PDF

Özge Calafato – Çekilir Dert Değil PDF Oku indir

Özge Calafato – Çekilir Dert Değil PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Özge Calafato – Çekilir Dert Değil kitabını araştırdık. Ayrıca Özge Calafato tarafından kaleme alınan Özge Calafato – Çekilir Dert Değil kitap özetinin yanı sıra, Özge Calafato – Çekilir Dert Değil pdf oku, Özge Calafato – Çekilir Dert Değil yandex, Özge Calafato – Çekilir Dert Değil e-kitap pdf, Özge Calafato – Çekilir Dert Değil PDF Drive, Özge Calafato – Çekilir Dert Değil Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Özge Calafato – Çekilir Dert Değil PDF indir Oku

Özge Calafato’nun Çekilir Dert Değil isimli öykü kitabı, zamane karakterlerin buluştuği bir geçit merasimi adeta. Calafato alışkanlıklarla, zorunluluklarla ve takıntılarla örülü günlük hayatlarımızdan alınmış anlık fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor. Karakterler içimizde bir yerlerde veya yakınlarımızda yaşıyorlar ve çevremizdeki görünmez duvarları örüyorlar. Calafato bir yanıyla da arşivci gibi çalışarak zamanın kişilik envanterini oluşturuyor. Çekilir Dert Değil bunun yanı sıra Calafato’nun kısa bir süre önce altKitap tarafından yayına giren öykü kitabı Su Eleştirmenleri’nin tamamlayıcısı niteliğinde. Kitaplar ayrı ayrı okunduklarında, bağımsız anlamlar inşa ettikleri gibi birlikte okunduklarında da birbirlerini destekliyor. Su Eleştirmenleri’nde bulunan öykülerde yaratılan tekinsiz atmosfer; ayrıntı kısmın groteskleştirilerek alışılmış durumların hastalık verecek büyüklüklere taşınması yoluyla foyası görülmektedirılan ve bu yolla kıyasıya eleştirilen yeni dünya anlayışı; Çekilir Dert Değil’de anlatılan karakterlerin arızalı durumlarının arka planını oluşturuyor adeta. Özge Calafato’nun derin mizah anlayışı ve keskin diliyle yarattığı karakterler günümüze keyifli ve bir o kadar eleştirel bir bakış sunuyor. Su Eleştirmenleri ve Çekilir Dert Değil kitaplarının oluşum süreci, altKitap ekibi olarak editör-yazar-eser içindeki ilişkiyi sorguladığımız bir çalışma oldu. Editoryal müdahale yalnızca redaksiyon aşamasında kalmayarak yazarın dramaturjik olarak sorgulandığı ve yazara eser ile ilgili değişik bir açılım sunmaya çalışan, tartışmaya açık bir pratik olarak benimsendi. Bu sürecin bundan sonraki kitaplarımızda bizim için model oluşturacak bir çalışma olduğuna inanıyoruz. Bir iş ilânı gördüm. Dolgun ücret veriyorlardı. Bir pazarlama şirketinde çalışmak üzere Dresenkçe bilen prezentabl eleman alınacaktır. Telefon: 234 45 839 Aradım.

Hayır, ilânda ücreti de belirtiyorlardı ama şimdi orasını yırttım. Aradım, bir bayan çıktı karşıma. “Buyrun,” dedi. “İlânı gördüm,” dedim. “Adınız?” dedi. Söyledim. Üç dakika konuştu konuşmadı benimle. Fonetik bir sesim mevcuttur, bunun yanı sıra da prezentablım ama bayanı etkilemeyi başaramamıştım. Gazetede yazan ücret doğruydu, ne bir sıfır eksik ne bir sıfır fazla. Arada benden önce iş ilânıyla kaç birinin ilgilendiğini de sorayım dedim. Hatırlamıyormuş. İnanmadım. Mutlaka Dresenkçe bilinmesi gerekiyordu. Daha önce bu dilin adını hiç duymadığımı söyleyip de daha ilk telefondan puan kaybetmek istemedim. Ama canım da çok sıkılmıştı.

Dresenkçe. Kulağa böyle adeta zor bir dilmiş gibi geliyor. Bu benim tahminim. Belki de basittir. Çinceden bilmemneceden daha zor olacak değil ya. Çinceyi de insan konuşuyor, Çinliler uzaylı mı? Hayır. ‘Rusçayla mı akraba acaba?’ dedim sonra. Belki de Germen dillerindendir. Karnıma bir ağrı saplandı. Nasıl olur da bilmezdim Dresenkçeyi? Bilmemesi kesin olan birkaç insana sorayım dedim önce. Onlar bile biliyorsa o zaman utanırım. Komşuların kapılarını çaldım, Dresenkçe-Türkçe sözlüğünüz var mı diye. “Yok,” dediler. Yanlış soru sormuştum. Belki o dilin varlığını biliyorlardı da evde sözlük-leri yoktu.

Yanlış soruyla birinci el kaynaklarımı harcamıştım. Dolaşmaya çıkar gibi yaptım. Bakkal tanıdıktı. Anlattım, böyle böyle bir durum var. “Valla hiç duymadım,” deyince bir sevindim. O sevinçle birkaç parça gıda ürünü aldım, bakkal da sevinsin. Yine de bakkaldan çıkarken rastladığım ilkokul öğretmeni Hand’anım’a da sorayım dedim. Hem bir mevzu olur, yoksa hanımla ilişkimiz iyi günler düzeyinde kalacak. “Hoca Hanım,” dedim, “Dresenkçe öğrenmek kolay mıdır?” Şaşırdı, anlamadı. Ya da başka bir dille mi karıştırdı artık. “Felemenkçe mi?” “Hayır, Dresenkçe.” “Hiç duymadım,” derken birden tavrının değiştiğini hissettim bana karşı. Şüpheciliğinden korktum. Demek dalga geçtiğimi sanmıştı. Daha beter etmiştim sorarak.

İlân da yoktu ki yanımda; bundan sonra yanımda taşımalıydım. Durumumu nasıl düzeltsem diye düşünürken Hand’anım gitmişti bile. Ama selamı kesebilirdi bile bundan sonra, o kadar sinirli. En azından koca öğretmen bile bilmiyordu. Sevindim. Bir ben değilmişim cahil. Eve dönüp ilk iş olarak ilânı buldum: Bir pazarlama şirketinde çalışmak üzere Dresenkçe bilen prezentabl eleman alınacaktır. Telefon: 234 45 839 (Ücreti yine söyleyemeyeceğim). Bu işi istiyor muydum? İş nasıl bir işti? Kadın sordurtmamıştı ki. Kimlerle iş yapıyorlar? Dresenkçe neden lazımmış? Bunları öğrenmeli. Yoksa, sırf parası iyi diye yanlış işlere bulaşmayalım. Bir daha aradım kadını. Çıkmadı, bir bant çıktı konuştu. Önce Türkçe sonra İngilizce konuştu. İki saat sonra bir daha aradım.

Saat, işte olsun olsun dört. Yine bant çıktı. Yalnız tam kapatıyordum bir şeyce başladı. Oydu kesin, Dresenkçeydi. İngilizcesinden sonra Dresenkçesini de koymuşlar: Santrale bağlanmak için sıfırı tuşlayının Dresenkçesini duyunca ne yalan söyleyeyim birden gözümden yaş geldi, o denli sevindim. Eski bir dosta sokakta rastlamış gibi oldum. Bu dili konuşan birine tesadüf etmiştim; demek konuşulabilen bir dildi, konuşan biri vardı karşımda. Hem hiç bilmesem de ne dediğini bile anlamıştım. Sıfırı tuşlayın, diyordu. Bu dili öğrenmenin tek yolu kadını bulmaktı. Yarın sabahtan arardım, durum böyle böyle; anlatırdım. Sıkıntım adeta biraz geçti. Oh, parayı düşündüm. Üç yıl çalışsam sonra ömür boyu yatsam yine yeter (böyle diyerek prensiplerimi bozup ücret ile ilgili tüyo vermiş gibi oldum galiba). Hatta yaşamımı garantiye almak için beş-altı yıl çalışırım.

Yaşasın. Ertesi sabah sekizden bu yana düzenli olarak kadını aramaya başladım. Kadını değil tabii, şirketi. Bir türlü çalışmaya başlamıyorlardı. Ama beri yandan iyi diye düşündüm, demek ben de işe girdiğimde sabahın kör karanlığında büroya taşınmak zorunda kalmayacağım. Böyle ufak ipuçlarından yola çıkıp başka başka sonuçlara ulaşmayı çok seviyorum. Zihin jimnastiği oluyor. Her neyse, sekiz on beş oldu, sekiz buçuk oldu, oldu da oldu. Açan maçan yok. Dedim bir çıkayım nefes alayım, yoksa telefonun başında içim daralacak. Hem de belli olmaz, teknolojik cihazların yanında uzun süre kalmak sağlık yönünden da sakıncalı denir. “Est-ce que vous parlez dréssent?”

Özge Calafato – Çekilir Dert Değil PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu