Senai Demirci – Dua Defterim PDF Oku indir
Senai Demirci – Dua Defterim PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Senai Demirci – Dua Defterim kitabını araştırdık. Ayrıca Senai Demirci tarafından kaleme alınan Senai Demirci – Dua Defterim kitap özetinin yanı sıra, Senai Demirci – Dua Defterim pdf oku, Senai Demirci – Dua Defterim yandex, Senai Demirci – Dua Defterim e-kitap pdf, Senai Demirci – Dua Defterim PDF Drive, Senai Demirci – Dua Defterim Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Senai Demirci – Dua Defterim PDF indir Oku
Dua Defterim adında bir kitap. Garip! Defter ama kitap! Defter yazısız olur; başkası doldursun diye. Bu baştan yazıyla doldurulmuş bir kitap. Yazısız çıkmalıydı aslında Dua Defterim; herkes o beyaz boşlukta kendisini görsün/bulsun diye. Bir sayfanın karşısına elinde bir kalemle geçen herkes o aklığın dipsiz boşluğunda aklının titreyişlerini görür. Dolduramayacağı boşluklar görmek, ürkütür insanı. Uçurum gibi gelir sayfanın boşluğu; kelimelerini yükseklik korkusuyla ileri atmaktan korkar. Korkmana gerek yok; ben doldurdum boşlukları. Yine de seni sana bırakmaktır niyetim. Alıştıra alıştıra söyleyeyim: Dua Defterim sensin aslında. İç/ten arzularının, ip/ince özlemlerinin, mecalsiz yakarışlarının, sözsüz fısıltılarının, hesapsız nefeslerinin, isimsiz sızılarının karası düşüyor avuçlarına. Dudaklarının birbirine dokunuşu hüma kuşları uçuruyor rahmet dergâhına. Nefesine “ah!”lar dolanması serin güller açtırıyor pişmanlık sahrasının yanık yüzünde. Sızım sızım sızlayan sızılarının söz kuşağını kuşanması sonsuz yakınlığın kucağına taşı(rı)yor seni. Dua, toprağın toprağa imzasıdır.
Topraktan gelip de toprağa dönmeden önce, gökçe okunur bir yazı olman içindir. Kasvetli ağırlığını gök çekimine kaptırasın diyedir. Gelip geçen, ezilip dağılan varlığını kutsîler pazarına sunasın diyedir. Eriyen kalıbını canhıraş feryatlarla sonsuzca bir hitabın kalbine atman içindir. Suskun ve soğuk toprağın sıcacık sözü olasın diyedir. Tatlı yakarışlara dudağını değdirmen içindir. Söylüyor değilsin yalnızca, söz kesiliyorsun da. Yazıyor değilsin yalnızca; yazılıyorsun da. Söz kesilip yaz(ıl)dığın o defteri boynuna sarıyorsun gün be gün. Söylediklerin, eylediklerin, niyetlendiklerin kara bir kefen oluyor savunmasız çıplaklığına. Sözlerinle kefenleniyorsun. Dualarına sarılıyorsun. Defterini yazıyorsun. ‘Dua Defterimiz’ hep açık kalsın. Not: Dua Defterim’in yeni baskısında yeni notlar var.
Bu notlar, Dua Defterim’i kitap olarak değil defter olarak gören Ali Hakkoymaz’ın yazdıkları… Bazı bölümlerin sonunda özel bir okuyucunun bir kitaba tepkisini yeni notlar olarak kitaba eklemeyi düşündük. Dua ediyor olabilmek, O’na muhatap olmayı içerir. Duanın karşılığını bekliyor olmak, O’nu muhatap olarak bulmuş olmayı gerektirir. Dua edenlerden olmasaydık, dua ediyor olmak için bile dua ediyor olamazdık. Karanlıkta kalıp da karanlıkta olduğunu fark etmeyen bir yitiklik olurdu böylesi. Dua ediyor olabilmek, duanın karşılığını bekliyor olmak, çok mühim ve öncelikli bir duanın kabul edilmiş halidir. Dua edemeyen, dua edemediğinin farkında değildir; dua etmek için dua etmek gerektiğini bile bilemez. Dua edemeyen, dua edememekle neyi kaybettiğinin farkında değildir; bir şeyi kaybettiğini bilmeyen ise aramaz, aramadıkça bulamaz, bulsa bile eline almaz. Öyleyse, dua edebiliyor olmakla, nasıl derin bir kuyudan çıkarıldığımızı görelim. Dua eden bilmeli ki, dua ediyor olmakla, aramayı bile bilmediği bir kaybını bulmuştur, eksikliğini bile çekemeyecek kadar eksiği olan eksiğini tamamlamıştır. Birileri, ile ilgili dua etmiş olmalı ki, dua edebiliyor. Dilim Dilim Tövbe “Kim kötü bir iş işler, nefsine zulmeder de, sonra/gecikerek tövbe ederse Allah’ı Gafûr ve Rahîm olarak bulur.” (Nisa, 110) Aziz Mahmud Hüdâyî, bu ayeti yorumlarken, tövbenin pek dikkat etmediğimiz bir inceliğine gözleri üstüne topluyor. İnsan kötü işi bedeniyle yapar, eliyle gerçekleştirir, açık bir eylem koyar ortaya. Tövbe ise dille yapılır, hatta dile gelmeden, üstü kapalı yapıldığı çoktur.
Hatta böylesi daha da makbûldur. Hüdâyî Hazretleri, işte bu farkı hatırlatıyor: Fiilen yapılan isyanın sözle yapılan itaatle affedilmesindeki lûtfu gözler önüne çıkarıyor. Bedenimizle yaptığımız günah, dilimizle yaptığımız, hatta dilsiz de yaptığımız tövbe ile bağışlanıyor. Secde: Rızkın En Yükseği “İnsanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım; beni doyursun diye değil…” (Zariyat, 56-57) Kulluk, Rab tarafından rızıklandığını bilmekle başlar. İnsanın secdesi tevekkül seccadesinde gerçekleşir. Kul alnını yere değdirdiğinde, Rabbinden başka kimseye muhtaç olmadığını kabullenir. Secde ile yalnızca kafasını değil varlığını da toprağa indirir. Rabbinin kendisine verdiğinden şüphesi olanın secdesi tam değildir; alnı yerde olduğu halde aklı yukarıda kalmıştır. Hani “Burnu havada!” denir ya… “Yalnız Sana kulluk edelim [diye] yalnız Senden yardım dileriz!” dedirttiğine göre Rabbimiz, kulluğumuzu O’na lûtufmuş gibi görmek yerine, O’nun bize lûtfu olarak bilmeliyiz. Yaşamak: “Bugün”ü Güzel Bir “Dün” Eyleme Duası Bir “Âlî” söz: “Bugün amel var, hesap yok. Yarın hesap var, amel yok.” Bu sözü, bir de “Hiç ölmeyecekmişsin gibi dünyaya, yarın ölecekmişsin gibi ahirete çalış” sözüyle birlikte düşününce, tatlı bir şaka çıkıyor. Bugün hiç ölmeyeceksin, yarın olduğunda ise “bugün” için ölmüş olacaksın; “dün”de yalnızca anın kalacak, bir ölü gibi. Yarın olduğunda, “bugün” de senin için ölmüş olacak. Ne bir şey ekleyebileceksin “dün”üne ne bir şey eksiltebileceksin “dün”ünden.
“Dün” sana ne bir güneş getirecek ne de bir akşam sunabilecek. Oysa “bugün”ün hiç ölmeyenisin. “Bugün”ün içinde ayağa kalkmış, şevkle yürüyen, elinden geleni yapabilen bir “diri”sin. Bugün de canlı, sen de… “Bugün”ün içinde hiç ölmeyecek gibi ebedî meyveler devşirebilirsen, yarın geldiğinde “dün”ün huzurlu ölmüşü olabilirsin, “dün”ün ölümünü huzurla karşılayabilirsin. “Allah’ım, bugünümü hiç ölmeyeceğim ebedî meyvelerle uzat ki, yarın ölecek dünüm sonsuzlaşsın, yarına erişemeyen ömrüm ebedîleşsin.” Ah, Günah! “Bağışlama, menekşenin kendini ezen topuğa anında bulaşan güzel kokusudur.” Cüneyt kardeşim göndermiş… Rabbimizi “Ben günah işlerim, O utanır!” diye tarif eden Şirazlı Sadi’nin sözüyle yan yana yahut alt alta koy bakalım, neler düşüneceksin? Kendisi için değil kulunun iyiliği için istediği şeyleri, üstelik Kendi verdiği rızıkla, Kendi verdiği hayatla, Kendi verdiği zamanda ve mekânda ezip geçen kuluna mağfiret sözü veriyor Rabbimiz. İşlediği günahı itiraf eden, hatasını kabul eden, isyanları için özür dileyen kulunu bağışlamamaktan hayâ ettiğini söyleyen Rabbimiz O. Daha iyisi var mı? Dua Çekimi İlle de beddua etmek geliyorsa içinden şöylesi de var: Çektirsin Allah sana, çok çektirsin… Öyle bol zikirler çektirsin ki elinde tesbihler eskisin. Çektirsin Allah, çok çektirsin… Bunun yanı sıramselere çektirsin ki huyunu; salihlere, velilere, şehitlere benzeyesin. Çektirsin Allah sana, çok çektirsin… Öyle ulvi şeylere hasret çektirsin ki cümle hasretlerden vazgeçesin. Çektirsin Allah sana, çok çektirsin… Öyle güzel fotoğraflar çektirsin ki, bakanlar varlığın keskin ucunun kalplerine tefekkürle battığını hissetsin. Çektirsin Allah sana, çok çektirsin… Öyle güzel filmler çektirsin ki, seyredenler kendi onurlarını kendi elleriyle kuyuya ittiklerini ve dünya bezirganlarınca ucuza satıldıklarını fark etsin. Sen Gafil Olma; Senden Gafil Değil O! Engin Ardıç’tan okudum: Batı toplumu “guilt-oriented”; yani “suçluluk-eksenli” yaşar. Doğu toplumları ise “shame-oriented”; yani “utanma-eksenli” yaşar.
Daha açık söylemek gerekirse şöyle: Suçluluk eksenli yaşayanların, bir hata ettiklerinde, bu hatanın acısını vicdanlarında hissetmeleri pişmanlıkları için yeterli gelmektedir. Lakin utanma eksenli olanların pişmanlığı, başkalarının bu hatayı bilmesine bağlıdır. Bu ikinci gruptakiler vicdanlarıyla da temasa geçmedikleri için, arada bir, belki çoğu zaman, başkalarının bilmesi de pişmanlık duymalarına yetmez! Hata üstüne hata edip de, tövbe edemeyenlerin, özür dileme ihtiyacı hissetmeyenlerin de, benzer bir sınıflandırmaya tâbi tutulması olabilecek müdür acaba? Ayıplanma korkusunun günah korkusundan ağır bastığı bir toplumda yaşıyorsanız, töreleri terörize ederek dinîleştirmek, hatta dinin yerine koymak olabilecekdür. Bir de, sırf ayıptır diye helâli haram edenlere, artık ayıplanmıyor diye haramı helâl edenlere ne demeli? Bizi yoktan var eden, hiç kimseler adımızı anmazken adımızı anıp insan eyleyen, herkes unuttuğunda da bizi unutmayacak olan kerem sahibi Rabbimize “ayıp” ediyor olmayalım? Günahla Saklanmak mı, Günahtan Saklanmak mı? “Kendi günahını halktan saklamak için dua ettiğin kadar, kendini günahtan saklamak için de dua etmelisin.” Ataullah İskenderi’den yorumlu alıntımdır. Şöyle diyor Hikem’ül Atâiyye’sinde: “Setr iki kısımdır. Birisi ma’siyetten setr, diğeri ma’siyette setr. Avam ister Hudâ’dan tâ ola isyanları mestur/Ki nâsa karşı haysiyetlerinden olmasınlar dûr/İbâd-ı hâss ise setr-i maâsiden diler fakat/Tecellî-yi nazardan onları dûr etmesin kim Hak. (Kastamonulu Ballıklızade Ahmed Mahir merhumun manzum tercümesine şükran borçluyum. Fakirullah Eğitim ve Hizmet Vakfı’ndan dostların gayretiyle yayınlanmış Hikem’ül Atâiyye/El-Muhkem fî Şerhi’l Hikem kitabını derhal edinmeli.) Şöyle ki: “Halkın gözünden düşmeyeyim diye günahını halktan saklamak için dua ettiğin kadar, Hakkın gözünden düşmeyeyim diye de kendini günahtan saklamak için dua et.”