PDF

Şeyh Bedreddin – Varidat PDF Oku indir

Şeyh Bedreddin – Varidat PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Şeyh Bedreddin – Varidat kitabını araştırdık. Ayrıca Şeyh Bedreddin tarafından kaleme alınan Şeyh Bedreddin – Varidat kitap özetinin yanı sıra, Şeyh Bedreddin – Varidat pdf oku, Şeyh Bedreddin – Varidat yandex, Şeyh Bedreddin – Varidat e-kitap pdf, Şeyh Bedreddin – Varidat PDF Drive, Şeyh Bedreddin – Varidat Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Şeyh Bedreddin – Varidat PDF indir Oku

Bu kitapta, okuyucu Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde yetişen, felsefe, fıkıh ve tasavvuf bilgini Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin’in bilinen “Varidât” adlı Arapça eserinin tercümesi sunulmaktadır. Bu ünlü eser Türkçe’ye tercüme edilirken, hiç bir yorum yapılmamış ve olabilecek olduğu ölçüde her kesimin anlayabileceği bir dil kullanılmaya çalışılmıştır. Yaklaşık altı yüzyıl önce Arapça olarak kaleme alınan Varidât, son derece ağır bir dil ve üslupla yazılmıştır. Felsefî, dinî ve tasavvufî konuların ele alındığı bu eserin, Türkçe’ye tercüme edilmesi de birtakım kuvvetlikleri bununla birlikte getirmiştir. Lakin, elden geldiğince kuvvetliklerin giderilmesine çalışılmış ve iyi bir tercüme olması için gayret sarf edilmiştir. Kitabın yazan Şeyh Bedreddin’in öldürüldüğü tarih ile ilgili değişik bilgiler verilmektedir. Muhtemelen 1414 ile 1420 senelerı içinde öldürülmüştür. Bu kitapta, yazarın yalnızca “Varidât” adlı eserinin tercümesi okuyucuya sunulması amaçlandığından, Şeyh Bedreddin’in yaşamı ve diğer eserleri hususunda bunun yanı sıra bilgi verilmemiştir. Çeşitli kaynaklarda bu hususta yeterli bilgi bulunmaktadır. Tercümenin amacına ulaşması ve faydalı olmasını dilerim. 12 Aralık 1990 Dr. Cengiz KETENE

و ھلا ىلعو Bismillahirrahmanirrahim Allah’ın adıyla Âhiret işlerinin, câhillerin iddia ettiği gibi olmadığını bil. O işler buyruk, bilinmeyen gayb ve meleklerin dünyasıyla alakalı olup, câhil halk tabakasının iddia ettiği gibi, gözle görülen dünyayla alakalı değildir. Peygamberler ve halis bireylerin dile getirdikleri doğrudur. Lakin temel nokta onları anlamamadır.

Bunu iyi bil ve hiç şüphelenme ki, cennet, köşkler, ağaçlar, huriler, mallar, ırmaklar, meyvalar, azap, ateş ve benzerleri rivayetlerde söylendiği ve eserlerde anlatıldığı gibi, yalnızca görüntülerle izah edilemez; onların başka anlamlan da mevcuttur. Bu anlamları, velilerin hâlisleri bilmektedirler. İbâdetlerin amacı, gönülleri ölümlü varlıklardan sıyırıp, ebedî ve yüce varlığa yöneltmektir. Fâni varlıklara bağlı bir gönülle bin yıl namaz kılsan dahi, hiç bir sevap elde edemezsin. Bu beden baki kalmayacağı gibi, ölümden sonra dağdan bölümlerinin yeniden birleşmesi de, olabilecek değildir. Ölülerin diriltilmesindeki amaç, bu değildir. Sen nerdesin ey gafil! Dünyaveyaldığın için, Allah’ı anlama yolundaki çabaların azalmıştır. Bu nesneler ve olgunluklar, senin düşündüğün gibi değildir. Lakin sen Hak’tan uzaklaştığın için, onlara yönetmiyorsun. Şayet bunları anlayabilirsen, onları kendine amaç edinip, gönlünü Allah’a yöneltebilirsin. Sen, meyvelerle ve başka şeylerle aldatılan çocuğa benzersin. Çocuğa dersten ürkmesin diye, hoşuna gidecek şeylerle benzetmeler yapılır. Sen bu gafil gönlünle Allah ve peygamberleri tanıdığını ve kitaplar okuyarak, ne istediklerini anladığını mı sanıyorsun? Dersle uğraştığın sürece, Hakk’ı idrak etmekten daha da uzaklaştığını bilmelisin! Allah’ın buyruğu, kendi zatının gereğidir. Sözle, harflerle, Arapça yahut başka bir dille izahtan münezzehtir. Kalem her şeyin gerçeğidir, kendine dair ne hal meydana gelirse yazmaktadır.

Huriler, köşkler, ırmaklar, ağaçlar, meyvalar ve benzerlerinin tümü, hayal âleminde gerçekleşir, duyu âleminde gerçekleşmez; bunu anla! Cin de aynı biçimdedir, adı da bunu gösterir; zira görünen duyulardan gizlidir. Onu gören kişi zahirde gördüğünü sanır, gerçek öyle değildir. O, fakat hayal gücüyle kavranabilir. Ulu Tanrı Kur’ân’da buy “Gaybı bilinmeyeni , Allah’tan başka kimse bilmez. İlimde ilerlemiş olanlar ise, O’na inandık derler.” Bunu fakat akıl sahipleri düşünebilirler. “Elif ve lam, ismi umûmî hale sokma belirtisidir. Gerçekte bilen yalnız bir ve kahhar olan Allah’tır. Bütünün bütünde olmasında şüphe yoktur. Yani, varlıklar her nesnede ve hatta her zerrede mevcuttur. Görmüyor musun tohumda bütün ağacın var olduğunu ve bütünün ağacın her bölümünde oluştuğunu? Ağacın bütünü meyvada mevcuttur. Her bölümünde bir tohum mevcuttur, böylece bütün buradadır ve ondan buluşmaktedir. Aynı biçimde bütün âlemler, kâinat “özden” meydana gelmektedir ve asıl da bütünden gerçekleşmektedir. Bütün kâinat bir zerrede mevcuttur ve buradan imân sahibi bireyler gizli sırrı anlarlar. Bütün alemler insanda olduğu, fakat gizli olduğu ve bu gizlilik örtüsü kalktıkça, o zaman “Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi istedim; beni bilsinler diye insanları yarattım” sözünün sırrı görülmektedir.

Bilen yine Allah’tır, ondan başkası değildir. Bütünde münezzehtir ve yine nitelikleriyle nitelenmiştir. Bir nurla mumun fitili yanar, o halde binlerce alevle yanan gönül ışığı nasıl olacaktır. Ey gerçek peşinde koşan yolcu! Sen de ümitsizliğe düşme, tehlikeleri aştıktan sonra, ışığa kavuşabilirsin. Bazı insanlar birbirilerine ibâdet ederler yahut dirhem ve dinarlara, paralara , yiyeceklere, övünç ve kibirliliğe bilmeden ibâdet edip, Allah’a ibâdet ettiklerini sanırlar. Ulu Tanrı âyeti kerimede buyurmuştur ki: “Doğrusu biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara sunduk”. Bilgi sahibi bireyler bu emanetin Allah’ı anlamak olduğunu söylemişler. Ben, bu sözle, Allah’ın sureti manasına geldiği düşüncesindeyim, çünkü Âdem, Allah’ın sureti şekilinde yaratılmıştır. Onun sureti bütünün suretidir ve yalnız insanda bulunur, başka varlıklarda bulunmaz. Böylelikle de göklerdeki ve diğerlerindeki aslın yorumuna gerek kalmaz. Onlar kendileri bunu yüklenmekten kaçındılar, insan, madde olarak bunu yüklendi ve yüce Rahman’ın suretini kabullendi; öncedenleri zâlim ve bilgisiz iken, sonradan âdil ve balakalı oldu. Seni Allah’a yaklaştıran her şey, melektir, rahmandır, ondan başkasına yaklaştıranlar ise iblistir, şeytandır. Seni ulu Tanrı’ya yönlendiren güçlerin, meleklerdir, bedenî şehvetlere yönlendiren güçlerin ise, şeytanlardır. Ey kişi! İçin melekler ve şeytanlarla doludur; galip gelen kararı verir. Cinler ise, ikisinin içindedır Yeryüzüne düşen her yağmur damlasının bir sebebi mevcuttur.

O bölgeye yağmuru yağdıran neden, melektir. Kendisi melekten oluş tuğu gibi, nedenlerin her bir diğeride, melekten ibarettir. Her damlaya melek dersen, damlayı sağlayan neden bundan dolayı doğru söylemiş olursun? Her damla içinde, melekler mevcuttur dersen, yine doğruyu söylemiş olursun, çünkü, bölümlerden dolayı, melekler mevcuttur. Bu da, melek adı verilen bir suretin yansıtılmasını engelleyemez. Şunu bil ki, ceza, rahmet, acı, lezzet ve benzerleri bütünden meydana gelir. Lakin Allah, bütün bunlardan münezzehtir, zîrâ bunlar izafidir ve inişinin gereğidir. Görmüyor musun? Gerek insan ve gerekse yılanın ağzındaki tükürük su, kendisi için uygun olup, başkasına zehirdir. Her ikisindeki hayat gerçeği, onlardan kopmamışsa da, onlardan arındırılmıştır. Doğru olan şudur ki, Allah kâinatın bütünüdür. Bil ki, Allah’ın ortaya çıkmada, zâtî bir eğilimi mevcuttur. Bunun da gerçekleşmesi, fakat ufak nesnelerle ortaya çıkışı ile olur. Sevgi de, bu zatî eğilim ve özün gereğinden ibarettir Yüce Allah, “Ben gizli bir hazineydim bilinmeyi istedim; beni bilsinler diye insanları yarattım” kelimeleriyle buna işaret etmektedir. Diğer bir izahla “Gerçekleşmesi için yarattım, tesbit ettim ve ortaya koydum” denilmektedir. Bu anlamla, bazı şeyhlerin tahayyül ettikleri sevgiyi öğrenme anlamı içinde büyük fark mevcuttur. Dikkatli ol.

Bir toplumun başları olan hatip, imam ve diğerlerinin amaçları, Hakk’a yönelik olmayabilir. Bu durum, onlardan uzaklaşman için yeterli gelmektedir. Şayet amaç onları doğru yola yönlendirmek ise, ibâdetin temeli, hedeflerinin Allah olduğu yönündedir. Bu temel yok olursa, ibâdetleri de yok olur ve toplulukları kötülükler içinde kalır. Kötü topluluklardan uzaklaşmak yeğdir. Var olanın Allah olduğunu O’ndan başkası olmadığını bil; amaç da, yine Allah’tır; O’ndan başkası değildir. Ya MAKSÛD, veya MEVCÛD demeleri, bunu gösterir. Birbirileriyle ters düşseler bile, Allah bütün nesnelerde mevcuttur. Çünkü aşamalar yönünden hepsi varlık ve tezat içine girmektedir. Allah, onlardan münezzehtir. Batıl da bir varlık olarak, Hak’tır ve batıl oluşu nisbidir. Bütün varlık aşamaları, cisimler âleminin içindedir. Bu cisimler yok olunca, ruhlar ve diğer mücerredâttan başka her şey yok olur. “Mirsâdü’l İbâd” adlı eserin yazarı bir örnekle cisimleri katar ve ruhları da aşamalarına göre şeker kamışı, beyaz şeker, bitki ve küp şekerlere benzetmiş; bu arada ruhları cisimlerden ayırma yanılgısına düşmüştür. Hâlbuki gerçek öyle değildir insanın bedeni ruhtur, Hak’tır; suretlerin birikmesiyle yoğunlaşmıştır.

Suretler ortadan kalksa da, ortağı olmayan, bir olan Allah kalır. Hak etki yönünden Allah’tır. Etkilenme yönünden ise, kul ve mahlûktur, mahkûm ve yeniktir. Bundan dolayı bütün işler Allah’a aittir; suretler ise, araçlarıdır. Kulun suretinde görünümünde Hak’tan başka bir şey yoktur. Lakin kul yanılgıya düşüp, kendisinde Hak’tan başka özgün bir varlığın işi ve seçimi olduğunu sanmış tır. Bu yanılgı, onun gafletinden ileri gelmektedir. Tıpkı iş yapan sanatkârın, iş yaparken kendisinin ve âletinin ayrı birer varlık olduğunu sandığı yanılgısı gibi. O âletin esas işi yaptığım sanırsa, bu düşüncesi beğenilmez; çünkü gafletinden gerçekleşmektedir. Gerçeği bilip, işi ve seçimi kendisine bağlayıp ve bunların Allah’tan geldiğini anlarsa, bunda yerilecek bir husus yoktur. Zira mahsûs iş mahsûs suretten çıkmıştır ve böylece o fiilin faili odur. Bu etaptaki iş, görünüşte insanın fakat gerçekte Allah’ındır. Doğru olanı da, bu biçimde olanıdır. Bilgin kişi, düşünüp, yaptım derse, gerçeği söylemiş olur. Câhil bunu söylerse inandırıcı olmaz.

Araştırıp, gerçeği görülmektedirmak için, işi yapanın işini hissetmesi ve seçmesi gerekir. Zira istediğini yapar, istemediğini bırakır; çünkü işler, Allah’ın isteğiyle tahakkuk eder; iç ve dış nedenlerden dolayı, aşamalar ve emsallarin gereklerindendir. Bunlar birleşip ortaya çıkınca, istek de zorunlu olarak görülmektedir ve sonuçta işler de gerçekleşir. İnsan, işleri bırakmaya muktedir olduğunu sanır; hâlbuki durum öyle değildir. İşleri yapmamak da, aynı biçimdedir. Böylelikle yapanın gerçekleşme sırasında elinde hissinden başka bir şey yoktur. Hayvanların yaptıkları çelişkili işler, onları seçim yapma yanılgısına düşürebilir; hâlbuki gerçek, duyduklarındır. Kargaların çöplükleri eşmesi, horozların gece yarılarında ötmesi ve diğerleri, basit halk tabakasına bilinen anlamda seçim yapma hakkı düşüncesini uyandırır. Bu yalnızca kelimelerin yanlış olanıdır. Aklı yetmeyen karşı gelse bile, keşfin verdiği budur. Kâinat cinsi türü ve özü yönünden kesinlikle kadîmdir ve onun ortaya çıkışı zamanla alakalı değil. zâtidir. Karşıtlıklar Hak’tan doğar. Hak bunların bir bölümünden hoşlanır, bir bölümünden hoşlanmaz. Doğuş, öz ve aşamalar gereğidir.

Buna karşı çıkılmaz. Eylemlerin düzene, kendisine yakınlaşmaya, olgunluklar edinmeye yarayanlarına razı olur; aksine razı olmaz. Bu durum, bir adamın, sakin iken yapmayı istemediği bir işi, kızınca yapmasına benzer. Allah’ın iradesi zatın ve aşamaların gereği anlamındadır. Zahirde düşünen bireylerin sandığı gibi suçlar ve fevâhişler ahlâksızlıklar, Allah’ın emriyle ortaya çıkmaz. Ulu Tanrı zâlimlerin dile getirdiklerinden münezzehtir. Allah’ı arayan, hastaya benzer; aranan olgunluklar, sağlığa; cahillik ile Hak’tan uzak kalma da hastalığa benzer. Nasıl ki, bir hasta kendini doktora teslim edip, bir gün yeniden sağlığına kavuşmak ümidiyle, istediğini yapmasına izin verir, emirlerini yerine getirir, ilaçların acılarına karşı sabır gösterir ve tedavideki türlü acılara dayanıklı olmaya çalışıp, gayret harcıyorsa ki bu gerçekleşmeyebilir de, işte arayan kişi de böyledir. Zira sağlığın temel şartı doktorun dile getirdiklerine uymaktır; çünkü bu bir araçtır; türlü acılar sonunda sağlık elde edilmektedir yahut edilmez. Ama çaba göstermesi gerekir ve doğru olan da budur. Hasta doktoruna, beni sağlığıma kavuşturuncaya kadar senin emirlerine riayet etmeyeceğim derse, bu akla uygun düşmez. Hakikati arayan kişi de, önüne geçeri aşmak için çaba göstermeli ve ben istediğim gerçekleşinceye kadar şeyhlerin dile getirdiklerine uymayacağım dememelidir. Zira böyle bir durum bilgi istememenin belirtisidir. Kişi kendi menfaati için uğraşmalıdır; zamandan medet ummamalıdır. Uğraşma yolu ile amacına kavuşursa, isteği yerine gelmiş olur.

Kader istediğini elde etmesini önüne geçerse, mazur sayılır.

Şeyh Bedreddin – Varidat PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu