PDF

Sina Akşin – Kısa Türkiye Tarihi PDF Oku indir

Sina Akşin – Kısa Türkiye Tarihi PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Sina Akşin – Kısa Türkiye Tarihi kitabını araştırdık. Ayrıca Sina Akşin tarafından kaleme alınan Sina Akşin – Kısa Türkiye Tarihi kitap özetinin yanı sıra, Sina Akşin – Kısa Türkiye Tarihi pdf oku, Sina Akşin – Kısa Türkiye Tarihi yandex, Sina Akşin – Kısa Türkiye Tarihi e-kitap pdf, Sina Akşin – Kısa Türkiye Tarihi PDF Drive, Sina Akşin – Kısa Türkiye Tarihi Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Sina Akşin – Kısa Türkiye Tarihi PDF indir Oku

Osmanlı Devleti’ne Kadar Türkler Türklerin Üç Yurdu Türklerin ilk tarih sahnesine çıkmaları Hun Hükümdarlığı ile olmuştur. Bu kuruluş için verilen ortaya çıkış ve son buluş tarihleri M.Ö. 220 ile M.S. 216’dır. Bu tarihlerden yaşanan bir şey var. O da Türklerin tarih sahnesine “geç” çıkmış olduklarıdır. Yani Türkler bu bakımdan görece “genç” bir halktır. Şu tarihlere bakarsak bunu daha iyi anlarız: M.Ö. 9000-8000: Tarımın başlaması, hayvanın evcilleştirilmesi; M.Ö. 6250: Anadolu’da Çatalhöyük kenti kuruluyor; M.Ö.

3500: Mısır’da yelken ve tekerleğin icadı; M.Ö. 3000: Mezopotamya’da Sümer yazısının icadı. Hun Hükümdarlığı dünyaya geldiğunda eski Yunan medeniyetinin dönüştüğü İskender İmparatorluğu son bulmuştu, Roma İmparatorluğu ise 3. yüzyılını yaşıyordu. Hun Hükümdarlığı’nın meydana geldiği bölgeye (1. anayurt) bizde “Orta Asya” denirse de aslında burası Çin’in kuzeyindeki bölgedir. Hun halkı göçebe hayvancılık yapıyordu. Yani, yurt denen çadırlarda yaşıyor, hayvanlarını mevsimine göre otun bol olduğu yerlere götürüyorlardı. Yazın yaylalara ve dağlara gidiliyor, kışın düzlere iniliyordu. Hun boylarının göçebe hayvancılık yapmalarının nedeni, bulundukları bölgede topraklarının tarıma uygun olmaması, verimsiz oluşuydu. Yani, göçebe hayvancılık bir zorunluluktu. Tarıma uygun topraklar güneyde, Çin’deydi. Ama göçebelerin oraya geçmesi kolay değildi, zira Çinliler verimli toprakların bittiği yerde Çin Seddi adı verilen 6.000 kilometrelik bir savunma hattı kurmuşlardı.

Çin Seddi basit bir sur değildi. Belirli aralıklarla burçları olan, üzerinde araba yolu bulunan hayli karmaşık bir yapıydı. Uzunluğu hususunda bir fikir vermek için Edirne’den Ardahan’a Türkiye’nin uzunluğunun 1.500 km dolayında olduğunu hatırlatayım. Yani Çin Seddi 4 Türkiye uzunluğundadır. Hunlar göçebe hayvancı oldukları için kent hayatları yoktu. Yazıları da yoktu. Bu durumda kimi tarihçiler Hun Hükümdarlığı’nın devlet sayılamayacağını, buna fakat kabile (boy) konfederasyonu denilebileceğini söylemektedirler. Hun Hükümdarlığı’nın dağılmasından sonra Türk boyları uzun bir süre üst örgütlenmeye gitmediler. M.S. 552’de Türklerin 1. anayurdu olan bölgede Göktürk Hükümdarlığı kuruldu ve 745’e değin sürdü. Göktürkleri Hunlardan ayıran mühim bir özellik, Göktürkler döneminin sonlarına çok yakın bir tarihte, yazının ortaya çıkmasıdır (Ötüken, 730). Ama genelde, Hunlar için dile getirdiklerimiz Göktürkler için de geçerlidir.

Bundan sonra büyük çapta, uzun mesafeli göçleri göze çarpıyor. Göçebe hayvancılık yapanların neden göçe zorlandıkları hususunda çeşitli tahminler söz konusudur. Misal verilecek olursa kuraklık, hayvan hastalıkları, olağandışı nüfus artışı gibi nedenler sayılabilir. İlk göçlerle Türklerin 1. anayurtlarının biraz batısında ilk dört başı mamur devlet kuruldu: Uygurlar (745-940). Uygurlarda yazı da vardı, kentler de vardı, tarım da. Ama göçebe hayvancılık yine egemendi. Uygurlar Şaman dininden Budist dinine geçmişlerdi. Bir kısım Türk boylarının daha da batıya göçüyle Türkler 2. anayurtlarına geldiler. Burası kabaca Hazar Denizi’nin doğusu, Aral Gölü’nün güneyi oluyordu. Maveraünnehir diye de bilinir. Buradaki Türkler 900-1150 tarihleri içinde ağır ağır Müslümanlığa geçmeye başladılar. Üç mühim devlet kuruldu: Karahanlılar (940-1211), Gazneliler (963-1186), Büyük Selçuklular (1038-1157). Karahanlılar zamanında mühim bir edebiyat başlangıcı göze çarpıyor.

1070’te Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı yapıtı, 1074’te Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lûgat-it-Türk’ü ortaya çıkmakta. Büyük Selçuklular ve Malazgirt zaferiyle birlikte, Oğuz Türklerinin 3. anayurt olan Anadolu ve Rumeli’ye göçünün başladığını göze çarpıyor. Anadolu’daki ilk Türk devleti Anadolu Selçuklu Devleti’dir (1077-1308). 2. anayurt, tarıma uygun alanlar yönünden 1. anayurttan daha verimli bir alandı. Ama yine de burada bir çok çorak alanın, büyük çöllerin olduğu görülüyor. İlk ikisinden fazla farklı olan 3. anayurtta ise hiç çöl yoktu. Bütün düzlüklerde yağmurla buğday tarımı yapılabiliyordu. Böylelikle buralara gelen Türklerin geniş çapta yerleşmeye başladıkları, tarım yaparak köylüleştikleri görülüyor. Yalnız Anadolu’nun Rumeli’den mühim bir farkı mevcuttur. Anadolu çok engebeli bir alandır, yani dağları, yaylaları çoktur. Onun için göçebe hayvancılığı sürdürmek isteyen oymak ve boylar (aşiret ve kabileler) buna uygun mekânları bulabiliyorlardı.

Üstelik farklı zamanlarda Anadolu’da karışıklık ve asayişsizlik yoğunlaştığı zamanlar, yağma edilmekten bıkan köylüler, köylerini terk edip dağlarda eşkıyalığa veya göçebe hayvancılığa başlamışlardır. Demek ki kimi zamanlarda ve kimi yörelerde köylülüğün çoğaldığını, kimi dönem ve yörelerde göçebe hayvancılığın ağır bastığını göze çarpıyor. Misal verilecek olursa 1865’te Osmanlı hükümeti Fırka-yı Islahiye adında bir ordu göndermek zorunda kaldı Çukurova bölgesine. Amaç, önceden birkaç kez “oturtulmuş” olan Avşarları ve diğer oymakları yeniden oturtmaktı. Söylendiğine göre göçebeler yüzünden Türkiye’nin en verimli ovalarından Çukurova’nın Adana doğusunda kalan bölümü bu sırada yaban bitkileriyle örtülüymüş. Tarihçi Zeki Velidî Togan’a göre, Türkler büyük ölçüde boş bir Anadolu’ya yerleşmişlerdi, zira Arap akınları neticesinde Anadolu’nun Hıristiyan halkı kıyılara kaçmıştı. Böyle bir görüşten çıkan sonuç, Türklerin Anadolu’nun Hıristiyan halkıyla karışmamış olduklarıdır. Başka bir deyişle, Türkler karışmadıkları için ırk saflıklarını büyük ölçüde korumuşlardır. Oysa Hıristiyanlardan ne kadarının kıyılara kaçtığını saptamak kolay değildir. Türklerin, evlenme, İslamiyeti kabul, devşirme, kölelik gibi yollardan yerli halkla büyük ölçüde kaynaşmış olmaları akla daha yatkın görünmektedir. Türklerin Orta Asyalı soydaşlarıyla fazla benzeşmemeleri, Türkiye Türklerinin de kendi aralarında birörnek fiziksel özellikler taşımamaları, söz konusu karışmanın ispatı gibi gözüküyor. Böyle olmakla birlikte, ırk durumu ne olursa olsun Türkçenin, Hıristiyanları bile kısmen içine alarak Anadolu’nun ortak dili haline gelmesi, bu halkı Orta Asya’ya bağlayan mühim bir bağ sayılabilir. Tarih Çağları Üzerine bir Not Bilhassa Fransa’da yaygın olan ve bizi de etkilemiş anlayışa göre, tarih çağları (yani yazının çıkmasından sonraki insanlık tarihi) dörde ayrılır: M.Ö. 3000-M.

S. 476 (Batı Roma’nın yıkılışı): İlkçağ; 476-l453: Ortaçağ; 1453-1789: Yeniçağ; 1789 sonrası: Sonçağ veya Yakınçağ. Burada hemen belirtmek gerekir ki, bizde bu çağ ayırımını benimseyenler 1453’ün, Fatih’in Rönesans prensi kimliğinin önemini ve/yahut bu fethin İslamiyet, Türklük yönünden önemini vurgularlar. Bu yaklaşım doğru ve Osmanlı Devleti’nin İstanbul’un fethiyle beylikten imparatorluğa diye özetlenebilecek çok kökten bir dönüşüm geçirdiği muhakkak olmakla birlikte, bunu Türkler yönünden bir çağ değişikliği olarak değerlendirebilir miyiz? Sanmıyorum. Batılılar 1453’ü çağ değişimi noktası olarak değerlendirirken Osmanlılara çok da olumlu sayılamayacak bir rol veriyorlar. Buna göre fetihle birlikte İstanbul’dan İtalya’ya kaçan Bizanslı bilim adamları orada Hümanizm’i ve Rönesans’ı başlatmışlardır. Yani, bu görüşe göre, Osmanlılarınki bir tür “iteleme” işlevinden ibarettir. Prof. İbrahim Kafesoğlu çağ ayırımının bizim bakımımızdan doğrudan bir açıklayıcılığı olmadığını ilk söyleyenlerdendir. Gerçekten de Batı Roma’nın son bulmasının Türkler yönünden doğrudan (o sırada) bir önemi olmuş mudur? 1789 Fransız İhtilali Türkler için de çok mühimdir ama Türkleri, Osmanlı Devleti’ni etkilemesi için belli bir zaman aralığının geçmesi gerekmiştir. Oysa Batı ve Orta Avrupa yönünden 1789’un adeta anında etki yapması söz konusudur. Türkiye, yani Anadolu ve Rumeli Türkleri için daha manalı sayılabilecek şöyle bir çağ ayırımı önerilebilir: M.Ö. 220-M.S.

1071: İlkçağ; 1071-1839: Ortaçağ; 1839-1908: Yeniçağ; 1908 sonrası: Sonçağ veya Yakınçağ. Böyle bir ayırımın Türkiye Türklerinin toplumsal örgütlenme evrelerine işaret etmek yönünden manalı olduğunu düşünüyorum: İlkçağ, Türklerin göçebe hayvancılık dönemidir. Ortaçağ Türklerin yerleşikliğe, tarıma, köylülüğe geçişi dönemidir. Yeniçağ ciddi biçimde Batılılaşmaya, hukuk devletine adım atıldığını göstermektedir. Sonçağ, Türkiye Türklerinin yaygın kentleşmeye, kapitalizme yönelme noktasını belirtmektedir.

Sina Akşin – Kısa Türkiye Tarihi PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu