Necip Fazıl Kısakürek – İdeolocya Örgüsü PDF Oku indir
Necip Fazıl Kısakürek – İdeolocya Örgüsü PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Necip Fazıl Kısakürek – İdeolocya Örgüsü kitabını araştırdık. Ayrıca Necip Fazıl Kısakürek tarafından kaleme alınan Necip Fazıl Kısakürek – İdeolocya Örgüsü kitap özetinin yanı sıra, Necip Fazıl Kısakürek – İdeolocya Örgüsü pdf oku, Necip Fazıl Kısakürek – İdeolocya Örgüsü yandex, Necip Fazıl Kısakürek – İdeolocya Örgüsü e-kitap pdf, Necip Fazıl Kısakürek – İdeolocya Örgüsü PDF Drive, Necip Fazıl Kısakürek – İdeolocya Örgüsü Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Necip Fazıl Kısakürek – İdeolocya Örgüsü PDF indir Oku
Koskocaman, top şeklinde bir yumak gibi iplik iplik sarılı, kangal kangal bükülü, ilk ucundan son ucuna kadar üstüste devşirili; dışarıya doğru lif lif dağınık ve içeriye doğru kol kol toplu, muhitte nâmutenahî çok ve merkezde nâmutenahî tek; ve nihayet gelmiş ve gelecek zaman boyunca bütün eşya ve hâdiseler zeminini avlamaya memur bir fikir ağı halinde düğüm düğüm çerçeveli bir manzume… Yekpare bir inanış, görüş ve ölçülendiriş manzumesi… İsmi de BÜYÜK DOĞU… Büyük Doğu?. Bildiğimiz doğuş hâdisesine bağlı bir delâlet mi?. Yoksa mâlum Şark dünyasına mı işaret?. Birincisiyle birlikte, yahut birincisinin içinde ikincisi!. bu isim, yalnızca doğuş mânasına kabuğunu çatlatan tohumun kıvılcımlı nefesiyle pembeleşmiş bir ufuk üzerinde, asıl Doğu âlemini, kubbe ve servi, saray ve künbed, kemer ve harabe, bütün dış çizgileri ve iç nakışlarından kucaklamakta… Bir aradaki bu çiftte delâletten sonra da, bütün insanlığa örnek olmak dâvasiyle, onların da üzerinde ve güneş gibi topyekün yeryüzünü yalayıcı bir mâna… Doğuş olmaya doğuş… Doğu olmaya Doğu… En doğrusu Doğunun doğuşu… En ulvî tecrid ve mânalandırmalara, çok defa en süflî teşhis ve maksatlandırmalar musallattır. Kendimi bunlardan korumak için, yalnızca yavan bir isim delâleti yüzünden dâvaların en çıkmazı, en kabasiyle aramızda benzerlik arayacak vehimleri şimdiden kovalım: BÜYÜK DOĞU’nun kucakladığı ve bütünleştirdiği Şark, vatan sınırları dışında herhangi bir ırk ve coğrafya plânına bağlı değildir. Biz BÜYÜK DOĞU’yu, öz vatanımızdan başlayarak güneşin dünyaya geldiğu istikameti kurcalayan bir madde ve kemmiyet zemininde aramıyoruz. Biz BÜYÜK DOĞU’yu, vatanımızın bugünkü ve yarınki sınırlariyle çevrili bir ruh ve keyfiyet plânında arıyoruz. O, kendini mekân çerçevesinde değil, zaman çerçevesinde gerçekleştirmeye talip… Maddi ve manevî sınır dışı ırk gayreti, kavim hırsı ve toprak iştahı, yalnızca alâkasız olduğumuz bir iş sanılmasın!. büyük ve gerçek kurtuluş adına, yüzdeyüz düşmanı sıfatiyle alâkalı olduğumuz ve karşısında cephe tuttuğumuz zıt ve bâtıl hedeflerden bir tanesi!.
Kendimizi kendi içimizde; fert ve cemiyetimizi içinden ve dışından kucaklayarak kendi içimizde tamamlığa erdirmeden dışarda gözü olmak, bu iç oluşa ihanettir. Ötesi, olduktan sonra düşünülecek iş… Öyleyse BÜYÜK DOĞU, çizmeli ayaklarla dışımızdaki iklimlere doğru kaba ve nefsanî bir yürüyüş olmaktan ziyade, rüzgârdan hafif topuklarla içimizdeki iklimlere doğru ince ve ruhanî bir sefer… Doğudan fışkırmış, Doğunun gerçek ruhuna ermiş, onu örnekleştirmiş, nefsinde halkalamış, Batıya doğru yürütmüş handiyse Batıyı devirecek hale gelmiş; sonra kabuk üstü donup kalmış, yeni zaman yemişlerine can verecek kök feyzini emmekten uzak yaşamış, doğurucu ve yaşatıcı aşk ve çile dairesinden kayıp çıkmış, hikmetini kaçırdığı şekillere incisiz istiridye kabukları gibi tutunmaya çalışmış; ve sonra doğan ve gelişen Batının karşı saldırışları önünde topyekün Doğuyla birlikte gerilemiş, geriledikçe gerilemiş, bir uçurumdan öbür uçuruma sürüklenmiş, fakat sukütun dibini boylamış, gizli bir bünye sırı yüzünden hastalığa dayanmış, apışmış ve donmuş, devir devir sahte ve gülünç kurtuluş hareketlerine şahit olmuş, nihayet büsbütün tasfiye vaziyetine düşmüş, bir şahlanışta kendisini yalnız mekân çerçevesinde kurtarabilmiş, derken işin satıh ve maddede en dizginsiz Garp taklitçiliğine ve öz kök alâkasızlığına döküldüğünü görmüş, zaman çerçevesindeyse bir türlü kurtarıcısını bulamamış bir millet olmak şuuruna sımsıkı bağlıyız. Kavramak lâzımdır ki, bir zamanlar Doğunun teknesinde yuğurulan, kendi teknesinde de Doğuyu yuğuran şahsiyet hamurumuz, Doğunun zaafında biz, bizim zaafımızda ise Doğu mecalden düşerken kurtlanmaya yüz tuttu; ve o gün bu gün, kendi öz cevherleriyle yabancı cevherler içindeki anlayışsız, bilgisiz, ölçüsüz ve hikmetsiz katışmalar yüzünden çürüye çürüye şimdiki müzmin halini aldı. Bu halin ismi, müzmin şahsiyetsizlik ve asliyetsizlik hastalığı… Zira, Viyana bozgunundan “Nizam-ı Cedid”e ve Tanzimattan Cumhuriyete kadar içimizle dışımız ve köklerimizle dallarımız içindeki mahsup sırrına erecek,içi muhasebe, murakebe ve çile dolu, dünya çapında tek bir kafa bile yetiştiremedik ve hep onbaşı kültürlü basit aksiyon adamlarının itiş kakışlarına uyduk ve onları kahramanlaşmaya vardırdık. Tanzimattan beri devam eden sahte inkılâplar ve bu inkılâpların türettiği sahte kahramanlar, dâvamızın, müşahhas plânda baş meselesidir. Kendi içimizde ve kendi cebimizde kaybettiğimiz, sonra körler gibi el yordamıyla eşya ve hâdiseleri sığayarak hep dışımızda ve yabancı ceplerde aradığımız, aradıkça kaybettiğimiz, kaybettikçe bulduk sandığımız, bulduk sandıkça kaybımızı derinleştirdiğimiz anahtarın kum üzerindeki yuvası… BÜYÜK DOĞU budur. O, hem bir mâna, hem bir madde, hem bir zaman, kem bir mekân ismi; ve belli başlı bir ruhun, kendisiyle birlikte bütün insanlığa örnek halinde donatacağı Doğu âlemine remz… Bu ruh, sistem ve ismin, bağlı olduğu iman mihrakına göre hiçbir istiklâli yoktur; ve bu ruh, sistem ve isim, fakat başbuğ imanın her iradesini yeni insan ve yeni dünya üzerinde zerre zerre nakşedici köle bir emir subayından ibarettir.