Hanefi Avcı – Haliç’te Yaşayan Simonlar PDF Oku indir
Hanefi Avcı – Haliç’te Yaşayan Simonlar PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Hanefi Avcı – Haliç’te Yaşayan Simonlar kitabını araştırdık. Ayrıca Hanefi Avcı tarafından kaleme alınan Hanefi Avcı – Haliç’te Yaşayan Simonlar kitap özetinin yanı sıra, Hanefi Avcı – Haliç’te Yaşayan Simonlar pdf oku, Hanefi Avcı – Haliç’te Yaşayan Simonlar yandex, Hanefi Avcı – Haliç’te Yaşayan Simonlar e-kitap pdf, Hanefi Avcı – Haliç’te Yaşayan Simonlar PDF Drive, Hanefi Avcı – Haliç’te Yaşayan Simonlar Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Hanefi Avcı – Haliç’te Yaşayan Simonlar PDF indir Oku
Neden yazıyorum? Yazmak için kimsenin bir sebebi olmamalı. Okumak dünya çapında elzem olduğu halde, okumayan ülkemde yazmanın sebebi aranıyor, arıyoruz. İnsan kendine de soruyor: Neden yazıyorum? Neden yazmalıyım? Herkesin, bırakın basit bir şekilde, bin bir çabayla dahi gelemeyeceği bir noktadayım. Sayısını bilemediğim kadar çok olay içinde yer aldım, çok şey yaptım; ama yaptıklarımın bir kısmını yıktım ve tamamının yıkılması gerektiğine inanıyorum. Bu kitapla bir kısmını daha yıkmaya çalışacağım. Kendimce sağ görüşle, bazı değerlerle, belirli bir vatan, millet, ülke ahlak anlayışını kapsayan inançlarla büyüdüm. Daha yücesine özenerek yaşadım ama geçen zamanda, yaşayarak gördüğüm olaylar ardından bu yüce değerlerin bir kısmını sorgulamaya başladım. Bunlardan yalnız biri yahut bir kısmı bile yazmam için yeterliydi. Kaç yaşındayım? Yaştan kasıt ne? Eğer kastedilen doğumdan bu yana geçen zaman ise nüfus kağıdımda yazan tarihe göre 54 yaşındayım; biyolojik olarak sağlığım yahut hissettiğimse 35-40; duygu dünyamda yaşadığım ve gördüğüm olaylar, aldığım dersler, çektiğim acılar ise o zaman kendimi 100- 150 yaşında hissediyorum. Hiçbir polis benim kadar değişik olay yaşamamıştır. Ülkenin en güneyinden en doğusuna, oradan en batısına kadar her yerinde görev yaptım. 12 Eylül öncesi sağ-sol çatışmalarının ülkeyi iç savaş aşamasına getirdiği olaylardan, 1984 sonrası PKK’nın yarattığı Güneydoğu katliamlarına; 1990’lı senelerın başında yeniden hız kazanan (başta İstanbul olmak üzere) büyük illerimizdeki suikastlara; siyaset ve terör hadiselerina kadar tüm ideolojik çatışmaların soruşturulması safhasında yer aldım. Büyük hayali ihracat şebekelerinden, büyük banka dolandırıcılıklarına; ihalelere fesat karıştırma hadiselerindan, ülkeler arası uyuşturucu şebekelerinin soruşturulmasına kadar çok geniş bir kriminal yelpazede çalıştım. Bu görevler esnasında sokakta adam da kovaladım, daire başkanı olarak ülke genelinde ve hatta ülkeler arası alanda polis teşkilatlan ve kuruluşlarıyla işbirliği içinde planlama da yaptım, müşterek operasyon icrasında da bulundum. Suçlu gördüğüm bireylerle fiziken ve ruhen mücadele etmekten, silahlı çatışmaya; en teknik cihaz ve sistemlerle onların karşılarına çıkmaya kadar her sahada ve her türlü polisiye olayda yer aldım.
Sonra bir anda polislikten, devletin güvenlik gücü olmaktan, yani avcılıktan sistemin istemediği, yanlış bulduğu bir hedef, bir av konumuna düştüm. Bunlar da gerçek manada kendimi 100-150 yaşında hissetmeme yol açtı. Yaşadıklarımdan dolayı, adeta yüksek bir tepeden kendi sahamda tüm dünyayı seyreder gibiyim. Kendimi, herkesin geçeceği yollardan çoktan geçmiş biri gibi hissediyorum. Şu tepenin arkasında bulunanlar biraz sonra karşıdan gelecek olanlara tuzak kurmuşlar, eyvah yine kan dökecekler, biri bunları uyarsa… Ben, “Ey tuzak kuranlar değmez, yapmayın, düşmanlık büyük hata, bu tuzağa kendiniz düşeceksiniz, yapmayın, etmeyin!” demek istiyorum. Bulunduğum noktaya nasıl geldim? Bu mucizeden öte bir şeydi. Ne mucizeyle ne de benim çalışma ve gayretimle olacak şey değildi; ne akıllı ne de cesur olmam yeterliydi. Belki mistikçe düşünülünce, akıl üstü bir irade buraya gelmemi istedi. Bu noktaya gelişim fiziki bir mücadeleyle olsaydı, derin vadilerden geçmiş, aşılması imkansız dağları aşmış, masallardaki ejderhalarla kavga etmiş, hiç kimsenin bilmediği tehlikelerle boğuşmuş olmak gerekirdi. Fiziki tehlikeleri geçmek, kavga etmek zor şeylerdi ama bunları gerçekleştirmek olabilecekdü; oysa insanın kendi ruh dünyasındaki kavgası, kendi içindeki tehlikeli yolculuğu çok daha zor, çok daha amansız mücadele gerektiriyordu. Daha mühimsi yalnızca kavgayla ve akılla da zihinde ve kişilikte bazı şeyleri aşmak olabilecek olamıyordu, tüm bunlar yeterli değildi. İçte ve dışta milyonlarca, milyarlarca tesadüfün art arda, sistemli, düzenli bir biçimde etrafımda meydana gelmesi ve tüm ruhumu, benliğimi etkileyerek beni olduğum yere itmiş olması gerekirdi. Mademki herkesin basit bir şekilde gelemediği bu yere, mucize üstü bir biçimde savrulmuştum, olan ve olacak bir çok olayın perde arkasını çok az da olsa görebiliyordum. O zaman arkadan gelenlere söyleyecek sözüm olmalıydı; yaşadıklarımı, yollardaki tehlikeleri, kendilerine kurulan tuzakları anlatmam ve bunlardan kurtulma yollarını, bildiklerimi söylemem gerekiyordu. Görev uğruna tüm yaptıklarımın doğru olduğu düşüncesini zihnimde yıktım.
Bir zamanlar yok etmeye bütün gayretimle çalıştığım tüm düşmanlarımın, silaha ve şiddete sarılmayan durumlarını şimdi elzem görüyorum. Onları silaha ve şiddete itenin de aslında doğru olduğunu zannettiğim değerler olduğunu anladım. Bu öyle büyük bir şeydir ki; ne dağa, ne tepeye benzer. Ruh dünyasında bu kadar büyük bir değişime dayanmak olabilecek müdür? Karanlıktan aydınlığa, soğuktan sıcağa, inançsızlıktan inanmaya gidiş gibi; birbirinin zıddına dönerek öncekinin tam tersine yol almak o kadar zor ki… Sözlerle tarif etmek, yetaptan anlamak olabilecek değil. Hayatım boyunca, yapmam gereken işin gereği ne ise onu yapmaya çalıştım. Ne para, ne makam, ne de başka bir menfaat, hiçbir zaman eylemlerime etken olmadı. Yaptığım işin yapılmasının gerekliliği önem taşıyordu. Bütün enerjimle, gayretimle, aklımla, yaptığım işe kilitleniyordum. Ne özel yaşamım, ne eğlencem ve merakım, ne istirahatim vardı. Sabah uyanınca işe başlar, yorulunca uyur, uyanınca tekrar hedefime yönelirdim. Bir derviş edası, bir ideal tutkusu, bir iş sevdasıydı benimki. Her iş tehlike, her iş riskti bunun yanı sıra.