PDF

Tekin Ertug – Fotoğraf Ustaları 1 PDF Oku indir

Tekin Ertug – Fotoğraf Ustaları 1 PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Tekin Ertug – Fotoğraf Ustaları 1 kitabını araştırdık. Ayrıca Tekin Ertuğ tarafından kaleme alınan Tekin Ertug – Fotoğraf Ustaları 1 kitap özetinin yanı sıra, Tekin Ertug – Fotoğraf Ustaları 1 pdf oku, Tekin Ertug – Fotoğraf Ustaları 1 yandex, Tekin Ertug – Fotoğraf Ustaları 1 e-kitap pdf, Tekin Ertug – Fotoğraf Ustaları 1 PDF Drive, Tekin Ertug – Fotoğraf Ustaları 1 Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Tekin Ertug – Fotoğraf Ustaları 1 PDF indir Oku

Fotoğraf Sanatı Kurumu, son haftalarda fotoğrafa ilişkin basılı eser hususunda, ciddi anlamda mesafe almaya başlamıştır. FSK’da “Fotoğraf Sanatı Kitapları” etkinliği, yapılan çalışmaların kalıcılığını sağlayabilmek ve bu çalışmaları geleceğe aktarabilmek adına oluşturuldu ve bu yolda atılan ilk adımdan bu yana kitap ve katalog yayınları titizlikle sürdürildi. Ustaların anıları ve onlarla yapılan söyleşilerin olduğu bu kitap 8. yayınımızdır, yeni kitapların çalışmaları da sürmektedir. FSK, yalnızca bu kitapları hayata geçirmekle kalmadı, fotoğraf gönüllüleri ile buluşturmak için de çok ciddi çaba söyledi. İmza günleri, etkinlikler ve söyleşiler düzenledi. Ülkemizin her köşesinde bulunan fotoğraf derneklerine gönderdi, kitabevlerinde ve internet sitelerinde satışını gerçekleştirdi ve böylece söz konusu kitapların fotoğraf severlerle buluşmasını sağladı. Bu çok mühim etkinliği hayata geçirmekle, FSK bu alandaki boşluğu kısmen doldurdu denebilir. Hazırlanan bu eserde ise “Tekin Ertuğ Atölyesi” üyeleri, sayın hocamız Tekin Ertuğ’un öncülüğünde fotoğraf dünyamızda eksik bırakılan bir alanı belli ölçülerde tamamlamaya çalıştılar ve bu yolla ustaların bilinen/bilinmeyen yaşam kesitlerini, fotoğraf yaklaşımlarını kalıcı belge haline getirdiler ve böylece sonraki kuşaklara aktarmış oldular. Yoğun bir emek ve titiz bir çabanın neticesinde atölye bu kitaba ve bunu izleyecek başka kitaplara hayat verdi. Eserin vücut bulmasında en başta fikir sahibi ve atölyeyi yöneten/yönlendiren kişi olarak sayın hocamız Tekin Ertuğ’a, emeği geçen bütün “Tekin Ertuğ Atölyesi” üyelerine, kitaplarımızın tasarım ve ön çalışmalarının gerçekleştirilmesinde verdikleri katkılardan dolayı Hangar Reklam ve ekibi nezdinde sayın Necip Evlice’ye sonsuz teşekkür ederim. Işığımız hiç sönmesin! SAMİ TÜRKAY

Yaklaşık iki senedir FSK (Fotoğraf Sanatı Kurumu) çatısı altında, “Kuram ve Kurgu” ağırlıklı uzun soluklu bir atölye çalışması gerçekleştirmekteyiz. Bir süre daha devam edecek olan atölye sürecinde, değişik bir deneyim olarak, ülkemiz genelinde bilinen/tanınan usta fotoğrafçılardan erişebildiklerimizin anılarını derlemeye çalıştık. Esas itibariyle bir “anıt” yazımı oluşturabilmek amaçlı yola koyulduğımız halde, kimi ustalar anılarını bütünüyle kendileri kaleme alarak hazırladılar, kimi ustalarların da fakat söyleşerek anılarını derlemek olabilecek olabildi. Durumlar bu şekilde idrak edince da, elde edebildiğimiz verileri bir “anı/söyleşi” metni olarak yeniden şekillendirmek durumunda kaldık.

Gerek bir fotoğraf derneği çatısı altında gerekse bir fotoğraf atölyesi sürecinde ilk kez gerçekleştirilen böylesi bir etkinliğin, özellikle de bu gün aramızda bulunmayan ülkemizdeki ilk kuşak fotoğrafçılardan ve hayata erken yaşta veda eden sonraki kuşak fotoğrafçılardan geriye fazlaca bir anı metni kalmadığını dikkate alınca, başka vesileler ile de olsa, bu güne dek böyle bir etkinliğin gerçekleştirilmemiş olması, mühim bir noksanlık olarak durmakta idi. “Hatıra” yazımı hemen yaşamın her alanında son derece önem atfedilen fazla özel bir alandır. Fotoğraf dünyamızda buna ilişkin oldukça önemli boşluk olduğu da apaçık ortadadır. Sonraki kuşaklara miras olarak bırakılacak görsel materyal yanında, tecrübeleri saklı tutan anıların miras olarak aktarılması da çok ciddi önem taşır. Böylesi bütün materyaller, gerek akademik çerçevede ve gerekse akademi dışı metinlerde belge olarak, referans olarak küçümsenemeyecek bir değere haizdirler. Bu itibarla, günümüz fotoğrafçılarına armağan edilmek ve sonraki kuşaktan fotoğrafçılara ise miras olarak bırakılmak üzere hazırladığımız ve bir FSK yayını olarak hayat bulan bu atölye çalışmasına itibar gösteren ustalara saygı ve şükranlarımızı iletmek, başından bu yana bu çalışmaya destek veren FSK yönetimlerine, anıların derlenmesi ve yazımında katkı veren bütün atölye üyelerine t e ş e kkü r e tme k i s t e r i z.

Bugünümün ipleri çocukluğumun ellerindedir hâlâ desem yanlış olmayacak… Malatya’nın Akçadağ ilçesinin Kürecik nahiyesi Körsüleymanlı köyünde 1941 senesinde dünyaya geldim. Çocukluğum, köyde koyun otlatarak, tarla ve bağ-bahçe işleriyle uğraşarak geçti. Kentin gürültüsü ve karmaşasından uzak, teknolojiden uzak, doğal bir yaşam içinde, doğa ile sarmaş dolaş bir çocukluk yaşadım. Belleğimde en derin iz bırakmış olan zaman dilimi, köyümde geçen çocukluk günlerimdir. Daha okula bile başlamamıştım; dere kenarlarında, kaya diplerinde, tarla sınırlarında, şekil vermeye uygun yumuşak taşları bulur, onları yontarak heykel yapmaya çalışırdım. Daha doğrusu çocukça bir uğraştı yapmaya çalıştığım… Ama taşlara verdiğim şekil, heykel yapmaktan başka hangi ifadeyle anlatılabilir? Şu an gözümün önüne geliyor bazı yontularım; çok güzel şeylerdi gerçekten… Şimdi düşününce, adeta o heyecanımı, yaratı evresindeki coşkularımı, taşlara şekil verirken aldığım keyfi, elimdeki nesnenin üzerine kurduğum düşleri, o düşlerle kurguladığım yaşamı aynı canlılıkla hissedebiliyorum. O taşlara yeni şekiller vermeye uğraşırken kendimce yeniden hayat kazandırırdım adeta taşa. Babamın aşağı yukarı bütün işlerinde keser kullanması, bu aletle ağaca yeni bir ruh vermesi, ağacı yeniden şekillendirerek bambaşka bir nitelik kazandırması, eline aldığı her dal ve ağaç parçasına farklı işlere yarayacak çiçeği burnunda birer şekil yaratması beni derinden etkilemiş olmalı. Elimde ağaçları kesip yontacağım bir keserim olmadığı için babamın bitmek tükenmek bilmeyen bu faaliyetini izlemek, taşlarla uğraşmama ve taş yontma becerisi kazanmama yol açmıştır, kim bilir? Çocukluğumdan beri ressam olmayı kafama koymuştum.

Ressam olma hayali kurmamın kökeninde şüphesiz, okul öncesi çocukluğumda taşları yontma ve şekillendirme hevesim mevcuttur. Okul kitaplarında gördüğüm rengârenk çizimler, resimler, haritalar beni bambaşka bir düş âlemine taşırdı. Hiç fotoğraf görmemiştim o zamana kadar. Askere gidip gelenlerin dışında, bizim yanımızda yöremizdeki hiç kimse fotoğraf görmemişti. Fotoğraf nedir, nasıldır, ne biçimde elde edilmektedir; yalnız ben değil, kimse bilmiyordu. Yaşıtlarımla birlikte bizim görsel materyalle ilk tanışmamız ders kitaplarındaki resimlerle olmuştu. O kitaplarda basılı olan fotoğrafları “resim” diye öğrenmiştik. Kitaplarda gördüğüm şekillerin etkisiyle öte yandan o fotoğrafları taklit ederek benzerlerini yapmaya çalışırken, öte yandan da kitap harflerine benzer güzellikte yazı yazmaya çalışıyordum. Sürekli böyle bir çaba içindeydim, sürekli olarak… Bulabildiğim her boş kâğıdı, her kırık kalemi bile kullanıyor, bütün vaktimi resim yaparak geçiriyordum. Bu çabam öyle bir duruma ulaştı ki bir de baktım, okulumuzdaki bütün mevsim şeritlerini ben hazırlamaya başlamışım… Uzakta bir yerde, bir köy okulunda, ufacık bir öğrencinin “mevsim şeritleri” hazırlaması ve bunun sınıf duvarında yer alması ne olağanüstü bir olay! O uzak köy, belki her şeyden uzaktadır, belki göz önünde değildir, belki dünya çapından bile uzaktadır; coğrafi koordinatları “kuş uçmaz kervan geçmez” diye tarif edilen bir noktada bulunup tamamen unutulmuştur. Ama Milli Eğitim Müfettişleri için kuş uçmasa da kervan geçmese de mutlaka teftiş edilmesi gereken yerlerdir. Ve Milli Eğitimin bu fedakâr müfettişleri, görevlerini büyük bir ciddiyetle, aşkla ve heyecanla yerine getiren kamu personelleridir. Sadece müfettişleri değil, aynı özveriyle görev yapan köy öğretmenlerini de hatırlamak gerekir. Bu in cin top oynamaz yerlerde koca bir yıl geçiren, hatta bütün ömrünü köy çocuklarını eğitmeye adayan köy öğretmenlerini nasıl unuturuz, öyle değil mi? Günlerden bir gün, müfettiş geldi okulumuza. Duvarlarda gördüğü mevsim şeritlerini göstererek, “Kim yaptı bunları?” diye sordu.

Beni gösterdiler. Müfettiş çok ilgilendi benimle. Yüksek ideallerle donanmış insanlardı onlar. Teftiş bittikten sonra gittiği yerde de unutmamış beni. Bir süre sonra bir takım suluboya, bazı fırçalar, bir resim defteri ve buna benzer malzemenin olduğu bir paket yolladı okula benim için. Müthiş bir sorumluluk duygusuyla hareket ederek böyle bir davranışta bulunması, gönlümdeki ateşi daha kuvvetlendirdi, ben o günden sonra ressam olma isteğine daha sıkı sarıldım. Kürecik nahiyesi, köyümüze dört-beş saatlik yürüme mesafesindeydi. Okulumuz da köyün içinde olduğundan ilkokulu bitirene kadar kasabaya gitme ihtiyacımız olmamıştı hiç. Öğretmenimiz ilkokul diploması için fotoğraf gerektiğini söyleyince kasabaya gitmek elzem olmuştu. İlk kez köyün dışına çıkacağımız için heyecanlıydık. Üstelik kasabaya gidişimiz 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na denk gelmişti. Köydekiyle kıyaslanamayacak ölçüde büyük bir kalabalık tarafından kutlanan 23 Nisan Bayramı’nı da görecektik böylelikle. Köyün ileri gelenlerinden birkaç kişi bizi kasabaya götürme görevini üstlendi. Sabahın dördünde uyandırılıp yola koyulduk. Saatlerce yürüdüğümüzü hatırlıyorum.

Bir de kasabaya ulaştığımızda her yeri sis tabakasının sardığını… Bütün dükkânlar kapalıydı. Gördüğümüz her şey çok yeni, çok değişik ve büyüleyiciydi. Köyümüzden fazla farklıydı kasaba… Bir düşün içindeydik adeta. Sabah yedi buçuk-sekiz sularında kasaba uyanmaya, hareketlenmeye başladı. Kahvehaneler, dükkânlar, fırınlar peş peşe açılıyordu. Bizi kasabaya getirenler içinde dayım da vardı. Kapısını açan fırınların birinden dayım ekmek aldı. Sacda pişirilen ince ekmek dışında başka ekmek çeşidi bilmiyorduk. “Somun” derlerdi o zamanlar, bu fırın ekmeğini de ilk kez görüyorduk. Bize eşlik eden büyüklerden bir başkası da helva aldı. Güne halen başlamış kahvehanelerden birinde hep birlikte oturduk. O sabah, orada tükettiğimiz sıcak ekmekle helvanın tadını anlatmam olabilecek değil, o kadar güzeldi ki… Sonra bizi fotoğrafçıya götürdüler. Fotoğrafçı sandalyeye oturttu, poz verdirdi bize. Fotoğrafımız çekildi. İlk orada gördüm fotoğrafı, 1953 senesinde aldığım ilkokul diplomama da o fotoğraf yapıştırıldı.

Kasabaya ilk gidişin heyecanını, sis perdesi ardında gördüğüm büyülü atmosferi, tükettiğimiz ilk sıcak somun ekmeğinin helvayla hemhal olmuş müthiş tadını bugün bile aynı canlılıkta duyumsarım. Akçadağ Öğretmen Okulu’ndan, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu’na İlkokulu bitirdikten sonra Akçadağ beldesinde ortaokula başladım. En başarılı olduğum dersin adını söylemeye, bilmem gerek var mı? Artık hayallerimde hep ressam olmak vardı. Sürekli resim yapıyordum. Kalem ile kâğıdın yeryüzündeki tek varlık nedeni, benim resim yapmama olanak sağlamaktı adeta. Okulda arkadaş etrafında bütün herkesin fotoğraflarıni de ben yapar hale gelmiştim. Lakin yaşam koşulları hayallerle örtüşmeyecek kadar acımasızdı… Kasabadan köye, köyden kasabaya okula gidip gelmek o derece zordu ki, bu zorlu maraton içinde bütünlemeye kaldım. Babamın geliri de beni okula göndermek için yetersizdi. Bütünlemeye kalmamı bahane ederek bir daha okula göndermedi beni. Köyde, üç yıl boyunca ağaç dikme ve yetiştirme işleriyle uğraştım. Ama aklımda hep okul vardı, okumak vardı. Cesaret buldukça bu isteğimi dillendirdim zaten. Nihayet köyümüzün bağlı olduğu ilçeye, Akçadağ’a gidip Yatılı Öğretmen Okulları sınavına girdim. Bu sınavı kazanarak okula başladım. Okulda durmaksızın resim yapıyordum.

Resim Kolu Başkanı olmuştum. Resim atölyelerinin anahtarları da artık bendeydi. Öğretmen okulundaki karanlık oda ise halen hiç ilgimi çekmiyordu. Birçok olanaktan yoksun geçirdiğimiz okul senelerında belki de en büyük şansımız okuduğumuz okullara teftişe gelen müfettişlerin niteliği ve mesleklerine bağlılıklarıydı. O senelerda canla başla görevini yerine getirmeye çalışan bu eğitim gönüllüleri belki de bugün bizim bilmediğimiz başka bir çok kabiliyeti ve cevheri görülmektedirmış, onları parlatmış, onlara ideallerindeki mesleklerin kapılarını açmış, onların yaşamında silinmez izler bırakmış isimsiz kahramanlardı. Bir gün okula Hasan Kavruk isminde bir Bakanlık Müfettişi geldi. Bütün okulu ve haliyle resim atölyesini gezdiler. Atölye, benim füzen kalemle yapmış olduğum resimlerle doluydu. (Füzen kalem, söğüt dallarının kesilip yakılmasıyla elde edilen bir resim kalemidir.) Hasan Kavruk fotoğrafları kimin yaptığını öğrenmek istedi. Beni tanıştırdılar. Çok heyecanlanmıştım. Hasan Kavruk da ressammış meğer! “Bu çocuğu Çapa’ya gönderin.” diye tavsiyede bulundu. Çapa nedir, neresidir, nasıl bir yerdir, oraya nasıl gidilir; hiçbir şey bilmiyordum.

Sorup soruşturdum. Kasabadan İbrahim Bozkuş’un da aynı okula gittiğini öğrendim. Yaz tatilinde köye geldiğinde kendisinden epeyce bilgi aldım. Bana bir plan çizdi Bozkuş. Haydarpaşa’dan vapura bineceğim, Karaköy’de ineceğim, orada iner inmez 52 numaralı belediye otobüsüne bineceğim, Çapa durağında ineceğim… Aman Allah’ım, ne kadar karışıktı! Koca İstanbul… O yaz, ortaokuldaki resim öğretmenim çalıştırdı beni. Çalışmalarımı da Çapa Öğretmen Okulu’na posta ile gönderdi. Sınavı kazandım. Artık ressam olmak hayalimi gerçekleştirmek üzere Çapa Öğretmen Okulu’nda okumaya gidecektim. Tek başıma yola koyuldum. Yol parası olarak 34 lira verdiler bana okuldan. Eğer buradaki sınavı kazanırsam, o paranın yarısı ile köyüme geri dönecek ve öğretim dönemi başladığında okumak için yeniden İstanbul’a gelecektim. Kazanamazsam yine bu parayla dönecek ve kalanını okula iade edecektim. Trende tanıştığım bir asker çok yardımcı oldu bana. Haydarpaşa’da birlikte indik trenden, vapura bindik. Sonra beni 52 numaralı belediye otobüsüne bindirdi.

Otobüs şoförünü, “bu çocuk Çapa durağında inecek” diye tembihlemeyi de ihmal etmedi. Otobüs şoförü beni Çapa durağında indirdi. Vapurun ve denizin beni ne kadar etkilediğini sözcüklerle anlatmam olabilecek değil. Nasıl bir yerdi burası? Nasıl bir yere gelmiştim ben? Bambaşka bir dünya çapındaydı İstanbul ve ben bu masal âleminin içinde, etrafıma büyük bir hayranlıkla bakan, ressam olma heveslisi bir gençtim yalnızca. Şehrin ihtişamına karşılık benim hayallerim vardı yalnızca; onunla baş edebilmeye yarayacak mıydı bakalım benim düşlerim? Bu müthiş etkilenmenin yanı sıra, okulda kızlarla erkeklerin bir arada öğrenim görmesi altüst etmişti beni. Hiç böyle bir şey görmemiştim o güne kadar. Olacak iş miydi? Kızlarla erkekler… Hem de yatılı okulda birlikte öğrenim görebilir miydi hiç? Okula varınca tekrar sınava alındım. Bunu da kazandım. Böylelikle Akçadağ Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra İstanbul Çapa Öğretmen Okulu’na başlamış oldum. Çapa’nın diğer okullara nazaran üstün tarafı, Türkiye’nin en tanınmış öğretmenlerinin burada görev yapmasıydı.

Tekin Ertug – Fotoğraf Ustaları 1 PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu