Joan Jara – Yarım Kalan Şarkı PDF Oku indir
Joan Jara – Yarım Kalan Şarkı PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Joan Jara – Yarım Kalan Şarkı kitabını araştırdık. Ayrıca Joan Jara tarafından kaleme alınan Joan Jara – Yarım Kalan Şarkı kitap özetinin yanı sıra, Joan Jara – Yarım Kalan Şarkı pdf oku, Joan Jara – Yarım Kalan Şarkı yandex, Joan Jara – Yarım Kalan Şarkı e-kitap pdf, Joan Jara – Yarım Kalan Şarkı PDF Drive, Joan Jara – Yarım Kalan Şarkı Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Joan Jara – Yarım Kalan Şarkı PDF indir Oku
İkinci Dünya Savaşı’na denk gelen çocukluğum her an bir yerlerden gelebilecek olan ölümün gölgesinde geçti. Londra’nın göbeğinde yaşıyorduk ve senelerca çoğu kez daha siren sesleri başlamadan önce, gayri yaşlıi sığınaktaki yataklarımıza giderdik. Geceleri Alman uçaklarının uğultusunu dinlerdik; bombaların ıslık çalarak inişinin ardından, patlamalarla pencerelerin parçalanışını duyar, karanlığın içinde gökyüzünün alevlerle kızıla döndüğünü sezinlerdik. Her seferinde geceyi canlı atlatıp atlatamayacağımızı düşünerek uykuveyalardım. Hava saldırılarının yoğunlaşüğı 1944 senesinin Temmuz ayında, bir gün annemle Haymarket Tiyatrosu’nda Balletsjoos adlı bir modem dans topluluğunu izlemeye gittiğimizde yaşamım yeni bir yön aldı. Bu deneyim yalnızca profesyonel dansçılığa giden yolu açmakla kalmadı, bunun yanı sıra dolaylı yoldan beni Şili’ye bağladı. Üzerimde böylesi büyük bir etki bırakan Kurt joos’un koreografisini yaptığı Yeşil M asa adlı bir bale gösterisiydi. Savaşın insanlara getirdiği dehşete dair kuvvetli bir mesajı vardı ve ölümün her an gökten inebileceği bir zamanda izlemek, esere ayn bir önem katıyordu. Yeşil masa dünya önderlerinin toplandığı herhangi bir zirvedeki konferans masasını simgeliyordu. Zil sesiyle perde kalkıyor, iki piyano “taşlama” türünden bir tango çalarken masa etrafındaki politikacılar zamanlaması hassas ayarlanmış kusursuz hareketlerle birbirlerini övüyor, nutuklar çekiyor, tartışıyor, alkışlıyor, saf tutuyor ve birbirlerine dikleniyordu. Ardından merasimsel tavırlarla silahlarım çekiyor ve savaş açıyorlardı. Derken yan iskelet, yan makine yan Tann havasında ölüm, adeta yerden bitermişçesine beliriyor ve o andan bu yana tüm gösteride egemenlik kuruyordu. Bunu her birinde farklı karakterlerin, kimi gaddarca, kimi başka seçenek bulunmadığından gönüllü ölümlerini gösteren altı sahne izliyordu. Bu sahnelerden birinde, kocasını savaşa yollayan bir kadın, doğasına aykırılığına rağmen, gerilla direnişine katılıyordu. Kadının yaptığı dans, o zamana dek gördüğüm alışılmış balelerdekilerin hiçbirine benzemiyordu.
Yaşam dolu, dramatik, kışkırtıcıydı. Kadın bana tüm varlığıyla dans eden gerçek birisi, belki bir köylü gibi gelmişti. Orada, o anda, günün birinde bu rolde dans etmeye karar vermiştim. Küçüklüğümden beri evde bulduğum plakların eşliğinde kendi kendime dans eder, doğaçlamalar yapardım. Daha son-ralan dans derslerine girmek için Londra’nın bir ucundan öteki ucuna gittim. Geç saatlerde, herkes çoktan Yeraltı sığınaklarına girmişken eve dönerdim. Ama profesyonel dansçılık aklımın ucundan bile geçmezdi. Dokuz yaşımdan beri gittiğim, daha çok orta sınıf çocuklarının öğrenim gördüğü The North London Collegiate School bizleri üniversiteye hazırlıyordu. Görünüşe göre akademik kariyer yapacaktım. Okuldaki diğer kızların hepsi bahçeli hoş villalarda yaşıyordu; babalan ya ruhban sınıfındandı veya askerdi. Benim ailem ise epey farklıydı. Babamı yalnızca yaşlı bir adam olarak hatırlıyorum ama o yaşlarda bile sert bakışlı mavi gözleri, bir boğa misali enerji ve ^joanjara 9 gerilim dolu bir hali vardı. Bir kunduracının oğluydu. Herhangi bir eğitim görmemişti ama çok okumuş, açık fikirli bir adam olmuştu. lşçi sınıfı kökeninden ve elleriyle iş görebilmesinden gurur duyardı.
Kari ^^x’ı okumuşluğuna ve kendisiyle görüş-müşlüğüne karşın gerçek bir sosyalist olamayacak denli ben-merkezciydi. En müreffeh zamanında bile işçiliğini gizlemedi; elleri emekçi elleriydi. Bir emekçi gibi giyinir, bir emekçi gibi konuşurdu. Babamdan yirmi yaş ufak annem de kadınlara oy hakkı hareketine katılmıştı; sosyalistti ve Fenner Brockway* için gönüllü sekreterlik yapmış, toplantılarda not tutmuştu. Ama babamla evlendikten sonra politikadan kopmuş, dostlarıyla temasını kaybetmişti. Yaşamını geniş ailesine adamıştı; arada birbu sınırlı hayattan pişmanlık duyuyor, kızlarının aynı tuzağa düşmesini istemiyordu. Babam, kariyerinin doruğunda büyük bir daktilo şifrketinın müdürlüğünden kendi işini kurmak üzere istifa etti. Londı:a’nın kuzeyinde, o dönemin epey yoksul bölgelerinden Highbury Place’de iki büyük terk edilmiş ev satın aldı ve hobisiyle (antikacılık) geçinmeye başladı. Evlerden ne var ne yok alıyor, kalıntıları, satamadıkları yahut satmaya kıyamadıklarını evimize getiriyor, odalar sonunda içlerine girilmez hale gelene dek doluyordu. Epey yaş farkıyla ailenin en küçüğüydüm ve bu yüzden hemen hemen tek çocuk gibi büyüdüm. Okula başlamamdan önceki senelerda, gözüme feci ürkütücü gelen evimizde yalnız kalmamak için ev işlerine koşturan annemin eteğinden ayrılmazdım. Annem eski moda sıcak su kazanımıza kömür getirmek için nemli taş mahzenlere giderdi; kömürü bu örümcek ağlarıyla kaplı, kapkaranlık, kötücül hücrelerden daracık merdi1- The Right Honourable ^rchibald Fener Brockway, Brockway Baronu (1^881988): İngiliz savaş zıtı eylemci ve politikacı. venli, Nuh nebiden kalma yıkama makineleri ve ütülerle dolu çamaşırhaneye çıkarırdı. Her kömür arama görevi, duvarların gölgelerine saklanmış garip resimler ve haritalarla kaplı uçsuz bucaksız karanlıklara, kitap kutulan, Buda heykelleri, Samu-ray zırhları gibi akla gelebilecek envai çeşit ama hepsi çürümeye terk edilmiş eşya yığılı merdivenlere ve sahanlıklara yapılan uzun yolculuklar demekti. En berbatıysa üçüncü katın tek yaşanan bölümü, banyoydu.
Büyük… Çok büyüktü çünkü tek ampulü duvarlarda ürkütücü karanlık lekeler ve gölgeler yaratıyordu. Bakır pası kaplı eski mi eski bir gaz ısıtıcısı vardı; yakıldığında önce gümler, ardından yoğun gaz kokusu eşliğinde ip gibi incecik akan ılık su verirdi. Küvet, pençemsi ayaklan üzerinde, banyonun tam ortasında dururdu. Yavaşça soğuyan suyıın içindeyken etrafımdaki boş odaların karanlık kaosunu ve alt katta, çok, çok uzaklarda olan annemi düşünerek korkardım. Annem bana peri masalları değil, kendi çocukluğuna ve ailesinin Londra’nın kenar mahallelerinde verdiği yaşam savaşına dair öyküler anlatırdı. Çoktan göçüp gitmiş büyükannesi, Essex kırsalından büyük umutlarla Clerkenwell’e gelmiş ama işliklerde tek seçeneğin çamaşırhanede kölelik olduğunu görmüştü. Bir kazada bacağını yitirmişti; onu hep Londra yolunda, beş parasız ve peşinde bir sürü çocukla hayal ederdim. Onlarca yıl ardından annem, kız kardeşlerini o işliklerden uzak tutabilmek için önce çamaşırhanelerde çalışmış, ardından sekreterlik yapmıştı.