PDF

Philip K. Dick – Android ve İnsan PDF Oku indir

Philip K. Dick – Android ve İnsan PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Philip K. Dick – Android ve İnsan kitabını araştırdık. Ayrıca Philip K. Dick tarafından kaleme alınan Philip K. Dick – Android ve İnsan kitap özetinin yanı sıra, Philip K. Dick – Android ve İnsan pdf oku, Philip K. Dick – Android ve İnsan yandex, Philip K. Dick – Android ve İnsan e-kitap pdf, Philip K. Dick – Android ve İnsan PDF Drive, Philip K. Dick – Android ve İnsan Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.

Philip K. Dick – Android ve İnsan PDF indir Oku

Çevresine canlılık kazandırmak ilkel insanın eğilimidir. Modern derinlik psikolojisi, senelerdır bizden bu antropomorfik 1 bağdaştırmaları hareketsiz gerçeklikten çekip çıkarmamızı ve bizi çevreleyen durağan nesnelerin üzerine tüm cahilliğimizle yönelerek kendimizden uzaklaştırdığımız yaşam değerini içe yansıtmamızı –bir karara varmamızı– ister. Böyle bir içe yansıtmanın bireyin gerçek olgunluğa eriştiğinin göstergesi olduğu söylenir ve bu bunun yanı sıra sosyal kültürün aksine fakat bir kabilede görülebilecek uygarlığın özgün bir işaretidir. Afrika yerlisinin etrafındakileri bir amaçla, yani aslında kendi içinde varolan hayatla dolu olarak gördüğü söylenir; fakat bu çocukça bağdaştırma ortadan kaldırıldığında aslında dünyanın ölü olduğunu ve yaşamın da yalnızca kendi içinde sürüp gittiğini görür. Bu karmaşık düşünce noktasına ulaştığında yerlinin olgunlaştığı yahut akıllandığı yahuthut bilimsel bir düzlemde düşündüğü söylenir. Lakin insan şunu düşünüyor: Bu süreç esnasında yerli, diğer insanları da maddeleştirmemiş midir? Yani, onları bir şeye dönüştürmemiş midir? Taşlar, kayalar, ağaçlar artık onun için cansız nesnelerdir, peki ya dostları? Onları da mı taşa dönüştürmüş olur? Bu, gerçekten de psikolojik bir sorundur. Çözümü sanılandan daha az mühim olabilir; çünkü geçtiğimiz on yılda sorunu olduğundan ufak gösteren ve psikologlarımızın –hatta hiç kimsenin– tahmin dahi etmediği bir eğilime tanık olduk. Psikologların ilkel insanın etrafında görmekten ürktüğü ve aslında günbegün çevremizi biraz daha fazla ele geçiren şey –insan yapımı makineler, yapay düzenlemeler, bilgisayarlar, elektronik sistemler ve birbiriyle ilişkili homeostatik bileşenlerden bir araya gelen dünya– canlılık kavramıdır. Çevremiz hem özel hem de en temel düzeyde bizi andıran metotlarla gerçek manada canlanıyor veya en azından yarı canlı bir hale geliyor. Norbert Wiener tarafından dile getirilen ve mühim bir bilim dalı durumuna gelen Sibernetik, makineler üzerinde yapılan bir çalışmanın insan davranışlarının doğası ile ilgili mühim bilgiler sunduğuna dair ortaya attığı bakış açısıyla makine ve insan davranışları içinde geçerli kabul gören benzerlikler bulmuştur. Misal verilecek olursa Grey Walter’ın sentetik kaplumbağalarından birinde iki ayrışık yönelim2 eşzamanlı olarak oluştuğunda sersemletilmiş kaplumbağalardaki bilinmesi güç davranışı enteresan bir biçimde göstermektedir. Böylelikle makinelerde karşılaşılan poblemlerin neler olabileceğini inceleyerek insanlarda geçmişte “nevrotik” olarak tanımlanan davranışın iç yüzüyle alakalı yeni ve daha verimli bilgiler elde edebiliriz. Lakin bu örneksemenin bir de tam tersini düşünelim. Mesela – Wiener’in bunu öngördüğüne inanmıyorum– kendimizle, yani doğamızla alakalı bir çalışma mekanik ve elektronik yapıların müthiş karmaşık işleyişleri ve arızlarının içyüzüne dair yeni gelişmeler edinmemize olanak sağlar mı? Başka bir deyişle –burada söyleyeceklerimi özellikle vurgulamak isterim– kendimizle alakalı öğrendiklerimizden yola çıkarak yaptığımız kıyaslamalarla bizi saran yapay dış çevre ile ilgili bilgi edinebilmemiz, nasıl ve ne amaçla davrandığını ve nelere bağlı olduğunu anlamamız artık olabilecekdür. Makineler gitgide insana daha benzer bir hal alıyorlar, nedir, Wiener’in gösterdiği gibi insan davranışı ve mekanik davranış içinde bazı manalı benzerliklerin olduğu son derece aşikârdır.

Lakin en mühimsi de tüm bunlar olurken aslında kendimizi öğrenmiyor muyuz? Kendi yapılarımızı inceleyerek kendimizle alakalı bilgiler edinmek yerine, belki de kendimizin nelerden oluştuğunun içyüzüne bakarak yapılarımızın da neler olduğunun bilincine varmak için çaba harcamalıyız. Belki de gördüğümüz şey genel insan faaliyetinin ve hareketinin biz bireylerin inşa ettiği ve çevresini saran şeylerin faaliyet ve hareketiyle kademeli biçimde kaynaşmasıdır. Yüz yıl önce böyle bir düşüncesin antropomorfik değil, fakat saçma olduğu düşünülürdü. 1750 senesinde yaşayan bir insan, bir eşeğin veya buhar makinesinin hareketlerini gözlemleyerek kendisiyle alakalı ne öğrenebilirdi ki? Buhar makinesinin oflayıp puflamasını gözleyip her seferinde belirli bir tipteki genç ve güzel kızlara âşık olmasının ardında yatan nedeni makinenin işleyişinden yola çıkarak anlayabilir miydi? Bu, onun yönünden bakıldığında ilkel değil, patolojik bir düşünce tarzı olurdu. Lakin bugün kendimizi girift ve esrarengiz olarak inşa ettiğimiz bir dünyaveyalmış vaziyette buluyoruz. Polonyalı ünlü bilimkurgu yazarı Stanislaw Lem’in kuramlaştırdığı gibi, öyle bir zaman gelecek ki, belki de bir insanı dikiş makinesine tecavüz etmeye kalktığı için hapsetmek zorunda kalacağız. Olur da böyle bir zaman gelirse, bu adamın gözünü diktiği dikiş makinesinin dişi olmasını umalım. Ve yine umalım ki, on yedi yaşını geçmiş, hatta üzücü de olsa, menopozu atlatmış ve fahişelikle geçinen fazla yaşlı Singer marka bir dikiş makinesi olsun. Bazı öykü ve romanlarımda androidlerden, robotlardan yahut simulakralardan (isim mühim değil) bahsetmişimdir; burada söylenmek istenen yapay yapıların insan kılığına girmiş olmalarıdır. Genelde de kötücül düşüncelerle. Sanırım böyle bir yapının, mesela bir robotun, saf ve iyi bir amacı olsaydı kendini gizleme ihtiyacı da olmazdı. Şimdiyse bu durum benim için muğlâk bir hal alıyor. Bu tür yapılar insan hareketlerini taklit etmezler; çünkü aslında bir çok yönden insan haline gelmişlerdir. Herhangi bir amaç uğruna bizi kandırmaya çalışmıyorlar, belki de hayati parçalarının bozulması, güç kaynaklarının kapanması gibi genel poblemlerin, fırtınalar, kısa devreler gibi düşman saldırılarının üstesinden gelebilmek maksadıyla esasında bizim takip ettiğimiz yolları izliyorlar. Hepimizin gün içinde, özellikle güç kaynağında bir araya gelen bir kısa devrenin bütün günümüzü mahvederek günlük işlerimizi nasıl da tamamen aksatabildiğine ve bizi masamızın üzerinde duran işi yapmaktan alıkoyduğuna tanıklık ettiğinden eminim.

İnsan görünüşlü robot denildiğinde, tele-tarayıcılı lensleri ve helyum pil kutusu olan ve itip kakıldığında kan kaybeden parıltılı bir robot aklıma geliyor. Metal gövdenin altında bizdeki gibi bir kalp var. Belki bu hususta ileride bir şeyler yazarım. Ya da zaten basılı öykülerde olduğu gibi, kendine “Su neden var?” gibi bir soru sorulduğunda yanıt olarak 1. Korintliler’in çıktısını bize veren bir bilgisayar da olabilir. Korkarım yeterince ciddiye almadığım öykülerimin biri, kendisine sorulan soruya yanıt verebildiğinde soruyu soran kişiyi yiyen bir bilgisayarla alakalıydi. Büyük ihtimalle –bu öyküyü geliştirmeyi ihmal ettim– bilgisayar soruya yanıt veremeseydi, bu sefer de soruyu soran insan onu yiyecekti. Her neyse, kasıtsız olarak, insan ve yapıyı harmanladım ve böyle bir harmanlamanın zaman içinde esas itibariyle gerçekliğimizin bir parçası olmaya başladığını fark etmedim. Lem gibi ben de bunun her geçen gün artarak devam edeceği düşünüyorum. Yine de Lem’in düşüncesini bir gözlemleyelim: Bir adamın bir dikiş makinesine tecavüz etmeye yeltendiğinde dikiş makinesinin adamı tutuklatıp, hatta biraz da isterik bir halde mahkemede aleyhinde tanıklık yapacağı bir zaman belki de gelecektir. Bu durum bütün uyarlama fikirlerin başını çekmektedir: haksız yere masum bir adamı suçlayan aklı çelinmiş dikiş makinelerinin yalancı şahitliği, babalık testleri ve tabi ki istemeden gebe kalan dikiş makineleri için kürtaj hakkı. Acaba dikiş makineleri için de doğum kontrol hapı olacak mıdır? Muhtemelen, önceki fikirlerimizden birinde olduğu gibi, bazı dikiş makineleri hapların aşırı kilo aldırdığından veya kullanıldıklarında düzensiz dikiş atmalarına yol açtıklarından dolayı şikâyet edecektir. Elbette haplarını almayı unutan güvenilmez dikiş makineleri de baş gösterecektir. Ve son kez da, montaj hattının sonundaki dikiş makinelerinin rastgele cinsel ilişkinin tehlikeleri ile ilgili bilgilendirildiği ve öfkeli bir Tanrı –kendisi tıpkı bizler gibi ilahi mucizeler karşısında el pençe divan duran safdil, basit metal ve plastik dikiş makinelerinin gözlerini kamaştıracak düğme delikleri ve süslü iğne işleri yapabilen biridir– tarafından bazı ahlaksız makinelere saçılan zührevi hastalıklarla alakalı ciddi ikazların yapıldığı Planlı Ebeveynlik Klinikleri de olmak zorundadır. Sanırım bu hususta biraz patavatsız bir insan oluyorum, fakat konu hiç de alaya alınacak bir konu değil.

Elektronik yapılarımız öylesine karmaşık bir hal alıyorlar ki, ne olduklarını kavramak için sibernetik kıyaslamamızı tersine çevirmek ve kendi zihinsel aktivitemiz ve onlara sergilediğimiz davranışlardan yola çıkarak akıl yürütmek zorundayız. Lakin onlara bir amaç veya dürtü vermek sanırım paranoya âlemine girmek manasına gelecektir; makinelerin yaptıkları bizim yaptıklarımıza benzeyebilir, fakat kesinlikle bizim gibi amaçları yoktur. Makinelerin yönelimleri mevcuttur, onları belirli sonuçları elde etmek ve belirli uyaranlara tepki vermeleri maksadıyla inşa etiğimiz için fakat bu bağlamda bir amaçları mevcuttur. Misal verilecek olursa bir tabanca bir insana zarar vermek, onu hareketsiz kılmak yahut öldürmek için metal bir parçayı ateşlemek maksadıyla yapılmıştır, fakat bu, tabancanın bu amacı gerçekleştirmek istediği manasına gelmez. Burada bir kez daha Spinoza’nın, bence gerçekten de engin bir kavrayışla, eğer yere düşmekte olan bir taş akıl yürütebilseydi, “Saniyede on metre hızla düşmek istiyorum,” diye düşünebileceğini anladığı felsefi dünyasına giriyoruz. Özgür irade –yani arzuyu hissettiğimiz ve ne istediğimizin bilincinde olduğumuz zamanlar– belki de yalnızca bir yanılsamadan ibarettir ve derinlik psikolojisi adeta bunu doğrulamaktadır: Yaşamdaki birden fazla dürtümüz kontrol edemediğimiz bir bilinçdışından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar “içgüdü” terimi bize uygun olmasa da, bizler de tıpkı böcekler gibi yönlendiriliyoruz. Terim ne olursa olsun, kendi irademizin sonucu olduğunu düşündüğümüz davranışlarımız belki de bizi kontrol ediyor ve bizler bir kristali yaratan güç kadar sabit ve tahmin edilebilir doğanın tespit ettiği bir hızla yere düşmeye mahkûm olan taşlarız. Her birimiz evrende önceden görülmemiş içsel yazgısıyla kendini eşsiz hissedebilir. Yine de Tanrı’nın, yani Kozmik Bilim İnsanı’nın, gözünde milyonlarca kristalden ibaret olabiliriz.

Philip K. Dick – Android ve İnsan PDF indir Tıklayın

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu