Moses I. Finley – Odysseus’un Dünyası PDF Oku indir
Moses I. Finley – Odysseus’un Dünyası PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Moses I. Finley – Odysseus’un Dünyası kitabını araştırdık. Ayrıca Moses I. Finley tarafından kaleme alınan Moses I. Finley – Odysseus’un Dünyası kitap özetinin yanı sıra, Moses I. Finley – Odysseus’un Dünyası pdf oku, Moses I. Finley – Odysseus’un Dünyası yandex, Moses I. Finley – Odysseus’un Dünyası e-kitap pdf, Moses I. Finley – Odysseus’un Dünyası PDF Drive, Moses I. Finley – Odysseus’un Dünyası Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Moses I. Finley – Odysseus’un Dünyası PDF indir Oku
Odysseus’un Dünyası Üzerine Mark Van Doren Odysseus’un Dünyası, Finley’in Homeros okurlarına sunduğu mühim bir eserdir. Kitap her yönüyle övgüye değer. Yazar, o sade üslubu ve ölçülü yaklaşımıyla bambaşka bir dünyayı, olabildiğince duru bir biçimde seriyor önümüze. Bir dolu soru işareti de cevabını buluyor böylece. Bu alanda kılavuzluğuna başvurabileceğimiz bir eser yoktu. O nedenle Finley’in katkısı hayli büyük. Lakin kendisi söz verdiğinden daha öte bir şey yaptığını düşünmüyor kesinlikle. Söz verdiği de, Homeros kahramanlarının ait olduğu o dünyayı kabataslak resmetmek. Oysa çok daha yükseksını sunuyor bize. Verdiği bilgiler, çağ dışı kalmış öyküleri okurken bilmemiz gereken şeylerdir. Günümüz insanının dürtü ve ahlaki değerlerinden fazla daha farklı değerlerin, davranış şekillerinin, nice farklı kavrayışların ve anlayışların olduğunu bilmek gerek. Finley’in bilgiyi kullanma ve bilgisini bize aktarma şekilindeki alçakgönüllü tavrı, bilmemiz gerekenleri daha bir anlaşılır kılıyor. Aksi hâlde eserin ağırlığı karşısında ezilir giderdik. Yazar, öykü anlatmada üstüne olmayan Homeros’un ele aldığı tüm değerlerin, yalnızca arkeoloji yoluyla anlaşılabileceği kanısına her zaman uzak duruyor; daha doğrusu böyle bir yanılgıya asla kapılmıyor. Bu doğru veya geçerli bir düşünce olsaydı şayet, Homeros’un hiçbir önemi kalmazdı.
Finley Odysseus ve Akhilleus’un, bizim düzeyimizde olmasalar da bizler gibi birer insan olduklarını anlatıyor. Her iki figürü de enteresan, fakat anlaşılabilir karakterler olarak karşımıza çıkanyor. öykülerdeki, hatta çağımız öykülerindeki kahraman karakterlerinde her zaman yadırganacak unsurların olabileceğini; hatta bunların, aşina öğelerle bir arada işlenmesi gereken unsurlar olduğunu vurguluyor. Bize bildik gelen, yabancısı olmadığımız niteliklerden sıyrıldıkları anda kahramanların canavarlardan ya ca ejderhalardan pek farkları kalmazdı her hâlde. Yazarın daha çok aykırılıklar üzerinde durduğu göze çarpıyor. Bu, bize tanıdık olan öğeleri veya aynılıkları ortadan kaldırmak yahut en aza indirgemek gibi bir amaca dayanmıyor şüphesiz. Farklılıklarla ilgileniyor, çünkü kahramanların büyüklüğü, o yadırgadığımız değişikliklarından, aykırılıklarından kaynaklanıyor. Homeros’un, hayal gücünü tercih ederek kendi çağının ötesinde bir dünyaya doğru yol aldığını ve o dünya çapında, adeta kendi diyarıymış gibi hiçbir yabancılık çekmeden gezindiğini anlatıyor bize Finley; tıpkı Shakespeare gibi. Tarihi içerikli oyunlarında Shakespeare de yok olmuş bir toplumu diriltmiyor muydu; fakat hâlâ görülebilen veya kendi dönemine bildik gelen bir toplumu? İşlediği, adeta yitip gitmiş bir Kraliçe Elizabeth toplumuydu. işinin ehli olmayan bir ozan salt değişikliklar üzerinde durursa, ihtimal ki pek kısa bir zaman zarfında unutulur gider. Oysa bir Falstaff, hem çok uzağımızda hem de bir o kadar yakınımızda durur adeta; II. Richard ve Bolingbroke için de bu geçerli. Belki de ününü korumak isteyen her ozan için doğru olan da budur. Kendi çağına özgü öğeleri, örneğin kendi askerini, detektifini, politikacısını, hayat kadınını veya kadının kendisini eserine taşımasından daha doğal ne olabilir ki. Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı yalnızca bir veya en fazla iki nesil geçmişe, yazarın ataları olan Rostovlara ve Bolkonskilere uzanıyor.
Tolstoy’un eserine onlar nasıl konu oldular dersiniz; nasıl işlendiler? Uzak ama yakın, hayali ama sahici figürlerdi bunlar: Yazarın, dününden çektiği, fakat gününden, kendinden eklediği, böylece okuruna yakın kıldığı figürler. Belki de izlenebilecek tek yol budur. Bir de öykü anlatma sanatı var; kaideleri hiçbir zaman değişmemiş bir sanat. Geçmişin veya günümüzün yahut hem dünün hem de bugünün penceresinden bakmak, bakabilmek tek başına yeterli olmasa gerek. Kişinin kendi çağının veya kaleme aldığı çağın pek önemi yok aslında. Önemli olan, kurgu, düzen, orantı, vurgu ve duygudur. Halk ozanlığı ustalık ister; tıpkı Homeros’taki gibi. Finley bu mühim gerçeğin altını çizmesini iyi biliyor. Şaşırtıcıdır ki şuana dek yalnızca birkaç öykü müthiş bir biçimde dile gelmiştir. Oysa Homeros’unkiler müthişdir; çünkü ozan işinin ehlidir. Onun ile ilgili söylenebilecek ilk söz de son söz de budur. Onun en büyük ozan olması, bu sanatı en iyi biçimde icra etmiş olmasındandır. Finley her zaman ozanın bu yönünü bildiğimizi düşünmüştür. Hatta daha da ileri giderek, aslında sıradan okurlar olan bizlerin, iyi sorgulayan, iyi yargılayan bireyler olduğunu varsaymıştır. Elbette değiliz.
Bu nedenle aslında kendisine teşekkür borçluyuz. Bizdeki yalnızca büyük bir ilgi. Bizden öncekiler için de bu böyleydi ve olabileceken bizden sonraki kuşaklar için de böyle olacak. Finley’in bizden beklediği, Homeros’taki kahramanların davranış şekillerini değerlendirirken kendi değer yargılarımızdan sıyrılmak veya kendimizi onlann yerine koymamak. Homeros’un o özel dünyasına özgü belirli kalıplar, belli başlı özellikler var çünkü. Yazar, Homeros’un adil olmadığını yahut kendi başına hüküm verdiğini düşünmememiz veya onu yargılamamamız için bu kalıp ve özelliklere gözleri üstüne topluyor ve bunları olabildiğince açık biçimde anlatıyor bize. Okurken, Homeros dünyasının her şeyden önce aristokratik bir dünya olduğunu görüyorsunuz; Shakespeare’deki gibi; Tolstoy’un o ünlü eseri Savaş ve Barış’ taki gibi. Hiç görülmemiş bir konukseverlik anlayışıyla karşılaşıyorsunuz mesela. Tanrılar, o döneme değin alışılagelmiş tanrı betimlemesinden fazla daha değişik bir kimlikte, tanrıdan çok birer insanmışçasına dikiliyorlar karşınıza. Neredeyse sırf savaşçıların, kralların dünyasına sürükleniyorsunuz ve servetin, hünerin, saygınlığın dışında, görebileceğiniz yalnızca birkaç şey kalıyor geriye. Resmedilen dünya kadınların veya çocukların değil, baştan sona erkeklerin dünyası aynca; tutsaklarıyla, köleleriyle tam bir savaş dünyası. Sözü geçer, hatırı sayılır önderlerin, büyük ev reislerinin dünyası. Finley bu dünyayı baştan sona, üstelik dupduru bir tarzda resmediyor size. Ardından da, Yunan edebiyatına başyapıtlar sunmaya devam eden bir ozana teslim ediliyorsunuz: Eserleriyle düş gücünüzü zorlamayan; dizeleriyle sizi, size aşina diyarlara savuran bir başka ozana. Homeros’un ölümünden sonraki yüzyılda Yunanlılar için bir başka ilki başlatan; o zamandan bu yana gelmiş geçmiş tüm okurların bildiği gibi Yunanlılara bir mucize yaşatan, o ozana.
Bu kitabın ilk baskısından bu yana tam on iki yıl geçti. Şimdi yazacak olsaydım eğer, bir çok yönden kesinlikle daha değişik bir kitap olurdu. On iki yıl önce kaleme aldığı eseri ile ilgili bunun aksini düşünen bir tarihçinin, bence emeklilik yaşı çoktan gelmiş demektir. Buna rağmen yalnızca kitabın sonunda bulunan Kaynak Önerisi bölümünü yeniledim ki bu tanıttığım kitapların basım senelerından da açıkça anlaşılabilir, içerik olduğu gibi duruyor; yaptığım birkaç ufak değişikliği saymazsak şayet. Bu noktada bazı açıklamalar yapmam gerekiyor. Yeni kaynaklar önermiş olmam, yapılan en son çalışmaların o alışılagelmiş kabulünden daha öte bir anlam taşıyor benim için. Nasıl mı? 1953 senesinin sonlarına doğruydu. Kitabımı baskıya halen vermiştim ki hayli mühim bir haber aldım: “Michael Ventris Linear B yazısını çözmüş!” Bu kil tabletler Knossos (Girit), Pylos ve Mykenae (Yunanistan) bölgelerinde gün ışığına çıkarılan büyük saray kalıntıları içinde bulunmuştu (Benzerlerine 1964 senesinde Thebai’de rastlanmıştır). Üzerinde bulunan yazıtlara da Sir Arthur Evans’ın önerisiyle Linear B adı konmuştu. Haber karşısında heyecanlanmamak olabilecek değildi. En çarpıcı olan da, bir kaç bilim adamının önceden tahmin ettiği gibi, tabletler üzerinde bulunan yazı türünün Yunanca’nın ilk şekili olmasıydı. O yıla kadar Yunan Bronz Çağı’na, özellikle de Myken Dönemi’ne -kabaca I.Ö. 1400 ile 1200 senelerı içindeki zaman dilimine- yönelik yapılan çalışmalar, arkeologların yapı ve eşya kalıntılarına dayanarak ortaya koydukları çıkarsamalardan ibaretti. Sonraki yüzsenelera ait Yunan mit ve efsanelerinden edinilen bilgiler de mühimydi tabi ki.
Lakin bu yeni keşif, yapılmakta olan çalışmaları yeni bir düzeye taşıyacaktı. Üzerine çalışılan dönemle çağdaş olan, üstelik okunabilen yazılı kaynaklara sahip olmak bundan böyle yapılacak olan incelemelerin niceliğine de tahmin edilemeyecek bir boyut kazandıracaktı. Kazandırdı da; bu alanda bir dolu mühim yayın yapıldı. Bunun yanında ben abartılmasından yana değilim. Her şeyden önce, gerek yazıda gerekse dilde hâlâ çözülmeyi bekleyen ciddi zorluklar yer alıyor. Ayrıca, sayılan bir kaç bine varan bu tabletler üzerindeki yazıtlar bi hayli kısa; daha da kötüsü bilinmesi güç veriler içeriyor. Tamamen yönetime ilişkin spesifik veriler bunlar. Eşya, personel, hisse, adak ve çeşitli içerikte bir takım kısa listelerden başka hiçbir şey sunmuyorlar bize. Üzerlerinde ne yasa, buyruk veya antlaşma maddelerine rastlıyoruz, ne de dinsel inançlara veya edebiyata ilişkin bilgiler bulabilinmekte. Öyleyse söz konusu yazıtların Odysseus Dünyası’na katkısı nedir? Bu sorunun cevabı, tabi ki o dünyanın nereye yerleştirildiğine bağlıdır. Odysseus’un içinde yaşadığı dünya Troia Savaşı’na tanık olmuş Myken krallarının dünyası mıdır veya Homeros’un yaşadığı yüzseneler sonraki dünya mıdır; aradaki bir zaman dilimine mi aittir; yoksa tamamen bir Hayal Diyan mıdır? Benim cevabım, şiirlerde karşı karşıya geldiğımız toplumun Myken Çağı’nı izleyen yüzsenelera ait olduğu yolundaydı. Bu görüşüm hâlâ geçerli. İlyada ve Odysseia elimizdeki şekiline, Yunan kent-devletlerinin oluştuğu zamandan kısa bir zaman önce kavuşmuştur. Bu, eserlerdeki bazı anakronik ve hayal ürünü olan ilaveleri de göz önüne alarak yaptığım bir tespit. Şayet bu tarihilendirme gerçekse, Linear B tabletlerinden kuvvetlikle çıkartılabilen yeni gelişmelerin, şiirlerde anlatılanlarla örtüşmemesi gerekir.
Bana göre tabletler bu görüşümü doğruluyor. Sundukları verilerMyken kültürünün, saray merkezli, hiyerarşik ve karmaşık bir toplum yapısı geliştirmiş olduğuna; çağdaşı olan Yakın Doğu toplumlarına benzerlikler gösterdiğine; gerek Odysseus’un dünyasından gerekse ardındanki Yunan uygarlığından mühim ölçüde ayrıştığına işaret ediyor. Aslını söylemek gerekirse verilerin ortaya serdiği bu sonuç, kitabımdan da anlaşılacağı üzere, daha Linear B yazısı çözülmeden önce bazılarımızın yapmış olduğu tahminlerin doğruluğunu gösteriyor. On yıl önce tüm bilim adamlarınca onaylanmayan görüşlerimize, umarım şimdi daha fazla kablan olur. Kalıntılardan yola çıkarak Myken dünyasının ani ve büyük bir yıkıma uğradığını ileri sürebilinmekte. Bu yıkımı izleyen yüzseneler bizim için karanlık bir çağdır. Etrafı surlarla çevrili o büyük yerleşim merkezleri, o görkemli saraylar yoktur artık. Ege havzasının bir ucundan diğerine yönelen göç hareketleri, düşük standartlı yaşam modelleri ve yazıdan bihaber topluluklardır söz konusu olan. Yunanistan tarih sahnesine tekrar çıktığında ise, Yunan uygarlığı halen bir embriyondur; Aeskhylus’un, Herodotos’un, Sokrates’in ait olduğu o klasik Yunan dünyası bu embriyondan dünyaya gelecektır. Bunun yanı sıra yaşam durmamış; karanlık çağlar boyunca tüm hızıyla akmaya devam etmiştir: İnsanlar sosyal yaşamlarına bir çeki düzen vermiş; araç-gereç ve silahlarını üretmekten, tanrılarına kurbanlar kesmekten geri kalmamış; hatta Yunanca konuşmaktan dahi vazgeçmemiştir. Ne var ki bu devamlılık bizi yanıltmamak. Ne de olsa insanlar Yunanistan’da hâlâ Yunanca konuşuyorlar. Lakin hiç kimse, bugün Atina’da karşı karşıya geldiğı dünyanın klasik Yunan dünyası olduğunu ileri süremez. Odysseus’un dünyası, Yunan tarihinde eşi benzeri olmayan bir dünyadır ve bu dünyaya ilişkin bildiklerimiz İlyada ve Odysseia’dan edindiklerimizdir. Benim bu kitapta canlandırmaya çalıştığım da işte o dünyanın kendisidir.
Bu kitabın ilk baskısına katkıda bulunan bireylere bir kez daha teşekkür etme şansını bulduğım için mutluyum: Hesiodos eserlerinin ve Homeros llahileri’nin H. G. Evelyn-White tarafından yapılmış çevirilerini kullanmama izin veren Harvard ÜniversitesiBasımevi’ne; el yazmalarını okuyan ve hiçbir zaman kıymetli görüşlerini esirgemeyen Profesör meslektaşlarım C. M. Arensberg, Herbert Marcuse, Martin Ostvvald ile Nathan Halper’a; bunun yanı sıra, geçen sene kaybetmiş olmamız sebebiyle kendilerini büyük üzüntüyle andığım Viking Press’ten Pascal Covici ile Kari Polanyi’ye derin şükran duygularımı sunuyorum. Hepsine çok şey borçluyum.