Sabahattin Ali – Yeni Dünya PDF Oku indir
Sabahattin Ali – Yeni Dünya PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Sabahattin Ali – Yeni Dünya kitabını araştırdık. Ayrıca Sabahattin Ali tarafından kaleme alınan Sabahattin Ali – Yeni Dünya kitap özetinin yanı sıra, Sabahattin Ali – Yeni Dünya pdf oku, Sabahattin Ali – Yeni Dünya yandex, Sabahattin Ali – Yeni Dünya e-kitap pdf, Sabahattin Ali – Yeni Dünya PDF Drive, Sabahattin Ali – Yeni Dünya Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Sabahattin Ali – Yeni Dünya PDF indir Oku
Asfalt Yol – Bir köy öğretmeninin notlarından – İstasyondan kalkıp vilayet merkezine giden kamyon, iki saat kadar sarstıktan sonra, beni gideceğim köye ayrılan yolun başında bıraktı. İki adım bile atacak halim yoktu. Çantamı yanıma koyarak, kenarlarından otlar fırlayan bir taşın üstüne oturdum. Kafamdaki uğultuyu dinlemeye başladım. İçi tozla karışık ter kokan kamyon dünyanın bu en bozuk yolunda bizi birbirimize vura vura sersem etmişti. Birdenbire duraklamalar, bir çukura yuvarlanır gibi sarsıntılar, bana nerede olduğumu bile unutturmuş ve beni karanlık bir rüya dünyasına atmıştı. Şimdi oturduğum taşın üzerinde bu rüyadan silkinmeye çalışıyordum. Gideceğim köyü şoför göstermişti. Burası oturduğum yerden yarım saat kadar uzakta, külrengi bir kerpiç yığını idi. Bir kenarda ince ince git gide artan yine külrengi birkaç kavak, orada, ufacık da olsa, bir su olduğunu anlatıyordu. Belki bir saat oturduğum yerde kaldıktan sonra yavaşça ve sallanarak doğruldum. Küçük çantamı yerden alıp yürümeye başladım. Kendim köylü olduğum ve bizim köylülerimizi iyi tanıdığım için içimde yabancı bir yere gidiyorum hissi yoktu. İlk vazifemde muvaffak bulunacağıma emindim. Akşam olmaya başlamıştı.
Köye yaklaşınca ortalığı büsbütün bir kızıllık kapladı. Kırmızı bir deniz gibi parlayıp kımıldayan bu bir karış boyundaki kuru bozkır otlarının üzerinde upuzun gölgem yatıyor ve gölgemin başı, ileride, aralarından yer yer çekirgeler fırlayan bu otların içinde kayboluyordu. Köyün kenarındaki birkaç evin önüne gelince burnuma yanmakta olan tezek kokusu geldi. Gözümün önünde, saç üzerinde yufka pişirilen bir ocak ve bekleşen yalınayak çocuklar canlandı. Sokaklarda daha evlerini bulamamış birkaç inek kuyruklarını kalçalarına çarparak yürüyor ve arada birböğürüyordu. Bu öyle bir böğürüştü ki, uzun uzun düşündükten sonra söylenen derin manalı bir söze benziyordu. Gitgide daha kuvvetlenen keskin bir gübre kokusu beni daha çok buraya yaklaştırdı. Köy yaşayan, çalışan bir mahluktur ve bu koku onun ter kokusudur. Dünyada hiçbir koku beni bu kadar saramamış, kafamdan birbiri arkasına bu kadar çok anılar yuvarlayıp geçirmemiştir. Kahvenin önünde birkaç yaşlıdan başka kimse kalmamıştı. Beni görünce yerlerinden kalkmadan baktılar. Yanlarına gidip oturdum; kim olduğumu anlattım. İçlerinden biri muhtarmış. Benden önceki öğretmen gideli altı ayı geçtiğini, o zamandan beri okulun kapalı durduğunu dile getirdi: “Daha harmanların hepsi kaldırılmadı. Çocuklar okula falan gelmezler.
Beş on gün oturup dinlenirsin!” dedi. Çocukları toplamak, dersleri yoluna koymak pek güç olmadı. Köylüler kendi dilleriyle konuşanları anlamakta gecikmiyorlar. Şimdilik hiçbir şeyden şikayetçi değilim. Yalnız bir yol meselesi var ki, bunu kendime iş edindim ve aylardır uğraşıyorum. İlk geldiğim gün kamyonda canımı çıkaran o yol, meğer bütün vilayetin en büyük derdiymiş. Herkes mahsulünü, yolcusunu bunun üzerinden geçirmeye mecbur. Başka yol yok ve buna da yol demek için pek bol keseden atmak lazım. İşin garibi, vilayet merkezini altmış kilometre uzaktaki demiryoluna bağlayan yol da bu!. Herhalde daha mühim işler bunun yapılmasını bu kadar geri bırakmış. Ben, hem bizim köyden, hem de başka köylerden vilayete müracaat ettirdim; yolun yaptırılmasının ne kadar lazım olduğunu dilim döndüğü kadar anlattım. Uzun istidaları hükümet memurları pek okumazlar diye, her düşüncesimi ayrı bir istidaya yazarak bunları ayrı ayrı köylerden verdirdim. Böylelikle hepsi okunmuş olacak. Yolun yapılmasında köylünün nasıl yardımı bulunacağına dair de bir çok fikirler ileri sürdüm. Geçenlerde şehre gittiğim zaman maarif müdürü bana biraz enteresan muamele etti.
Kızıyor da kızdığını belli etmeyip alay etmeyi tercih ediyor gibiydi. Neden diye merak ettim. Sonra laf içinde: “Siz okul dışındaki işlerle de uğraşacak vakit bulabiliyorsunuz galiba, talebeniz pek mi az?” dedi. “Az değil ama, o da vazifem değil mi?” diye yanıt verdim. Alaycı gözlerini üstümde gezdirdi. Bir şey söylemedi. Sonra dışarıda, kahvede arkadaşlardan duydum. Maarif müdürü bana kızgınmış. Ben köylülere Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu [1] okumuş, anlatmıştım. Kadastro’da işi olan bir köylü bir istida vermiş, bir müddet sonra da yanıt istemiş. Ne cevabı, denince: “Basbayağı yanıt vereceksiniz! Mecbursunuz! Kanun var!” diye dayatmış. Sormuşlar, araştırmışlar, kanunu benden öğrendiğini anlayınca maarif müdürüne şikayet etmişler. Hele bu yol işiyle bu kadar uğraştığıma kızanlar birden fazla. Bir alakaları olduğundan değil, iş olsun diye kızıyorlar. Benim öğretmen olduğum köyde bi hayli zengin bir RüstemAğa var.
Şehirde arabacı dükkanı işletiyor, yaylıları, kağnıları tamir ediyor. Bunun istida veren köylere gidip benim aleyhime sözler dile getirdiğini duydum. Pek şaşmadım. Bütün teşebbüslerden halen bir şey çıkmadı. Ara sıra bu işin arkasını bırakacak oluyorum. (Çünkü hükümetteki, hele nafıadaki [2] memurlar benimle açıktan açığa alay ediyorlar.) Lakin akşamları köyde, istasyondan dönen arabaların, kağnıların ve zavallı hayvanların halini görünce içim acıyor. Kendi kendime: “Başladığın işi yarıda bırakma iki gözüm, sana yakışmaz!” diyorum. Ne de uzun muameleleri varmış böyle şeylerin. Vilayet konağında bizim istidaların girip çıkmadığı oda kalmadı. Köylüler bile benim bu gayretime şaşıyorlar. Onlarda da bu işin sonu çıkacağına dair bir ümit yok. Hala bir şey çıkmadı… Galiba bu yolu yapmayacaklar. Köylü de bana yardım etmiyor. Pek ölü mahluklar… Belki de pek akıllı mahluklar da, boşuna yere uğraşmak istemiyorlar.
İçimde hiç şevk kalmadı. İnsana birkaç kelime ile yanıt verseler yine neyse, fakat ne evet, ne hayır!. Sanki bu istidaları ses vermez bir derin kuyuya atmışız… Akşamları köyün yanı başındaki sırta çıkarak uzakta tozlara bulanıp uzanan yolu seyrediyorum. Bazan tozdan bembeyaz olmuş ve üstüne sepetlerle denkler sarılmış bir kamyon görünüyor, bir bataklıkta dizlerini kaldırıp indirerek yürüyen bir insan gibi ileri geri sallanarak, yıkılacak gibi olarak, ağır ağır ilerliyor. Bu o kadar üzücü bir manzara ki, tekniğin en son ifadelerinden birisi olan bu makine ile dünyanın bu en iptidai yolunun savaşını görmemek için insan gözlerini kapıyor. Bazan koşup yolu avuçlarımla düzeltmek, orada hiç olmazsa beş on metrelik bir yeri bir “yol” haline koyarak kendi hisseme düşen vazifeyi yapmış olmak istiyorum. Bizim iş birdenbire canlandı. Geçenlerde şehre büyüklerimizden biri gelmiş. Otomobili ne kadar rahat da olsa bu yol yine kendini hissettirmiş olacak ki, bir laf içinde valiye bundan bahsetmiş, vali de hemen atılarak: “İlk düşündüğümüz şeylerden bir diğeride budur, hemen bu sene yaptırmak istiyoruz, projeleri hazırlanıyor. Hatta asfalt yaptırmayı bile düşünüyörüz… Acaba bu yol asfalt olsa şehrimizi sürekli olarak şereflendirir misiniz?” demiş. O büyük zat da: “Gelirim tabii…” diye yanıt vermiş. Bunun üzerine asfalt meselesi aldı yürüdü. Ben meğer uykudaymışım, vali projelerden bahsediyor… Demek zannettiğim kadar bu işe lakayt değillermiş, yalnız gürültüsüz, şatafatsız bir biçimde halka hizmet etmeyi daha uygun buluyorlarmış. Lakin bu sessizliğin aksine olarak bu sefer de iş pek yaygaraya verildi. Vilayetin, yemek listesi büyüklüğünde haftalık gazetesinin yarısını asfalt şose havadisleri dolduruyor.
Köyde de saygınlığım artar gibi oldu. Bizim köylülerin insana muamele edişleri zaten barometre gibi. Bence bu yolu asfalt yapmaya şuan için hiç lüzum yoktu. Üç dört misli fazla masraf edileceğine, bu para daha lüzumlu yerlere harcanabilir ve buraya, kendimize göre bir yol, temiz bir şose yeterdi. Lakin belki başka bir düşündükleri var. Belki her şeyin son derece müthiş olmasını istiyorlar. Bu kadar büyük işlere aklım ermez. Bir yol olsun da, paramız varsa isterse halı da döşetilsin… Vali Ankara’ya gitmiş. Tetkikat yapan mühendisler yolun yarım milyona çıkacağını söylemişler, halbuki vilayet bütçesi 350 bin lira… Bu parayı bulmak için bankalara müracaat edilmiş, onlar da Maliye Vekaleti’nin kefaleti olmadan para vermemişler, Maliye Vekaleti de Meclis’ten izin almadan kefil olamazmış, hulasa karışık işler vesselam. Vali bütün bunları yoluna koymak için gitmiş… Adamcağız bu yol meselesini kendine iş edindi. Meclisi Umumi’den tahsisat almak için bir nutuk vermiş, vilayet gazetesinde okudum. Bir belagat numunesi. Kendisini bu yol işine dört elle sarılmaya sevk eden, o büyük zatın işareti olduğunu dile getiriyor ve onun yol yapıldıktan sonra daima geleceğini vaat ettiğini hatırlatıyor. Hakikaten büyüklerimiz her şeyi görüyorlar ve bir işaretleriyle uyuyanları uyandırıyorlar. Yalnız vali bu yol için halkın da bir çok müracaatları olduğundan hiç bahsetmiyor, yolun köylüye ne kadar faydası bulunacağını da söylemiyor.
Belki bunlar herkesin bildiği şeyler de onun için. Her ne ise, bu yol işinde bir damlacık tesirim olduysa ne mutlu bana…