PDF

Kolektif – Uluslararası İlişkiler Tarihi 1 PDF Oku indir

Kolektif – Uluslararası İlişkiler Tarihi 1 PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Kolektif – Uluslararası İlişkiler Tarihi 1 kitabını araştırdık. Ayrıca Kolektif tarafından kaleme alınan Kolektif – Uluslararası İlişkiler Tarihi 1 kitap özetinin yanı sıra, Kolektif – Uluslararası İlişkiler Tarihi 1 pdf oku, Kolektif – Uluslararası İlişkiler Tarihi 1 yandex, Kolektif – Uluslararası İlişkiler Tarihi 1 e-kitap pdf, Kolektif – Uluslararası İlişkiler Tarihi 1 PDF Drive, Kolektif – Uluslararası İlişkiler Tarihi 1 Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Kolektif – Uluslararası İlişkiler Tarihi 1 PDF indir Oku

Günümüzde ülkeler arası ilişkiler disiplini olarak anılan alan İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından yaşandı. İki dünya savaşı içindeki zamanda Norman Angell, David Mitrany gibi liberal düşünürler, Milletler Cemiyeti ve devletler içinde savaşı yasaklayan Briand-Kellogg Paktı gibi kurumları dünya barışına giden gelişmeler olarak değerlendirdiler. Buna karşı Edward Hallet Carr bu liberal düşünceleri ütopyacılık olarak tanımlayıp, ülkeler arası ilişkilerde “realizm” olarak tanımladığı yaklaşımı savundu. Kariyerine diplomat olarak başlayan Carr, giderek öte yandan tarihçiliğe ve bilim adamlığına, öte yandan da Marksizme ilgi duyup sonunda Galler Üniversitesi’ndeki ilk defa kurulan ülkeler arası ilişkiler Woodrow Wilson kürsüsüne profesör atandı. 14 ciltlik Sovyetler Birliği tarihinin ve mühim bir tarihyazımı kitabının yanında, Carr’ın ülkeler arası ilişkiler alanına en bilinen katkısı 1939 senesinde yayına giren ve (Wilson dahil) ütopyacılığın kuvvetli bir eleştirisini sunan Yirmi Yıl Krizi 1919-1939 adlı kitabı oldu. Bu kitapta Carr liberallerin iradeci (voluntarist) yaklaşımlarını yahut deyim yerindeyse “desteksiz iyimserliklerini” eleştirdi ve dünya politikasının bireyleri ve kurumları aşan neden-sonuç enerjiklerinin araştırılması gerektiğini savundu. Bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı’nın iki mühim sonucu vardı: birincisi, ABD İngiltere’nin hegemonyasını devraldı ve ülkeler arası ilişkiler disiplini bu ülkede çok daha mühim bir seviyeye geldi; ikincisi, Milletler Cemiyeti ve Briand-Kellogg Paktı gibi ülkeler arası hukuk kurumlarının savaşa engel olamaması liberallerin inandırıcılıklarını yitirmelerine yol açtı. Dolayısıyla Soğuk Savaş dönemine (nükleer silahların yarattığı korku ortamının da etkisiyle) realizm hem bir bilimsel teori hem de bir dünya görüşü olarak damgasını vurdu. Soğuk Savaş’ın bitmeye yüz tuttuğu 1980’ler ve 90’larda ülkeler arası ilişkilerde farklı yaklaşımlar realizmin egemenliğini sarsmış olsa da bu yaklaşım hâlâ nispeten kuvvetini muhafaza ediyor. Günümüzde ülkeler arası ilişkiler Soğuk Savaş sonrası dönemin belirsizliğini yansıtmaya sürdürmekte: disiplin farklı paradigmaların birbirini dışladığı, fakat aralarında gerçek bir tartışma ortamının olmadığı bir alana dönüşüyor. Bir başka deyişle ülkeler arası ilişkiler düşünsel bir kriz yaşıyor. Bu krizin temellerini anlamak ve önümüzdeki eserin bu krizin çözümüne nasıl bir katkı sağlayacağını anlamak için kısaca realizmin gelişimine göz atmakta yarar var. Soğuk Savaş döneminin “iki kutuplu” siyaseti ne yazık ki Carr gibi “eleştirel” realistleri değil, “güç siyaseti” yahut “güçler dengesi” yaklaşımının dar çerçevesi içinde ABD ve Sovyetler Birliği’nin karşılıklı stratejilerini inceleyen realistleri öne çıkardı. Soğuk Savaş’ın mimarlarından George Kennan’ın yanında Hans Morgenthau, Arnold Wolfers ve John Herz gibi isimler “güçler dengesi” teorisini ülkeler arası ilişkilerin başat yaklaşımı haline getirdiler. Aynı zamanda kendini Amerikan üniversite sistemine yeni bir disiplin olarak kabul ettirmeye çalışan ülkeler arası ilişkiler kendi araştırma konusunun, teorisinin ve metotlarının diğer sosyal bilimlerden farklılığı ve biricikliği üzerine yoğunlaştı.

Sonuçta realizm, devletleri tamamen bağımsız özneler, devlet çıkarlarını objektif olarak tanımlanabilen veriler olarak varsayan ve bundan dolayı yalnızca devletler arası ilişkilere yoğunlaşıp, devletlerin içindeki ilişkileri tamamen görmezden gelen bir yaklaşıma dönüştü. Sömürgeciliğe karşı mücadeleler ve yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkışı ve farklı disiplinlerden modellerin alana sızması realist yaklaşımın egemenliğini sarssa da ortadan kaldırmadı. Kenneth Waltz’ın 1970’lerde ortaya attığı neo-realizm ülkeler arası ilişkileri mikro-ekonomik bir sistem olarak tanımlayıp ve güç siyasetini piyasa ilişkilerine eşitleyip, dünya siyasetini tamamen devletler içindeki (genelde askerî ve ekonomik verilerle tanımlanan) güç değişiklikleriyle açıkladı. 1970’lerde yeni liberal yaklaşımlar ve 1980’lerde yaşanan konstrüktivizm ülkeler arası ilişkilere iki farklı sundu. Yeni liberaller devletlerin, güç dengesi siyaseti izleseler dahi işbirliği yapmak için bazı ülkeler arası kurallar ve kurumlar oluşturduklarını ileri sürdüler. Yeni liberallere göre bu kurumlar oluştuktan sonra devletlerin bu kurumları sürdürmekte ve geliştirmekte çıkarları vardı. Konstrüktivizm ise daha radikal bir eleştiriye yönelerek, devlet çıkarlarının ideolojik olarak tanımlandığını ve objektif olmadığını öne sürdü. Devlet çıkarları bunları tanımlayan ideolojilerle değiştiğine göre ülkeler arası ilişkilerdeki değişiklikleri anlamak fakat ideolojik değişimleri anlamakla olabilecek olabilirdi. İşte bu noktada konstrüktivizm realizmin güçler dengesi teorisinin mühim bir açığını göz önüne serdi: realistlere göre güçler dengesi teorisi ülkeler arası ilişkilerin değişmez bir yasasıydı. Tarih boyunca tüm siyasi birimler (kabileler, antik imparatorluklar, feodal beylikler, Ortaçağ imparatorlukları, mutlakiyetçi monarşiler, sömürgeci imparatorluklar, liberal demokratik devletler) hep güçler dengesi kaidelerina göre hareket etmişlerdi. Buna göre, devletin dayandığı toplumsal sınıfların, üretim ilişkilerinin, ideolojilerin hiçbir önemi yoktu. Mühim olan devletlerin diğer devletlere oranla sahip oldukları güçtü. Böylelikle ülkeler arası ilişkilerdeki yegâne değişiklik kutup sayısındaki değişikliğe indirgendi (çok kutupluluk, iki kutupluluk ve tek kutupluluk). Buna karşı konstrüktivistler neo-realistleri ülkeler arası ilişkilerdeki tarihsel gelişimi kavrayamamakla eleştirdiler ve güçler dengesi, yaklaşımın yapısal determinizmine karşı dünya siyasetinde bireylerin özne olarak hareket edebileceğini savundular. İronik bir biçimde bu noktada konstrüktivistler, Carr’ın Marx’tan esinlenerek insanın tarihsel özneliğine yaptığı vurguyla örtüşen bir noktaya geldiler.

Ne var ki bu noktada Sovyetler Birliği’nin dağılması disiplindeki tartışmanın ana eksenini değiştirdi. Realistler çöküşün nedenlerini güçler dengesindeki değişikliklerle açıklarken, bazı konstrüktivist yazarlar bunu kaba bir materyalizm olarak eleştirip, çöküşün nedenlerini ideolojik değişimlerde aradılar. Maalesef bu mesele disiplindeki tartışmayı sözümona materyalizm-idealizm ekseninde yapılan ontolojik bir tartışmaya sevk etti. 2000’li senelerda giderek ünlenen Alexander Wendt neo-realizmin tarihsel değişimi ve devletlerin toplumsal temellerini görmezden gelen yaklaşımını olumlayıp yalnızca maddeci gücün değil, devlet ilişkilerinde kimlik oluşumlarının mühim olduğunu savladı.

Kolektif – Uluslararası İlişkiler Tarihi 1 PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu