak bir şey değilmiş. Dedem de az şey biliyormuş. Sonra salim kafa ile düşününce her şeyi bilmem gerekmediğine hükmettim. Sanırım bu uygarlık, dedemin günlerdir kafa yorduğu jeolojik dönemlerin birinde yok olanlardan… Eğer öyle olmasaydı, hafızamın bir yerlerinde onlara dair ufak tefek bilgi kırıntıları kalmış olurdu. Neyse, hiç olmazsa hangi uygarlığı bakacağımız konusu aydınlığa kavuşmuştu. Hangi zamana gideceğimize ise dedem karar verecekti. Sonradan anlaşıldı ki birinci kaptanımız Orhan ağabey de Mayalar ile ilgili bir şey bilmiyormuş. Yolculuk çalışmalarımız sürerken dedem Maya uygarlığı ile ilgili yeni yeni tezler ortaya atıyor, zaten karışık olan kafamı iyice allak bullak ediyordu: — Acaba, diyordu, Mısırlılar mı Mayalardan etkilendi, Mayalar mı Mısırlılardan? Sonra kalemini Orta Amerika’nın üzerinden kaldırıp Mısır’a doğru bir çizgi çiziyordu: — Ne dersin Yavuz? O devirde Atlas Okyanusu’nu geçecek gemilere sahip miydiler? — Sahip olduklarını varsaysak bile pusulaları var mıydı? Dedem, nihayet aklı başında bir soru ile karşılaşmıştı. Başını haritadan kaldırıp takdir dolu bakışlarla süzdü beni. — Pusulaları yoksa okyanusu geçmeleri imkânsız, diye sürdüm.
— Öyleyse başka bir şey olmalı… Gözlerini kısarak haritanın üzerine eğildi. Kalemini Atlas Okyanusu’nun üzerinde ileri geri hareket ettirerek düşüncelere daldı. Ses çıkarmadan bekliyordum. Bakışlarım kalemle haritanın mavi yüzeyi içinde gidip geliyordu. Birden dedemin eline yapıştım. O anda kalem okyanusun üzerinde düzensiz bir yay çizdi. — Mısırlılar ile Mayalar içinde doğal bir köprü vardı! diye haykırdım. — Nasıl bir köprü? — Atlantis! Medeniyet hangi topraklarda doruğa yükselirse yükselsin Atlantis üzerinden devletlere aktarılıyordu. — Olabilir, dedi dedem. Bir bilim adamından beklenen soğukkanlılıkla tekrar haritanın üzerine eğildi. Oysa benim kadar heyecanlanmasını bekliyordum. Dedem hep böyledir. Onun yaşamında taşkınlıklara, heyecanlara yer yoktur. Sormadan, sorgulamadan hiçbir şeye inanmaz ve kendini kaptırmaz. Hâlbuki ben beynimde çakan şimşekle heyecanlanmıştım.
Ne olursa olsun dedemin başına yeni düşünceler sok-muştum. Ertuğrul geçmişe doğru havalanmadan önce Prof. Akif Yurttançıkmaz, nereye ve niçin gideceğine daha emin bir biçimde karar vermiş olacaktı.
Sara Gürbüz Özeren – Çılgın Dedemin Zaman Makinesi #2 – Maya Uygarlığının Sakladığı Sır PDF indir Tıklayın