PDF

Takiyettin Mengüşoğlu – Felsefeye Giriş PDF Oku indir

Takiyettin Mengüşoğlu – Felsefeye Giriş PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Takiyettin Mengüşoğlu – Felsefeye Giriş kitabını araştırdık. Ayrıca Takiyettin Mengüşoğlu tarafından kaleme alınan Takiyettin Mengüşoğlu – Felsefeye Giriş kitap özetinin yanı sıra, Takiyettin Mengüşoğlu – Felsefeye Giriş pdf oku, Takiyettin Mengüşoğlu – Felsefeye Giriş yandex, Takiyettin Mengüşoğlu – Felsefeye Giriş e-kitap pdf, Takiyettin Mengüşoğlu – Felsefeye Giriş PDF Drive, Takiyettin Mengüşoğlu – Felsefeye Giriş Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Takiyettin Mengüşoğlu – Felsefeye Giriş PDF indir Oku

Bu girişi, batı dillerinde yazılan girişlerden ayırt eden bir çok noktalar mevcuttur: bir defa bu giriş, felsefeyi, ilmi, sanatı dört duvar içinde hapseden, bilim, felsefe, sanat ile hayat içinde hiçbir münasebet görmeyen görüşlerden ayrılıyor; Nietzsche’den beri felsefenin uğraştığı bu münasebeti (yani hayatla bilim, felsefe ve sanat içindeki münasebeti) kurmaya çalışıyor. Nietzsche, suya sabuna dokunmayan, insanı, hayat münasebetlerini göz önünde bulundurmayan bir felsefenin manasızlığını şu alaylı sözlerle göstermeye çalışıyor: zamanımızda “felsefe, akademik yaşlılarla, akademik gençler içinde olup-biten zararsız bir gevezelikten ibaret kalıyor”. Burada bunun tersi olan bir görüşten hareket ediliyor; felsefe ile insan, felsefe ile insan faaliyetleri, insan başarıları içinde sıkı bir münasebetin olduğu gösterilmeye çalışılıyor. Diğer taraftan bu giriş, Batıdaki geleneklerden şu bakımdan da ayrılıyor: batı geleneğine göre girişler, felsefenin mantık, etik, bilgi teorisi, metaϐizik gibi çok eski olan disiplinlerini ele alır; bunun yanı başında felsefenin manası üzerinde durulur ve felsefe ile bilim içinde mücerret münasebetler bulmaya çalışılır; yahuthut da felsefe ile bilim içinde hiçbir münasebetin bulunmadığı iddia edilir. Bu giriş, bunun yerine felsefenin uğraştığı yahut uğraşabileceği fenomen ve problem-sahalarını (ilk etapta, ele alman felseϐi disiplinler adlandırılmadan) tasvir etmek suretiyle kendiliğinden on dört felseϐi disiplin görülmektedirıyor ve bunların problem-sahasını tasvir ederek, felsefenin bütün problem-sahalarını birleştiren bağı, temeli göstermeye çalışıyor. Bu bağın, bu temelin de daima ontolojik-antropolojik bir bağ, bir temel olduğu meydana çıkarılıyor. Felsefenin çeşitli sahalarına ait olan bu problemler ele alınırken, felsefenin kendi tarihi ile olan münasebeti de göz önünde bulunduruluyor; bu, hem pozitif, hem de negatif bir karakter taşıyor. Negatif olduğu zaman bir hesaplaşma, pozitif olduğu zaman da bu ϐikirlerden bir yararlanma şeklinde ortaya çıkmakta. Bu girişi, yine Batıdaki örneklerinden ayırt eden diğer mühim bir nokta da, onun “felsefe nedir” sualini sormamış olmasıdır. Bunun yerine, felsefe problemleri tahlil ve tasvir edilmeye çalışılmıştır. Zaten bir şeyin ne olduğunu sormak verimsiz bir sualdir. Çünkü buna, tek bir yanıt vermek yahuthut onun açık yanıtlarını bulmak mümkün değildir. Bundan dolayı bir şeyin ne olduğunu sormak yerine, onu göstermenin, tahlil ve tasvir etmenin daha doğru bulunacağına inanılmıştır. Bu suretle okuyucuya peşin ve “hazır” şeyler (mesela tariϐler) sunmanın yerine, onun kendisinin bir ϐikir edinmesi tercih edilmiş ve okuyucu hükümlerinde hür bırakılmıştır; onun kendisinin felsefeyi, iş başında, yani problemlerin tahlil ve tasvirinde tanıması denenmiştir. Bunun yanı sıra felsefeye yerleşmiş olan bir çok peşin-hükümlerle mücadele edilmiştir; bilhassa memleketimizin Batının muayyen bir devrinden aldığı ve bugünküfelseϐi gelişmenin düzeysi yönünden yanlış oldukları ortaya çıkmış olan “kıymet-hükümleri” ve “metodoloji” problemleriyle hakikat kavramı ve bunun çeşitli tefsirleri ele alınmış ve bunlar, bugünkü felsefi düzeyye göre tahlil ve tasvir edilmeye çalışılmıştır.

Bu kitabın diğer bir hususiyeti de, Nietzsche’den beri devam edegelen felsefedeki “anti-ism” temayülünün benimsenerek, bunun her sahadaki doğruluğunun gösterilmiş olmasıdır. Zira “izm”ler, sistem- felsefesi, bugünün, zamanımızın antropolojik-ontolojik görüşüne, zamanımızın insanının kendisi ile ilgiliki görüşüne de aykırı gelmektedir. Zamanımızın insanı, artık tecrit edilmiş olmaktan kurtulmuştur. Zira devrimizin sosyal-birlikleri içindeki münasebeti, teması kolaylaştıran teknik vasıtalar, böyle bir tecride mânidirler. Sistemfelsefesi (“izm”ler felsefesi), sosyal-birliklerin, insan topluluklarının birbirinden bi hayli ayrı yaşadıkları bir devrin mahsulüdür. Mesela Descartes zamanında felsefeyi, bir sistem kurmak manasında anlamak henüz mümkündü. Zira o zamanın insanı bir kale içine kapanmış gibiydi ve Descartes’in de ocağının başında oturup meditasyonlara dalması olabilecek idi. Böyle bir devirde bir kalenin penceresinden (yani bir sistem penceresinden) dünyaya bakmak da mümkün görülebiliyordu. Bu günün insanı için dünyaya, onun problemlerine bir pencereden bakmak artık mümkün değildir ve bu onun mahiyetine, varlık-yapısına uygun düşmez. Çünkü antropoloji (insan felsefesi), Scheler’den beri, insanın, dünyanın çeşitli alanlarına açıldığını, hayvanın ise bir “muhit” içinde yaşadığını söyleyip duruyor. Bugünün felsefesinin bu görüşten bazı neticeler çıkarması, ondan yararlanması gerekir; yoksa ortaya atılan bu gibi görüşler, sözde kalan, havada duran görüşler olur. Imǚ di bugünün insanının dünyanın çeşitli alanlarına açılmış olan durumu göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü bu durum, insanın varlık-yapısına, onun varlık-bütününde (kâinatta) işgal ettiği hususi yere daha uygun gelmektedir. Bu girişte etik, sanat felsefesi, bilgi teorisi, din felsefesi, tarih felsefesi, metaϐizik de yeni bir biçimde ele alınıyor. Etiği, yalnızca “normatif” bir bilgi (“olması lazım”ın bilgisi) olarak kabul eden görüşün aksine hareket edilerek, onun bütün insan hareket ve faaliyetlerinin bir bilgisi olduğu gösteriliyor.

Sanat felsefesi de, sanatkâra öğütler veren, sanatı hayat ve bilgiden tecrit eden “estetik” ve “sanat kritiği” olarak değil, sanat adını alan bu mühim “varlık-sahasının” felsefesi olarak görülmüştür. Aynı biçimde bilgi teorisinin de bilim adamına metotlar dikte eden bir bilim nazariyesi yahut bilim kritiği olarak terkedilmesinin zamanı geldiği, onun da umumiyetle insan bilgisinin bir teorisi olarak ele alınması gerektiği üzerinde durulmuştur. Din felsefesi de spekülasyonlardan temizlenerek, felsefenin uğraşabileceği bir saha haline getirilmiştir. Bir tarih-metodolojisi yahuthut bir tarih-metaϐiziği olmaktan ileri gidemeyen tarih felsefesinin yerine de, insan-başarılarıyla, insan-hadiselerinın bir tümü olan “tarihi varlıksahasının ontolojisinin” geçmesine çalışılmıştır. Metaϐizik de, eski spekülasyonlarından kurtarılarak yeni bir manada tasvir edilmiştir. Böylece bütün felseϐi disiplinler, ontolojikantropolojik bir esasa dayatılmışlardır. Bu giriş, bilim ve felsefe ile hayat içindeki münasebeti göz önünde bulundurarak, felsefe tarihini bir problem olarak görmüş ve bu sorunun yeniden ele alınmasının zorunlu olduğunu göstermeye çalışmıştır. Lakin bu sorunun ele alınmasının güçlüğü de görmemezlikten gelinmemiştir. Burada, bilhassa bilim tarihi ile felsefe tarihi birbiriyle mukayese edilmiş ve bu mukayese de, felsefe tarihinin güçlüğünü göstermek yönünden yapılmıştır. Bundan başka bilimle felsefe içindeki pozitif, sıkı münasebet de ele alınarak, bilimle felsefe içinde on dokuzuncu asırdan beri devam edegelen uçurumun, sözde bir uçurum olduğu gösterilmiştir; fakat bilimle felsefe içindeki bu sıkı münasebetin, felsefenin ve bilimin müstakilliğine bir zarar vermediği de gösterilmeye çalışılmıştır ve bu hususta felsefenin “ikaz edici” rolü, yani bütün bilimlerin inceledikleri varlık-sahalarının, tek ve bir varlık-âlemi içinde toplandığı; bilimin soysuzlaşmaması için hayatla içindeki münasebeti kollaması, kaybetmemesi gerektiği de her yerde açıklanmıştır. Bunun neticesi olarak da felsefenin, bilimle hayat içindeki münasebet üzerinde durması gerektiğine işaret edilmiştir. Mesela bugün artık tarihçinin vazifesinin yalnızca vesika tozlarını yutmaktan yahut sanat eserlerinin bir kataloğunu yapmaktan ibaret olmadığı, aksine onun çalışmalarının hayatla, ait olduğu memleketin problemleriyle, faaliyetleriyle ilgilenmesi, onları canlandırması lazım geldiğine dikkat çekilmiştir. Dil bilimleriyle diğer bilimlerin durumları da aynıdır. Bu nedenten dolayı bilim ve felsefenin milletlerarası müşterek meseleleri yanında, onların yapıldığı memleketin meseleleri üzerine eğilmesi de şarttır. Batı bilimi bunu daima yapmaktadır.

Zira problemlerin temellerine inilince, onların her memleketle, hayatla ilgisi kendiliğinden ortaya çıkmakta. Bunun içindir ki, bu giriş, misallerini memleketimize ait olan problemlerden alıyor ve memleketimizdeki problemler üzerinde duruyor. Onlar, negatif yahuthut da pozitif olarak kıymetlendirilmeye çalışılıyor. Bu nedenten dolayı bu kitapta da dil meselesi ile “tarihi varlık-sahası”nda yaşanan meselelerimiz üzerinde durulmuş; onların gelişmesinin yollarına işaret edilmiş; gerilemesinin, statik kalmasının motifleri araştırılmıştır. Bu yönden bir çok memleket meselelerine temas edilmiştir. Mesela devlet ve hukuk meselesinde aynı suretle hareket edilmiştir. Böylece hayatla felsefe içinde kaybolan münasebet, kendi problemlerimiz yönünden meydana konulmaya çalışılmıştır. Çünkübilim ve felsefe, birer insan-başarısı olarak insan için, onun problemlerini ele almak, işlemek içindir. Zira insan-problemleriyle, dünya-problemleri, varlık-problemleri, iç içe olan, birbirleriyle kenetlenen problemlerdir. Bundan dolayı aktüel meselelerimize temas edilmekten çekinilmemiştir. Felsefenin ve bilimin “kitabi”, “ölü”, “mücerret” (hayat ve insan münasebetlerinden çözülmüş) şeylerle uğraşması gerektiğine inananlar bunu yadırgayacaklardır. Yalnız bu kitabın mühim bir eksikliği, ilerde çıkarılması düşünülen ve şuan için fakat talebe tarafından bilinen “Felseϐi Antropoloji”mizden önce çıkmış olmasıdır. Kitap okunurken, bu eksikliğin hissedilmemesine imkân yoktur; çünkü bütün bu ϐikirler, anlaşılacaklarından daha kolay anlaşılacaklardı, eğer bu yazımız yayımlanmış olsaydı. Zira şimdiki yazımızın henüz bu yayımlanmamış olan kitapla sıkı bir ilgisi mevcuttur. Çünkü bu yazıda öbürüne dayanılmıştır.

Antropolojiye ait yazılan bölüm, belki bazı dayanak-noktaları ele verebilecektir; fakat bunların kâfi geleceklerini sanmıyorum. Nihayet, felsefenin anlaşılmazlığını peşin olarak kabul edenler için bu kitap, kolay bir şekilde görünecektir; bu derece kolay anlaşılır bir felsefe kitabı olamayacağı kanaati uyanabilecektir. Lakin bu kolay anlaşılma, benim bir başarım olmaktan ziyade, Türkçenin bir hususiyetidir; Türkçe gibi bu derece somut olan ve bu somutluğunu muhafaza eden bir dilde güç yazmak — eğer bu yazılan şey ezbere değilse— hiç de kolay değildir. Bu kitabın güçlüğü, bilhassa somut düşünemeyenler, hayatla felsefe içinde bir münasebet göremeyenler için olacaktır ve bilhassa felsefeyi “saf bir fantezi” yahuthut beylik lâϐlardan ibaret olarak kabul edenler için olacaktır. Bu kitabın diğer mühim bir eksikliği de yabancı (yani Latince ve eski Grekçeden gelen) sözcüklerdeki şekil değişikliğinde ortaya çıkmaktadır: mesela ontoloji, ontolojik; antropoloji, antropolojik ve bunlara benzer tabirler. Bu hususta henüz yerleşmiş, sabit bir karakter kazanmış umumi bir kaidenin mevcut olmamasına ve işin keyϐiliğe dayanmasına çok üzülüyorum. Okuyucuların bu hususta beni mazur görmelerini dilerim. Çünkütek bir insanın kendi diline kaide koymasına imkân yoktur. En sonunda bu kitabın çıkmasını sağlayan Edebiyat Fakültesi’ne teşekkür ederim. Kitabın sonuna ilâve edilen “umumi index”i hazırlayan ve hazırlamak için büyük bir gayret sarf eden talebeme teşekkür ederim. Bu kitabın yanlışsız çıkması için büyük bir titizlik gösteren İstanbul Matbaası’na ve bilhassa operatör Şefik Atalay’a bunun yanı sıra teşekkür ederim.

Takiyettin Mengüşoğlu – Felsefeye Giriş PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu