PDF

Şemsi Tebrizi – Makalat PDF Oku indir

Şemsi Tebrizi – Makalat PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Şemsi Tebrizi – Makalat kitabını araştırdık. Ayrıca Şemsi Tebrizi tarafından kaleme alınan Şemsi Tebrizi – Makalat kitap özetinin yanı sıra, Şemsi Tebrizi – Makalat pdf oku, Şemsi Tebrizi – Makalat yandex, Şemsi Tebrizi – Makalat e-kitap pdf, Şemsi Tebrizi – Makalat PDF Drive, Şemsi Tebrizi – Makalat Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Şemsi Tebrizi – Makalat PDF indir Oku

Yıllardır, Makalât-ı Şems-i Tebrizî, ikinci adıyle Hırka-i Şems üzerinde çalışmaktayım. Bugünün diliyle Şems-i Tebrlzî, Konuşmalar diye adlandırdığımız bu kitabın aslı, Farsça ve Arapça ile karışık, onüçüncü yüzyılda yazılmış çok çetin ve arkaik pasajlar ve deyimlerle dolu bir elyazmasıdır. Eser, çok mühim ve enteresan tasavvuf konularını içine aldığı gibi, o çağın belli başlı şahsiyetlerini, zamanın kültür ve bilim hareketlerini yansıtması, hele Mevlânâ Celâleddin’ln karanlıkta kalmış olan bazı yönlerini aydınlatması yönünden da bir hazine değerindedir. Şems-i Tebrizî, Konya’ya niçin gelmiştir? Mevlânâ ile onun içindeki ilişki nasıl başlamıştır? Mevlânâ’nın normal yaşamını birdenbire altüst ederek ona coşkun ve taşkın çiçeği burnunda bir ruh aşılayan bu adam kimdir? İşte bu noktaları bize açıkça gösterecek çok Önemli bilgileri bu kitapta bulmaktayız. Kitabın gerçi çok çetin ve dikenli tarafları mevcuttur ve bu özelliği, şimdiye kadar bir çevirisinin yapılmasına engel olmuştur. Lakin mutlu bir raslantının bana bu eseri Türk aydınlarına ve tasavvuf meraklılarına tanıtmak fırsat ve cesaretini vermiş olduğunu söylersem, okurlarımın beni yadırgamayacaklarını sanırım. Bu çeviriye kaynak olan kitap, çok saygıdeğer dostum Mevlânâ torunlarından Prof. Dr. Ferudun Nafiz Uzluk tarafından vaktiyle bana armağan edilmiş olan elyazması bir nüshadır. Bu metin, 27×21 ölçüsünde ve 326 sayfadır. Nesih kırması, nesih, sülüs ve ta’lik gibi çeşitli yazı emsallariyle temiz ve okunaklı bir biçimde yazılmış, üzerinde yer yer ufak tefek nüsha farkları işaret edilmiştir. Metnin bazı kısımlarının kenarlarına bol haşiyeler, açıklamalar eklenmiştir. Tarihi ve yazarı belli olmayan bu nüshanın, merhum Mevlevi arif meşahirinden Ayaşlı Şakir tarafından Dergâh müzesindeki iki nüsha ile karşı karşıya geldirılarak orijinal bir metinden kopya edildiği, sayfa kenarlarındaki haşiyelerin de sonradan eklendiği anlaşılmaktadır, işte üstad Prof. Dr. Uzluk’un himmetine borçlu olduğum bu kitabı her ihtimale karşı memleket kitaplıklarında bulunan başka elyazmalarıyle de karşı karşıya geldirmak lüzumunu duyduğum için önce Konya’dan işe başladım.

Mevlânâ Müzesi Kitaplığı’ndaki 2144 ve 2145 sayılı iki yazma metinle yer yer karşı karşıya geldirdım. Daha sonra istanbul’da Beyazıd Kütüphanesi Kataloglarına baş vurdum. Veliyüddin Efendi Kitaplığından aktarılmış bir Makalât yazması buldum ama bu kitapçık ufak bir özetten başka bir şey değildi, istanbul Üniversitesi kitaplığında bulduğum 679 F.Y. numaralı metin de yine bir özetten ibaretti. Yaptığım bu araştırma ve incelemelerden sonra elimdeki nüshanın en doğru ve sağlam bir kaynak olduğu sonucuna vardım. Kitabın bazı yerlerinde irkildiğim oldu. Bundan dolayı, başlamış olduğum çeviri hayli gecikti. Son günlerde ikinci bir raslantı daha oldu. İran’da basılmış olan bir Makalât metni, yine aziz dostum Prof. Dr. Uzluk tarafından getirtilerek bana armağan edildi. Bu yeni fırsattan da faydalanarak yaptığım çevirileri bir de basılı metinle karşı karşıya geldirmak ve son kontroldan geçirmek lüzumunu hissettim. Türkiye’deki metinlerden alınan kopyalardan yaşandıği anlaşılan bu kitabın, kıymetli bilgin ve araştırıcı İranlı Ahmed Hoşnuvis tarafından gözden geçirilerek üzerinde düzeltmeler yapıldığını, gerekli not ve haşiyelerle süslendiğini ve güzel bir baskı halinde irfan âlemine sunulduğunu görmekle de bunun yanı sıra mutluluk duydum. Kendi hesabıma, bu yeni baskıdan da hayli faydalandığımı inkâr edemem.

Müellifine teşekkürlerimi sunmayı da bir borç bilirim. Lakin, benim çevirime esas olan nüsha ile yeni baskı içinde büyük ve mühim farklar buldum. Bendeki nüshanın bir çok sayfaları basılı kitapta eksik kalmıştır. Hele yazma nüshanın 95’inci sayfasından 164’üncü sayfasına kadar olan kısım tamamiyle atlanmıştır. Daha başka yerlerde de hayli atlamalar görülmektedir ki kitabın ikinci baskısında bunların düzeltilmesi çok faydalı olacaktır. Şu hale göre Farsça metnin Türkiye’de kritik bir baskısını yapmak zorunlu görünmektedir. Kitap ile ilgiliki incelemelerimızı bu satırlarla özetledikten sonra, biraz da çeviri zorlukları üzerinde durmak istedik. Kitaba esas olan elyazmalarını önceden incelemiş bulunan İran’ın sayılı ilim ve fikir adamlarından rahmetli Furûzan Fer’in şu kelimelerini aynen naklediyorum: «Makalât kitabı, Şemseddin-i Tebrizî’nin bazı meclislerdeki sohbetleri sırasında, Mevlânâ ile konuşurken aralarında geçen bahislerden, müritler ve inkarcılar tarafından sorulan sorulara verdiği yanıtlardan derlenmiş bir eserdir. Kitaptaki cümle ve pasajların kesik ve dağınık olması da gösteriyor ki bu eseri Şems kendisi kaleme almamış, belki o anılar her gün müritler tarafından kaydedilmiş ve son derece bir tertip bozukluğu ile de derlenmiştir. Ama inkâr edilemez ki, bize Mevlânâ’mn özel yaşantısını, onun hayat hikâyesini kapsayan birden çok gizli noktaları da gün ışığına çıkarmaktadır.» Mevlânâ’nın, Şemseddin Tebrizî ile nasıl buluştuğunu anlatan ve o buluşmanın efsaneleşmiş yönlerini, iyi bilinemeyen, nedenleri anlaşılamayan taraflarını aydınlatmak gayreti gösteren bir çok eski ve yeni menakıb yazarları, bu hikâyeleri fakat romantik bir kılıkta uzun uzadıya nakletmeye özenmişlerdir, işte Makalât kitabı bu gizli kalmış konular üzerindeki perdeyi kaldırdığı gibi, Mevlânâ’nın, Şems’e nasıl kapıldığına da bir dereceye kadar ışı tutmakta ve açıklık getirmektedir. Kitap, herkesçe bilinen halin aksine olarak Şemseddin-i Tebrizî’nin çok keskin görüşlü bir bilgin ve bir hakikat âşığı, mürşitlik mertebesine ermiş arif bir yol gösterici olduğunu öğretmektedir. İşte yalnızca bu nokta bile eserin önemini belirtmeye yeter. Kitabın tarihî değerinden başka bunun yanı sıra, Şemseddin’le görüşmesinden sonra Mevlânâ’da yeni bir yaşamın başladığım gösteren açık işaretler mevcuttur. Şems’in getirdiği yeni fikirler, prensipler ve öğretim sistemi hususunda araştırma yapmak isteyenler, aradıklarını Makalât kitabında bulacaklardır.

Çünkü Makalât ile Mesnevi içinde kuvvetli bir bağlantı mevcuttur. Nasıl ki Mevlânâ, Mesnevi’de geçen bir çok fıkra, hikâye ve nükteleri Makalât’tan almıştır. Kitap bunun yanı sıra gönül çekici deyim ve terimlerindeki üslûp güzelliği yönünden Fars Edebiyat ve Filolojisinin bir hazinesi değerindedir. İşin zorluğunu belirtmek için yukarda saydığım nedenleri üstat Furûzan Fer de kabul ediyor. Ana dili Farsça olan bir ilim adamının bu görüşü, açık bir gerçeğin ifadesidir. Çevirinin zorluğunu artıran önüne geçerin başında en fazla diyaloglar gelmektedir. Konuşanla dinleyen, soran ve yanıt veren; hatta üçüncü şahıs, aynı fiil ile ifade edilmektedir. Dedim ki, dedi ki yerine hep dedi fiili kullanılmıştır ki bu da enteresan nedenlerden biridir. Ama kitabı birkaç kere dikkatle, merakla ve sabırla okuyup da havasına girdikten sonra konu biraz daha aydınlanıyor. Kesik ve bağlantısız gibi görünen devrik cümlelerden sonraki cümle ve satırlardan bir mânâ çıkarmak olabilecek oluyor, ama ne de olsa yine gramer kaidelerina sığmayan sözler eksik değil. Bizi en ziyade ilgilendiren nokta, ele alman konuları herkesçe anlaşılabilir bir hale getirmek, Türk dilinin bugün benimsenmiş olan deyim ve terimlerine uygun fakat her türlü aşırılıktan, zorlama ve yapmacıklardan uzak bir çeviri örneği vermektir. İşte bu nokta üzerinde, gücümüzün yettiği kadar uğraştık. Konuşmalar kitabında, özellikle üstadın hayat hikâyesi, Mevlânâ ile aralarında geçen tasavvufî bahislerdeki görüş birliği, arada bir düşünce ayrılığı, üstadın ağzından çıktığı gibi kayt ve zapt edilmiştir. Bu sohbet konuşmasından arada bir değişik bir üslûp kokusu gelir; yer yer söğüp saymalar, öfke belirtileri, zamaneye göre ayıp sayılmayan bazı açık saçık nükteler de eksik değil. Ama bu özellik ve konulardaki değişik eda, okurları sıkmadan, onlarda derin bir ilgi ve merak uyandırmaktadır.

Şimdi eserden müessire intikal yoluyle biraz da müellifin kısa bir biyografisini çizmeye çalışalım. Şems-i Tebrizî Kimdir? Büyük arif Melikdâd oğlu Ali oğlu Muhammed Şemseddln, yaradılışında üstün vasıflarla bezenmiş, Allah vergisi yüksek bir istidat ve kabiliyetle doğmuş Allah âşıklarından, ilâhî aşk şarabiyle başı dönmüş hakikat ve mânâ ehli erenlerdendir. Altıncı hicret yüzsenesinde Tebriz’de hayata gözlerini açmış, halen çocukluk ve ilk gençlik çağlarında bile çağdaşı olan kuşağın çocuklarından bambaşka bir vasıfta yaratıldığını göstermiştir. Coşkun, hareketli, duygu ve düşünce yönünden daima ileriye bakan ve zamanının değer ölçülerini aşan bu harika çocuk, bize kendini şöyle anlatıyor: «Henüz erginlik çağına girmemiştim. Aşk deryasına daldım mı, 30-40 gün hiç bir şey yiyemezdim; istekten kesilirdim, günlerce açlığa susuzluğa katlanırdım. Bir gün babam bana çıkıştı, ‘Oğlum, dedi, ben senin bu halinden birşey anlamıyorum; bunun sonu nereye varacak? Bu davranışlar seni felâkete götürecek.’ Ben ona şu cevabı verdim: Baba! Seninle benim babalık ve evlâtlık ilişkimiz neye benzer bilir misin? Bir tavuğun altına tavuk yumurtalarıyle karışık bir de kaz yumurtası koymuşlar. Vakti gelip de civcivler çıktığı zaman bunlar hep birlikte analarının arkasına düşer giderler, yolda bir göl kenarına raslarlar. Kaz yumurtasından çıkan civciv hemen kendisini suya atar, bunu gören ana tavuk, eyvah yavrum boğulacak der. Çırpınmaya başlar. Halbuki kaz yavrusu neşe içinde suda yüzmektedir. İşte seninle benim aramdaki fark da böyledir.» Ahmet Eflâkİ’nin, sayın dostum Prof. Tahsin Yazıcı tarafından dilimize çevrilmiş olan Ariflerin Menkıbeleri adlı eserine göre Tebriz şehrinde Şemseddin’e Şems-i Perende yani Uçan Şems derlermiş. Bu lakabın ona, çok gezmesinden ve sürekli olarak zamane ariflerini ziyaret için şehirler içinde dolaşmasından ötürü verildiği anlaşılmaktadır.

Ayrıca ona manevî mertebesi ve ergin ariflerden sayılması dolayısiyle Kâmil.i Tebrizî de denilirmiş. Ama bunun, hem büyük arif Şemseddin Muhammed’in hem de başka bir Şemseddin’in lakabı olduğu anlaşılmaktadır. Merhum üstat Furûzan Fer’in İran’da vaktiyle neşretmiş olduğu Menakıb-i Evhaduddin-i Kirman adlı eserde Evhaduddin şöyle anlatıyor: «Kayseri’de olduğum sırada Kâmil-i Tebrizî adı verilen bir zat vardı; bu, perişan halli bir âşık idi. Sultan Alaeddin ile vezirleri ona çok saygı ve sevgi gösterirlerdi. Batın ehli bir adam idi. Sultan yanında çok saygınlığı var idi. Herhangi bir adam için bin dinar bile iltimas etseydi red olunmazdı.» Şimdi Evhaduddin’in söz ettiği bu Kâmil-i Tebrizî ile büyük arif Şems-i Tebrizî’nin başka başka bireyler olduğunda şüphe etmiyoruz. Çünkü Şems-i Tebrizî, sözü geçen Kirmanlı Evhaduddin’in uzun uzadıya aleyhinde bulunmuş ve Evhaduddin, Şems’in yüce mertebesini anlayamamıştır. Şu hale göre onun Kayseri’de rastladığı Kâmil-i Tebrizî, başka biri olma özelliğini taşır yani Kâmil sözünün, o Şemseddin’in vasfı değil ismi olduğu anlaşılmaktadır.

Şemsi Tebrizi – Makalat PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu