PDF

Nazım Tektaş – Tanrının Askerleri 1 – Hunlar – Tabgaçlar – Siyenpiler PDF Oku indir

Nazım Tektaş – Tanrının Askerleri 1 – Hunlar – Tabgaçlar – Siyenpiler PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Nazım Tektaş – Tanrının Askerleri 1 – Hunlar – Tabgaçlar – Siyenpiler kitabını araştırdık. Ayrıca Nazım Tektaş tarafından kaleme alınan Nazım Tektaş – Tanrının Askerleri 1 – Hunlar – Tabgaçlar – Siyenpiler kitap özetinin yanı sıra, Nazım Tektaş – Tanrının Askerleri 1 – Hunlar – Tabgaçlar – Siyenpiler pdf oku, Nazım Tektaş – Tanrının Askerleri 1 – Hunlar – Tabgaçlar – Siyenpiler yandex, Nazım Tektaş – Tanrının Askerleri 1 – Hunlar – Tabgaçlar – Siyenpiler e-kitap pdf, Nazım Tektaş – Tanrının Askerleri 1 – Hunlar – Tabgaçlar – Siyenpiler PDF Drive, Nazım Tektaş – Tanrının Askerleri 1 – Hunlar – Tabgaçlar – Siyenpiler Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Nazım Tektaş – Tanrının Askerleri 1 – Hunlar – Tabgaçlar – Siyenpiler PDF indir Oku

İLK TÜRKLER Meramımız, soyumuzun izlerini sürüp, gidebildiğimiz yere kadar gitmek. Mümkün olduğunca, doğrulara ulaşmak prensibinden şaşmayacağız, çaresizlik yaşanacak; izlerin aslı silinmiş, yerine efsaneler oturmuş görüldüğünde onlardan da alınacak. Hem, bazı meseleler mevcuttur ki, nasıl olduğu değil nasıl algılanıldığı mühimdir. Bu fikirle başlıyoruz. Yafes’in Oğlu Türk Bizler, yeryüzüne Cenab-ı Allah tarafından gönderilen ilk insanın Hz. Âdem olduğuna inanıyoruz; ilk peygamber olarak ta onu tanırız. Türklerin anılışı ise Nuh Aleyhisselâm’la başlıyor, bizde doğrudan oraya geliyoruz. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır; “And olsun ki biz Nûh’u kavmine (peygamber olarak) göndermişizdir de o arala-rında elli yılı müstesnâ olmak üzere, bin sene kalmıştır. Nihayet onlar eziyetde devam edip dururlarken tufan yakalayıvermiştir.” 1 1 Hasan Basri Çantay Meâli. Ankebut suresi, 14. Ayet. Tufan hâdisesi konumuza girmiyor: “Nûh Peygamber Tufan’dan sonra yeryüzünü çocukları içinde paylaştırınca Arabistan, iki Irak ve Yemen’i Sâm’a; Mısır, Yunanistan, Kıbt, Nabel, Berber ülkeleri, Hindistan ve Zingibar’ı Hâm’a verdiği gibi Ceyhun tarafının hepsini Yâfes’e verdi. Bu toprakların insanları soylarını bunlardan aldılar. Biz tekrar gelelim Yâfes bahsine.

Şöyle rivayet olunur ki; Yâfes babasının yanından ayrılmak isteyince, ona, “Ey Allah’ın peygamberi bana verdiğin memleketin suyu az, kendisi harap. Bana bir dua öğret ki yağmura muhtaç olunca, Allah’a o dua ile yalvarayım. Allah bize yanıt versin” dedi. Nûh peygamber dua öğretti ve Ulu Allah ona bir ad (dua) ilham etti. O da bu adı oğluna öğretti”. 2 2 İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, 30.s. Aynı esere göre, Yâfes’in yedi oğlu vardı. Bunlar; “Çin, Türk, Hazar, Samlâb (Slav), Rus, Yecüc ve Mecüc’ün babası Mise ve Bulgarlar ile Burtasların babası Kemârî idiler.” “ Çin, çok akıllı ve terbiyeliydi. Hazar sakin ve az konuşurdu. Rus hilekâr, gafil ve utanmaz (ihtiyatlı) biriydi. Samlâb (Slav) yumuşak kalpliydi. Mise pek yaşamamıştı. Onun oğlunun oğlu Guz (Oğuz) hile ve hurda doluydu (kurnazdı).

Dedesi Yâfes onu oğullarından daha çok severdi. Kemâri oyunu seven, av ve işrete düşkün biriydi. Türk edepli, akıllı ve doğru kalpliydi.” Burada anlatılanlardan tamamen gerçeği bulmak olabilecek olmayabilir. Yalan demekte zor. Türklerin atası sayılan Yâfes’in, bir dua öğrenme arzusu sonucu buna kavuştuğu, eski Türklerin – Moğolların yaşamında bunun izlerine çokça rastlandığı bir gerçektir. Dua adıyla zikrolunup, yağmur ve kar yağdırdığına inanılan bu şey, sonraki zamanlarda “Yada Taşı ” adını alacak, bununla, savaşlarda fırtına bile çıkarılacaktır. Doğru yahut değil, bunlar ciddi tarih kitaplarında anlatılır. Yukarıda, Nuh’un yedi oğlundan bahsedilmiş olsa da, bu sayı sonra azalır. Denir ki: “Tufandan sonra insanlar Hazreti Nûh’un üç oğlundan türedi. Onun için Nûh Aleyhisselam’a ikinci Âdem denildi”. 3 Arap, Fars ve Rum’un babası Sâm, Sudan halkının babası Hâm, Kabâil-i Türk’ün (Türk kabilelerinin) babası Yâfes’tir. 3 Kısas-ı Enbiya 1. c. 19.

s. Çıktığı yere, orada yaşayanların inanç ve kültürlerine göre benzerlik arzeden anlatımlar insanı şaşırtmamalı. Peygamberlerle alakalı olanlar, ekserî doğrusu yanlışı dikkate alınmadan, dinî temele dayandırılır. Bu türden rivâyetler çok. Nûh Peygamber’in, yeryüzünü güneyden kuzeye doğru üçe ayırdığı, birinci bölümü Hâm’a, ortadaki bölümü Sâm’a, üçüncü bölümü de Yâfes’e verdiği iddia edilir. Türkler Yâfes’e Bulca Han derler, ama onun Nûh Peygamberin oğlu olduğunu da bilmezler. Bunun yanında bu Türk Hanı’nın Yâfes’le aynı çağda yaşadığını ve onunla akraba olduğunu bilirler. “Moğolların hepsi, Türk kabileleri ve bütün göçebeler onun neslinden gelirler.” Bu türden anlatımlar çok olmakla birlikte tarih yoktur. Ama bir araştırmacı, bilimsel olduğunu savunarak farklı malûmatlar vermekte ve hadiseleri tarihlemektedir. Şöyle: “Bilimsel gerçek şudur ki; -şuan için- 1/ Şölgen Taş mağiçinde (-14) binlerde doğmuş olan Türkçe,” 4 diyor ve uzatıyor meramını anlatmayı. Bizim almak istediğimiz yalnızca M.Ö 14 binlerde Türkçeden bahsediliyor olmasıydı. Gerisi zaten o kadar karmaşık ifadelerle dolu ki, kafa karıştırır. Bir de “Pekin Adamı” meselesi var: 4 Ön-Türk Uygarlığı, 32.

s. “ Pekin Adamı’nın herhalde gayet basit aletler kullanan, ateş yakabilen avcı olduğunu tahmin edebiliriz. Bulunan iskeletlerin hiçbiri tamam olmadığı için defin edildikleri zaman, ayrı ayrı kemiklerin başka başka yerlere gömülmeleri adet olduğu zannedilmektedir. Bu, dünyanın başka yerlerinde de iptidaî kabilelerde mevcut olan bir adettir. Pekin adamı soyunun orada ne kadar zaman yaşadığı halen belli değildir, ilk izleri M.Ö. 1 milyon yılına konmaktadır; en göz alıcı devri, belki, M.Ö. 500.000 yılıdır.” 5 5 Çin Tarihi, 13. s. Bir milyon yıl 500 bin yıl dünya çapındaki insanlığın tarihine ait ise Hazreti Âdem’den kalma mı, Hazreti Nûh’tan kalma mı sayılır? İki Peygamber içindeki sürenin ne kadar olduğunun bilinmeyişi bu konu üzerinde fikir yürütmeyi engelliyor. Ama yine de, Hz. Nuh’un oğlu Yâfes’in oğlu Türk’ün dünya çapında olduğu zaman, süre olarak, tahminlerin üzerindedir.

Burada, ayrı bir tartışma çıkabilir mi acaba? Mademki Türk bir insan adıydı ve bu millete ondan geçti, neden kullanımı daha çok sonralara ait oluyor? Yine dile getiriyoruz ki, eğer bu bilgi doğru ise, Türk o kadar eski çağlara gidiyor ki, asırlar içinde unutulup hafızalardan silinmiştir. Nice asırlar sonra meydana çıkan meraklı araştırıcılar işin peşini bırakmamışlar. Şimdi modern tarihçilere bakıp, Türk adını etraflıca öğreneceğiz. Türk Adı “Türk sözü tarihin en eski çağlarında da belirli bir kavmin adı yahut kavimler birliğini gösteren bir ad olarak mevcuttur.” 6 “Cins ismi halinde çok eskiden beri Türkçede mevcud olması gereken “Türk” kelimesinin “Altaylı (Ceyhun ötesi Turanik) kavimleri ifade etmek üzere 420 tarihli bir Pers metninde, görülmektedir. Daha sonra yine cins ismi olarak 515 yılı hâdiseleri bundan dolayı “Türk Han” (Kudretli Han) tabirinde zikredildiği bildirilmektedir.” “Türk adı, Gök – Türk hakanlığının kuruluşundan bu yana, önce bir devletin, ardından bu İmparatorluğa bağlı kendi hususi adları ile de anılan diğer Türklerin ortak adı olmuş ve zamanla Türk soyuna mensup bütün toplulukları ifade etmek üzere milli ad haline gelmiştir.” 7 . 6 Türk Kültürünün Gelişma Çağları 6. s. 7 İslam Ansiklopedisi 12/2 c. Türkler md. Türk adının doğuşunu merak edip araştıran yabancı tarihçilerin eserleri Rasonyi tarafından bildirilmektedir. 8 8 Tarihte Türklük 287. s.

Bazı bireylerin, Yâfes’in oğlunun adının Türk olduğu ve bunun Türk milletinin atası sayıldığı tezine sarıldığı görülmektedir. Bunların içinde “ Türümek” ve “Türüh” ve sonra hece düşmesiyle “Türk” kelimesi çıkmıştır, diyenler var. Kesinliği ispatlanan meseleler değil bunlar araştırmalardan çıkarılan tahminler, yapacak başka bir şey de yok. Türk Adının Manâsı Gelmiş geçmiş, ama derin izleri olmadığından unutulmuş nice kavim mevcuttur; hiç kimse üzerinde durmaz. Bir millet Asya’da, Anadolu’da, Avrupa’da hâkimiyet kurmuş, değişik kavimleri idare etmiş ise tabi ki merak edilir. Merak eden araştırmaya girip, Türk adının manâsını çözmeye çalışmış. Bir tek manâsı yoktu belki, belki de ilim adamları bir manâ üzerinde ittifak kuramadı. ‘Töreli’ yani töresi olan devlete bağlı “güç – kuvvet” ve daha başka şeyler de dile getirdiler. Bunların hepsinin güzel tarafı olsa da “Türk – Hun” şeklinde söylenişi daha enteresandır. Hun, tarihte ilk devlet kurduğuna inanılan Türk boyunun adı. Türk demenin bir manâsı da “güç – kuvvet” olduğuna göre, herhalde “Türk – Hun” denirken kuvvetli Hun denmek istenmişti. Bizde şimdilerde unutulan, ama eskiden fazla kullanılan bir deyim vardı; bunu bizim için yabancıların dile getirdiği nakledilirdi. “Türk gibi kuvvetli” bu deyimin de yanlış kullanıldığı anlaşılıyor. Mademki Türk, kuvvet demek oluyor, Türk gibi kuvvetli denmesi doğru değil, ama tabii böyle densin razıyız ve biz de öyle olalım… Fizikî gücün, tek başına bir işe yaradığı görülmemiştir; eğer öyle olsaydı, aslanların, fillerin ve diğer kuvvetli hayvanların insanlara av ve eğlence araçları olmamaları gerekirdi. Ve elinde fizikî güç aklî güçle kıvama erdirilmiş, dünya çapında uygun biçimde kullanılmış, böylece, övgü yerine “Türk gibi kuvvetli” sözü Avrupa’nın dilinde telaffuz edilmeye başlanmış! Şimdilik böyle bir iddiadan uzağız.

Türk Soyu Başlangıçlar, genelde muğlaktır. Kimim kimden olduğu, ilk zamanlarda nasıl değerlendirilmiş olursa olsun, sonradan bazı kavimlerle Türklerin akrabalığı ileri sürülür, üzerinde pek durulmaz. Moğollara gelince sıra, biraz düşünme ihtiyacı duyulur. “ Yafes’in oğlu Türk”ten bahsederken bütün Moğolların, Türklerle birlikte ona bağlandığını görmüştük. Türk mitolojisi adlı kitap başka eserlerden naklettiği bu bilgilerin eskiden beri yaygın olduğunu belirtiyordu. Gerçeğin tam anlamıyla anlaşılamadığı, öylede, böyle de düşünüldüğü malûm. Moğollarla Türklerin temelde aynı millet olduğu düşüncesini ortaya atanlar, bunu şiddetle reddedenler hep kendilerini haklı sanıyor. Tartışmaların içine girmeyeceğiz, meraklıları uğraşsın. Moğol – Türk birliğinin reddi sadedinde kısa bir araştırmamız olacaktır: “Gök – Türk devletinin kuruluşundan önce bile, iki ayrı grup halinde toplanmış ve birbirine cephe almış durumda idiler. Gerçi doğuda bu Türk ve Moğol kavimleri iç içe girmiş ve karşılıklı dayanışma ile Batı Asya’da Türk ve Moğol kavimlerinin yarışı artık kesinlikle görülmeye başlamıştır”. 9 9 Türk Kültürünün Gelişme Çağları 7. s. Türklerin “Moğol ırkından” gösterilmesi, o zamanın Türk devletlerinde Moğol unsurunun çokluğu ile açıklanabilir. Türklerin tarih boyunca en sıkı temasları Moğollarla olmuş, kalabalık Moğol kütleleri Türk idaresine alınmış (Asya Hunların da, Tabgaçlar da olduğu gibi) ve on binlerce Moğol, Türklerle birlikte uzun göçlere katılmıştır. (Batı Hunları’nda ve Avarlar da olduğu gibi) Ayrıca sıkı temasların olabilecek kıldığı bazı ırkî ihtilâtlar (karışmak) da düşünülürse, yabancıların bu husustaki yanılmalarına şaşılmamalıdır.

10 10 İslam Ans. 12/2. c. İ. Kafesoğlu Türklerin Anayurdu? Türklerin anayurdunu bir çırpıda sınırlandırabilmek olabilecek değil. Dağ gibi yerinden oynamayan bir nesne değil ki, ona sabit mekân tayin edilsin. Çinlilerin anayurdunun tarifi kolay, çünkü onlar aynı coğrafya içinde vücuda gelip, gelişmişler, ikide bir vatan arama durumuna düşmemişler. Türklerin yaşamı farklı; şartları kendileri koyamadıkları için, mevcut şartlara uymaya mecbur kalıyorlar, uyamayınca da gerekli şartları haiz yeni yurtlar arıyorlardı. Yine de belirli bir ana vatan sınırı tesbitiyle, oradan sağa – sola, ileri – geri hareketler takip edilecekti. Öğrendiğimize göre Türklerin anayurdu meselesi, “geçen asırdan beri münakaşa edilen bir mevzuudur. Tarihçiler Çin kayıtlarına dayanarak Altay dağlarını Türklerin anayurdu kabul ederken, sanat tarihçileri şimali garbi (kuzey batı) Asya sahasını, bazı kültür tarihçileri de Yenisey Nehri başları yahut İrtiş-Urallar arasını, Altay-Kırgız bozkırları arasını yahut Baykal gölünün cenubi garbisini (güneybatı) göstermişlerdir. Bazı dil araştırmacıları da Altayların şarkının yahut Kingan silsilesinin şark ve garbının Türk anayurdu olması gerektiğini düşünmüşlerdir.” 11 Uzunca yapılmış bir tarifi kısaltarak aldık. Meramımızı izaha, bu kadarı kâfi görülmüştür. Bu hususta geniş bilgi edinmek isteyenler, kaynak gösterilen yere bakabilirler; bunun yanı sıra, Çin’in Şimal komşuları adlı kitap daha teferruatlıdır.

11 İslam Ansiklopedisi 12/2 Türkler Mad. Orta Asya Biz Türkler, coğrafi isimlerden bazılarına meftunuz, onlara âdeta adı konmamış kudsiyet izafe ederiz. Anavatan dediğimiz zaman dilimizin ucuna Orta Asya gelir. Orta Asya neresidir? Bunu bilmesek ne gam! En eski anılarımızın orada gömülü olduğunu, ilk kimliğimizi orada kazandığımızı kabul ederiz ya, bu yetmektedir. Yine de Orta Asya için bir sınır çizmek icabederse işte tarifi: “Bu saha Tanrı dağlarının güneyinde ve kuzeyinde olmak üzere iki bölüme ayrılarak mütalâa edilebilir. Tanrı dağlarının güneyindeki kısım, bu günkü Doğu Türkistan’dır. Kuzeyinde kalan kısımlar ise Çungarya stepleri, İrtiş, havzası ile Altay dağlarıdır. Altaylar’da cilalı taş devrine ait buluntular çok azdır. Ele geçen eserlerin azlığına rağmen, Batı ve Doğu Türkistan’daki kültürler ile yakın temaslar kurdukları rahatlıkla gösterilebilir.” Orta Asya tabir edilen bölgenin ortasında Tanrı Dağları yer alıyor. Zamanında muhteşem bir medeniyetin doğmuş olduğu bu coğrafya, bugün Çin’in sahipliğinde huzursuz Doğu Türkistan (Uygur Cumhuriyeti), yeni adıyla Sincan, Tanrı Dağları’na mahzun bakmaktadır. Zirveleri 4000 – 5000 metreye varmakta, uzunluğu 1600 km. alanı 300 km. 12 olan Tanrı Dağları için diyeceklerimiz çok olabilir. Ne çare ki, hiçbir şey diyemeden yutkunup, susacağız.

Ötüken’den ise ileride doyasıya bahsedilecek, buraya özel olarak almaya lüzum görmüyoruz. 12 Orta Asya. 25. s.

Nazım Tektaş – Tanrının Askerleri 1 – Hunlar – Tabgaçlar – Siyenpiler PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu