Soner Yalçın – Bay Pipo – Hiram Abas PDF Oku indir
Soner Yalçın – Bay Pipo – Hiram Abas PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Soner Yalçın – Bay Pipo – Hiram Abas kitabını araştırdık. Ayrıca Soner Yalçın tarafından kaleme alınan Soner Yalçın – Bay Pipo – Hiram Abas kitap özetinin yanı sıra, Soner Yalçın – Bay Pipo – Hiram Abas pdf oku, Soner Yalçın – Bay Pipo – Hiram Abas yandex, Soner Yalçın – Bay Pipo – Hiram Abas e-kitap pdf, Soner Yalçın – Bay Pipo – Hiram Abas PDF Drive, Soner Yalçın – Bay Pipo – Hiram Abas Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Soner Yalçın – Bay Pipo – Hiram Abas PDF indir Oku
Elinizde Onu övenler de, yerenler de, “Maceracı, atak, çifte tabanca taşıyan, attığını vuran, sıcak çatışmaya girmekten kaçınmayan” bir kişiliği olduğunu anlatıyorlardı. Hatta ona “Türk James Bond’u” diyenler bile vardı. Başka bir özelliği ise hiç elinden düşmeyen piposuydu. Belindeki yahut koltukaltındaki tabanca dışında her zaman bir yahut iki piposu olurdu cebinde. Hem evinde hem de işyerinde pipo koleksiyonu vardı. Kendisinin belki haberi yoktu ama, dostları bu yüzden ona “Bay Pipo” diyorlardı. Lise çağlarında başladığı pipo merakı ölünceye kadar sürdü. Öldürüldüğünde bile, .yanı başındaydı piposu, Bir istihbarat elemanının bilgileri değerlendirip, tahlil ya-parak sonuca varan “sıkıcı” çalışması yerine, her zaman “hareketli” olmayı yeğleyen bir kişiliği vardı. Bundan dolayı her zaman kendi serüvenci kişiliğine uygun bir istihbarat örgütünün başında olmayı arzulamıştı; “CIA gibi, Mossad gibi operasyonlar yapan, vurucu bir istihbarat örgütü!” Bu amacına ulaşmak için örgüt içinde yükselmeye çalı-şırken, teşkilatı yasal çizgide tutmaya çalışan yönetimlere ters düştü, “iyi anlaşmaya vardığı” yöneticilerle bir olup, amaçlarının çeliştiği bireylere karşı -çoğu zaman gizli- çatışmalara girdi. O çatışmalar açığa çıkınca da yakın tarihimizde iyi bilinen “skandallar” patlak verdi. Onun otuz yılı aşkın meslek yaşa-mını incelerken, istihbarat örgütünün yasadışı uygulamalarının tarihiyle tıpatıp örtüştüğünü gördük. Bu tür uygulamalardan hangisinin derinlerine dalmaya kalksak, orada onun da ayak izlerine rastladık. Neden bu istihbaratçının yaşamöyküsünü anlatmaya karar verdiğimiz sorusunun yanıtı da, ulaştığımız bu sonuçlarda yatmaktadır. Reis’te yaptığımız çalışmaya bağlı kalarak, tümden gelim değil, tüme vanm yöntemini kullandık.
Yani “önceden doğru” kabul gören bir düşünceden yola çıkarak hadiseleri incelemek yerine, hadiseleri ve aralarındaki bağlantıları inceleyerek bunlardan sonuçlar çıkarmaya çalıştık. Su götürmez bir gerçekliğe ulaştığımızı düşündüğümüz yerlerde bunları kesin bir dille açıklamaktan kaçınmadık. Sonuca varamadığı-mız, ispatlardan emin olamadığımız durumlarda ise olgula-rı ve iddiaları sıralayarak, yargıyı okuyucuya yahut başka araştırmacılara bıraktık. Bir gözlemimizi burada bir kez daha vurgulamak istiyo-ruz: “herkesin bir parçasını bildiği” olgular, bir sistem içerisinde bir araya getirildiği zaman gerçeğin tamamı daha iyi aydınlanmış oluyor. Şimdi aynı şeyi bir kez daha yapıyoruz: çoğu mahkeme dosyalarında, resmî belge ve raporlarda, arşivlerde, gazete sayfalarında, TV programlarında görülmüş ve duyulmuş bir yığın olguyu, bir sistem içinde analiz yaparak, bir araya ge-tirip okuyucuya yeniden paylaşmak istedik. Ortaya çıkan sonuca Türk istihbaratının “resmî olmayan tarihi” veya “farklı tarihi” de diyebilirsiniz. Adına ne derseniz deyin, yaptığımız çalışma, tarihin tozlu sayfalarında unutulmaya terk edilmiş gerçekleri araştırıp, bulup, kronolojik bir sistem içinde okuyucuya sunma çalışmasıdır. Bu çalışma uzun bir dönemi kapsamaktadır. Bay Pipoya Soner Yalçın 1990 senesinde başladı, 1997 senesinden bu yana Doğan Yurdakul dahil oldu. Bu süreç içinde bizlere yardım-cı olanlara teşekkür ederiz… Soner Yalçın / Doğan Yurdakul İstanbul, eylül 1999 BAY PİPO Eski bir İngiliz geleneğiydi; soylu ailelerin erkek çocuklarına, delikanlılık çağına geldiklerinde bir kılıç ve bir pipo takımı armağan edilirdi. Hediye edilen pipo takımı, soylu çocuk dünyaya geldiğu gün bir uşağa verilir ve onun kullanması istenirdi. Amaç, senelerca uşak tarafından kullanılan pipoların, ısırgan otu tadından kurtulup, zehiri özümseme kabiliyetini geliştirmesiydi. Çocuk büyüyene kadar pipolar, sağlıklı bir içime hazırlanmış olurdu. Pipo kullanma yaşına gelen asilzadenin delikanlı oğlu da böylece hiç emek harcamadan iyi bir pipo takımının sahibi olurdu… 26 eylül 1990. Saat 06.
00 sulan… Yatak odası güneş görmüyordu. Buna rağmen pervazları dökülmüş pencere, kalın kadife perdelerle sıkı sıkıya kapatılmıştı… Yine erken uyanmıştı. Yıllardır hasretti uykuya. Ama çok istediği halde öyle doyasıya uyuyamıyordu. Boğazındaki eski kurşun yarası uyku sırasında nefes alıp vermesini zorlaştırıyor uzun süre uyumasına izin vermiyordu… Karanlığa rağmen, alışkanlıkla karyolanın başucundaki komodinin üzerinden, piposuna uzandı. Birkaç senedir âdet edinmişti; sabah uyanınca yataktan he-men kalkmıyor, boş piposu ağzında sırtüstü yatıp, iki elinin parmaklarını birbirine kenetliyor, gözlerini tavandaki bir noktaya kilitleyip, dakikalarca düşünüyordu… Düşünceleri son haftalarda yalnızca bir tek konuya odaklanmıştı: Körfez’de savaş çıkacak mı?. Aklına yine Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a gönderdiği son rapor takıldı… Millî istihbarat Teşkilatından ayrıldıktan sonra Turgut Ozal’la ilişkisini kesmemişti. Onun istediği konular ve olay-lar ile ilgili analizler yapıp, değerlendirme raporları yazarak Çankaya Köşkü’ne gönderiyordu… Ama son gönderdiği raporun üzerinden 34 gün geçmişti. Köşk’ten halen kimse arayıp teşekkür bile etmemişti. “Hadi Cumhurbaşkanı Özal’ın işleri bugünlerde bi hayli yoğundu, ama en azından danışmanlarından biri arayabilirdi” diye söylendi kendi kendine. Zaten son bir haftadır Özal, Amerika’daydı. O nedenle fazla üzerinde durmadı. Ayaklarını indirip yatağın kenarına oturdu. El yordamıy-la özel nemlendirici porselen kutudan bir miktar tütün alıp, pipoya yerleştirdi. Pipo karıştırıcısını aramaya üşendi.
Tütünü başparmağıyla bastırdı. Yaktığı kibritin zayıf alevi, başucunda asılı duran tablo-nun eskimiş çerçevesini aydınlattı… İki nefes çektiği pipoyu komodinin üzerine bıraktı. Yataktan kalktı, pencereye gidip, kalın kadife perdeleri aralayarak dışarıya baktı. Kimseler görünmüyordu, sokağa sessizlik sinmişti. İstanbul sıcak havalan geride bırakan bir güne hazırlanıyordu. İki gündür yağan yağmur, o gün yerini az da olsa güneşli bir havaya bırakmıştı. “Çıkarken pardösümü yanıma alsam mı?” diye düşündü. Banyoya geçti. Aynada kendini seyretti; saçlarını gençliğinde bile uzatmamış, sürekli olarak kısa kestirmişti. Kırlaşmış bıyıklan ise hep seyrekti. Orta boyluydu, ama 58 yaşına rağmen kuvvetli bir fizik yapısı vardı. Evleri iki oda bir salondan ibaretti. Annesi Roksan Hairan’ın armağansiydi. Evlendiklerinde, annesi aynı apartmanda kiralık bir daireye çıkıp, evini “rahat etsinler” diye oğlu ile gelinine bırakmıştı. Şofbeni yaktı: Alelacele soyunup kendini sıcak suyun altına attı.
Vücudunu sabunlarken, kanlı bölgesinin yağlandığını düşündü. “Yürüyüşleri ihmal ediyorum” diye mırıldan-dı kendi kendine. “Olsun” diye düşündü, “insanlar beni hâlâ iki yıl önceki fotoğraflarımla tanıyorlar.” 1988’in haziranında üç gün süren röportajı çıkmıştı Sabah gazetesinde. Poz da vermemişti ama sportmen görünüşlü ve yakışıklı bul-muştu kendini o fotoğraflarda. Ne günlerdi’. Eşi Gülsen ondan önce kalkmış, mutfakta kahvaltıyı hazırlamaya başlamıştı. Çocukları Cengiz ve Cenan evlenip, çoluk çocuğa karışmışlardı. Karıkoca baş başa kalmışlardı. Ama oğlu Cengiz’i hemen her gün görüyordu, çünkü aynı şirkette çalışıyorlardı… Üstünde bornozuyla geçti mutfağa. Kahvaltı yapmayı seven bir diğerideğildi. Çay içerken bir dilim ekmekle peynir yedi.