Saffet Murat Tura – Şeyh ve Arzu PDF Oku indir
Saffet Murat Tura – Şeyh ve Arzu PDF Oku indir, e-kitap sitemizde Saffet Murat Tura – Şeyh ve Arzu kitabını araştırdık. Ayrıca Saffet Murat Tura tarafından kaleme alınan Saffet Murat Tura – Şeyh ve Arzu kitap özetinin yanı sıra, Saffet Murat Tura – Şeyh ve Arzu pdf oku, Saffet Murat Tura – Şeyh ve Arzu yandex, Saffet Murat Tura – Şeyh ve Arzu e-kitap pdf, Saffet Murat Tura – Şeyh ve Arzu PDF Drive, Saffet Murat Tura – Şeyh ve Arzu Epub gibi indirme linklerini de bulacaksınızdır.
Saffet Murat Tura – Şeyh ve Arzu PDF indir Oku
DENEYLE alakalı yönergeyi okuyup sana hangi adımda ne yapmamız gerektiğini anlatıyordum. Bence yazar çok hoş bir noktadan hareket etmişti; ilk kez nasıl enteresan bir şeyle karşı karşıya geldiğımızı iyice hissetmemizi sağlamaya çalışıyordu. Yönergeye bakarak şöyle dedim: “Bak, önce mıknatısla alakalı bildiğin her şeyi unut.” “Ama unutamıyorum.” “Unutmaya çalış lütfen.” “Unutamıyorum ki, hepsi aklımda.” Ben hâlâ yönergeyi takip ediyordum: “Mesela şöyle hayal et: mıknatısın olmadığı başka bir galaksiden geliyorsun. Ve birden bazı maddeleri uzaktan çeken bir maddeyle karşılaşıyorsun; bak ataşlarla mıknatıs içinde hiçbir bağ filan yok. Ataşları uzaktan nasıl çekebiliyor! Ne kadar enteresan değil mi? Bu seni şaşırtmıyor mu?” “Şaşırtmıyor, şaşıramıyorum.” Artık biraz kızmaya başlıyordum: “Peki neden şaşırtmıyor?” “Çünkü dünya çapında var işte, baba. Var işte.” Cevabın çok hoşuma gitmişti, bir an sana şöyle demek istedim: “Bu dünya çapında esas enteresan olan varolanın varlığıdır kızım. Varlıktır enteresan olan.” ŞEYH VE ARZU dünyevilik ve uhrevilik, gündeliklik ve aşkınlık, inanç ve vicdan, tanrısallık ve ölüm gibi psikanalizi olduğu kadar dinsel düşünceyi de yakında zamandan ilgilendiren sorunlar ile ilgiliki yazılardan oluşuyor. Bu yazıları bir araya getirmemdeki amaç, insanı belli bir kültürel oyun içinde sorunsallaştırma, ona bu oyunun gündelikliğinin dışından, belli bir mesafeden bakabilme isteğidir.
Bundan dolayı buradaki kavrama çabası kültürel kimlik poblemlerindan varoluşsal çatışmalara, oradan da varlığın mahiyeti sorusuna doğru evriliyor. Şeyh ve Arzudaki “arzu” ya gelince: Kitabı okuyanlar bu yazılarda “arzu” sözcüğünün pek fazla geçmediğini fark edeceklerdir. Arzu kitabın bütününü yönlendiren güdülenmededir daha çok. Varolanın enteresan varlığı karşısındaki merak ve heyecandadır. Varlık karşısındaki durumumuz bizde eksik olan şeyi belgeler; insan hakikatten mahrumdur. Eksik ise, arzunun zembereği olarak varlıkla ilişkimizi tespit eden arayış şeklinde kendini dışavurur. Mahiyete ilişkin hakikati aramak bir türlü kopamadığımız bu dünyaya olan tutkumuzdan, yaşam-severliğimizden türer. Şeyh ve Arzu’da birbirini tamamlayan, kendi içinde bütünleşmiş bir düşünce sürecinin ürünü olan yazıları bir araya getirdim. Ama bu bütünlük açık ve kuramsal ifadesini fakat kitabın sonsözünde bulacak. Orada da görüleceği gibi izlenen yolun anlatılmak istenen şey yönünden belli bir anlamı var. Bu yolun, çağımızın baskın kültüralist sorunsallarının unutturduğu natüralist soruyu yeniden düşüncenin gündemine almak olduğunu söylemekle yetineyim şuan için. Mahiyete ilişkin bu naif soruyu “varlık” gibi ontolojik yükü olan bir kavram yerine bir işaret zamiriyle dile getirmek daha doğru olacak: Sahi, bu ne böyle? ON YEDİNCİ YÜZYILDA Üsküp’te yaşadığı anlaşılan Asiye Hatun’un şeyhine yazdığı ve yüzseneler sonra tarihçi Cemal Kafadar (1994) tarafından Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde bulunan mektupları içeren Rüya Mektupları enteresan bir kitaptı. Rüyaları okurken psikanalitik açıdan nasıl ele alınabileceklerini, dahası Asiye Hatun’un nasıl bir kişilik örgütlenmesinin olduğunu, bu rüyalardan yola çıkarak ilk çocukluk tecrübeleri ile ilgili bir fikir sahibi olmaya çalışmanın ne ölçüde hakikati yansıtabileceğini düşünmeden edememiştim. Yüzseneler önce, değişik bir kültürel ortamda yaşamış bir insanın gördüğü birkaç rüyadan yola çıkarak kişiliğini, çocukluğunu, ana babasının ayrıntı kısmını, bu kişiliğin hastalıklı yönlerini saptamaya çalışmak çok iddialı, hatta saçma bir girişim gibi görülebilir ilk bakışta. Zaten ben de bu hususta ulaşacağım sonuçların doğruluğundan emin değilim; sonuç itibariyle böyle bir girişimin düşünce oyunu olmaktan öte bir iddiası olamaz.
Çünkü böylesi bir çalışmayı sürdürirken elimizdeki yegâne düşünme aleti psikanalitik kuramlar olabilir ve bu kuramlar aracılığıyla üzerine yargıda bulunacağımız olgu (Asiye Hatun) somut olarak incelenemeyeceğine göre ulaşacağımız netice ister istemez ileri derecede kurgusal kalacaktır. Ama benim bu tarzda kurgusal bir çabayla esas tartışmak istediğim nokta, üzerinde çalışacağımız Asiye Hatun’dan ziyade bizzat elimizdeki düşünme aleti olacak. Yani Asiye Hatun üzerine kurgusal bir çalışma yaparken bizzat psikanalitik kuramların yapılanma tarzına eleştirili bir bakışla yaklaşma imkânını yakalamaya çalışacağım. “Eleştirili” kelimesine az çok Kantçı bir anlam veriyorum. Yani “eleştirili” sıfatını bir düşüncenin nesnesiyle ilişkisi yönünden kendi üzerine katlanıp kendi geçerlilik koşullarını ve nesnesini özümserken onu sistematik olarak tahrif ediş, hatta kendi etkinliğiyle bizzat şekillendiriş tarzını araştırmaya yönelmesini nitelemek için kullanıyorum. Demek ki eleştirili bir psikanaliz kuramının önündeki vazife, epistemolojik bir naifliği aşarak toplumsal bir pratik olan psikanalitik kurum, söylem ve uygulamanın psikanalitik terapi sürecini ve aktarımı ne yönde etkilediğini, hatta şekillendirdiğini saptamaktır. Asiye Hatun üzerine kurgusal çalışmamızın birden fazla tartışmalı noktası olacak. Misal verilecek olursa, Freud’dan beri birden fazla yazarın üzerinde ısrarla durduğu gibi, rüyalar psikanalitik açıdan ele alınırken analiz edilenin serbest çağrışımları ön plana alınmalıdır; oysa biz bu şanstan mahrum kalacağız. Her ne kadar bazı simgelerin evrensel olduğu kabul edilirse de rüyaların bu evrensel simgeleri bile analiz edilen için özgül anlamlar kazanıyor olabilir. Lakin beni bu kurgusal çalışmanın kısmen doğru bazı sonuçlara ulaşabileceğine inandıran birkaç nokta var. Bunlardan en mühimsi Asiye Hatun’un rüyalarının gelişigüzel olmaması. Rüyalar bazı bakımlardan analizin sağladığına benzer koşullarda görülmüş. Bunlar sistematik, düzenli bir ilişki içinde belli bir silsile izleyen rüyalar. Üstelik eğer yanılmıyorsam aktarım nevrozunun analizinde karşılaşılan rüyalarla mühim benzerlikler gösteriyorlar. Diğer yandan bu tipte kurgulamaların önceden birden fazla analist tarafından da yapılmış olması rahatlatıyor beni.
Sözgelimi bizzat Freud’un kaleminden çıkan Sekreter Vakası, Leonardo da Vinci’nin Bir Çocukluk Anısı, Musa ve Tek Tanrıcılık ve hatta Totem ve Tabu daha az kurgusal çalışmalar değildir. Bu tipte çalışmalar bilimsel bir iddia taşımamakla birlikte kimi bakımlardan düşünce açıcı ve ikna edicidir. Yukarda da sözünü ettiğim gibi esas amacım bizzat psikanalizi sorunsallaştırmak olduğu için Asiye Hatun ile alakalı kurgularımın kimi yanlış sonuçlara varıp varmadığı birinci derecede önemsenmesi gereken bir alan oluşturmuyor. Psikanalizi sorunsallaştırır ve eleştirili bir psikanaliz kuramına doğru bir ölçüde olsun yol katedersek psikanalitik terapi sürecinin bir yanıyla tarihsel, diğer yanıylaysa evrensel öğelerini ayırt edebilir ve daima çağına yahut kültürüne (cemaatine) göreli bir yapılanma arzeden, yani tarihsel-kültürel bir varlık olan insanın tam da bu özelliğinden dolayı bunun yanı sıra evrensel de olduğunu görebiliriz. Çünkü insanın tarihselliği evrenselse, insanın tarihe içkinliğinde bir aşkınlık olduğunu da gösterecektir bu. I.2. Yukarıda Asiye Hatun’un rüyalarının gelişigüzel olmayıp, bazı bakımlardan analitik ortama benzer bir atmosferde sistematik olarak görülmüş rüyaları andırdığım söylemiştim. Demek ki ilk kez rüyaların görüldüğü kültürel oyun-gerçeklik ile ilgili bir fikir sahibi olmamız gerekiyor. Tarihçi Cemal Kafadar’ın kitaba yazdığı önsözde naklettiği araştırmalara göre Asiye Hatun, 1630’larda Üsküp’te ikamet ettiği anlaşılan “İlmiyeden” Kadri Efendinin kızıdır. Mektupları yazdığı sıralarda halen evlenme çağını aşmamış olması kuvvetle olabilecekdir. Bunun yanında mektuplardan anlaşıldığı kadarıyla evliliğe karşı şiddetli bir muhalefeti mevcuttur. Kendini dine vermiştir. İlk şeyhi olan Veli Dede ile “esmayı seb’a”yı (Allah’ın yedi ismini) söyleme mertebesine erişmişse de, iki yıl süren bu süreç sonunda şeyhine karşı duyguları nedenini bilmediğimiz bir biçimde değişmiş, soğumuştur. Ruhsal gelişmesi durmuş, nefsiyle karşılaşmada yenilgiye uğramıştır.
Bu nedenle bir başka şehirde, Uziçe’de yaşayan ünlü ve karizmatik bir şeyh olan Halvetiye tarikatından Muslihüddin Efendinin müridi olmuştur. Kafadar’ın yorumlarına göre iyi bir eğitimi ve eski dili kullanmasından anlaşıldığı kadarıyla belli entelektüel kapasiteleri olan Asiye Hatun, şeyhi Muslihüddin Efendiyi hiç görmemiş, bütün ilişkileri mektuplar yoluyla kurulmuştur. Rüyaların anlatılıp yorumlanması “irşad” sürecinin sistematik öğelerinden biridir ve Asiye Hatun da rüyalarını bu çerçevede şeyhine göndermekte, ondan da bazı yorumlar veya mertebe yükselme müjdeleriyle sınırlı yanıtlar almaktadır. Bilindiği kadarıyla rüyalarını göndererek mertebe almak gelenekte seyrek görülen bir uygulama değildir. Bilhassa kadınların başvurduğu bu yöntem İslam inancında belli bir temel bulmaktadır; inanca göre rüya kendi başına bir anlam taşımaz, fakat yorumlandığında bir mesaj anlamı kazanır. Böyle bir yaklaşım rüyayı kimin yorumlayacağını, bundan dolayı rüyanın kime anlatılacağını ön plana çıkarır. Bu etapta, izleyeceğimiz akıl yürütmenin mühim dayanaklarından birisi olan ve bi hayli sağlam görünen bir varsayımı ileri sürebiliriz; Asiye Hatun’un rüyaları alelade rüyalar değildir; anlatılacağı insanla, yani şeyhiyle ilişki içinde “görülmüş” —üretilmiş-rüyalardır. Eğer bu saptama belli bir doğruluk payı taşıyorsa rüyaların analitik açıdan yorumlanması için mühim bir dayanak elde edilmiş demektir. Asiye Hatun’la mektuplaşmaya başladıktan bir süre sonra şeyh Muslihüddin Efendi ölmüş, yerini oğlu Hasan Efendi almıştır ve mektuplardan anlaşıldığı kadarıyla Asiye Hatun bu yeni ve genç şeyhini pek önemser görünmemektedir. Rüyaları analitik açıdan yorumlamak için aklımızda tutmamız gereken bir başka nokta da şeyh Muslihüddin Efendi’nin kerameti aracılığıyla gençliğinde içkiye müptela olan oğlu Haşan Efendiyi kurtarıp doğru yola sokmuş olması. İşte Asiye Hatun’la alakalı araştırmamıza yol gösterecek bütün bilgiler bunlar. Acaba bu bilgilerden ve aşağıda ele alacağımız rüyalardan yola çıkarak Asiye Hatun’u tanıyabilecek miyiz? Hatta kişiliğini kendisinin bildiği ve tanıdığından çok daha derinlere inerek inceleyip, nasıl oluştuğunu aydınlatabilecek miyiz? Doğrusu böyle bir zihinsel serüven bana birkaç fosilden, arkeolojik kalıntıdan hareket ederek geçmişi kurgulamaya çalışan bir paleo-arkeoloğunkinden daha az heyecan verici görünmüyor. I.3. Psikanalistin yahut psikanalitik yönelimli bir terapiyi yürüten terapistin analitik atmosferin esasını tespit eden üç temel kuralı koruması beklenir; isimsizlik, perhiz ve yansızlık.
Bu çerçevede yukarıda değindiğim bir soruyla başlayalım; Asiye Hatun’un şeyhiyle mektuplaşması süreci, tipik analitik atmosferle ne ölçüde benzeşmektedir? Ana hatlarıyla söz konusu kaideleri tanıtmaya çalışayım. Analitik atmosferi sağlayabilmek yönünden analist yahut terapist analiz ettiği özne tarafından kişisel olarak tanınmamalı, kişilik özellikleri, değerleri, arzuları, zayıf veya kuvvetli yönleri bilinmemeli, özel yaşantısı ufak tefek ve genel birkaç özellik dışında gizli kalmalıdır. İsimsizlik kuralı adını alan bu kural aşağıda açıklamaya çalışacağım “aktarım” ilişkisini başlatmak yönünden özel bir anlam taşır. Perhiz kuralı analist yahut terapistin analiz edileni her türlü tatminden, özellikle (cinsel ve saldırgan) dürtü tatmininden mahrum bırakması manasına gelmektedir. Analiz eden, analiz edilenle özellikle cinsel bir yakınlaşmaya girmediği gibi onun öfkesi, saldırganlığı karşısında da karşı-saldırgan bir tutum almaz; analitik vazifeyi sürdürür. Dahası katı uygulamalarda olumlu yahut olumsuz mimik, jest yahut sözcük kullanmaz; onayladığını yahut onaylamadığını belli etmez. Klasik psikanalizin ilk dönemlerinde bazı analistler perhiz kuralını analiz boyunca analiz edilenin cinsel yaşantısını sınırlayacak kadar abartmışlardır. Analitik bir atmosferi sağlayacak en temel kural olan yansızlığa gelince; “klasik (Freudcu) metapsikoloji” çerçevesinde bu kural, analistin cinsel yahut saldırgan dürtüler ve bunlara karşı savunmalardan herhangi birinin yanında yer almaması, tarafsız kalmasıyla ifade edilir. Klinik uygulamada bu kural ilke olarak terapistin öğüt veya direktif vermemesi, analiz edilen üzerindeki tesirini tercih ederek dolaylı yollarla da olsa onu yönlendirmeye çalışmaması, onay yahut onaylamama belirtmemesi, yalnızca bilinçdışı güdülenmeler ve arzularla bunlar karşısında duran savunma mekanizmalarını açıklayan yorumlar vermesiyle ifade bulur. Pratikte ideal koşullar sağlanamayabilir. Lakin ideale yakın bir analitik ortam sağlanırsa ve bu ortam ikinci derecede mühim zaman, mekân, ücret, vs. gibi çerçeveye ilişkin düzenlemelerle sabitleştirilirse analiz edilende kısa veya uzun bir zaman içinde tipik bir “gerileme” ve bir “aktarım” ilişkisi gözlenmeye başlanır. 1.4. Çok karmaşık bir teorik tartışmayı bununla birlikte getiren “gerileme” kavramının metapsikolojik açıdan tanımlanmasını bir kenara bırakırsak, klinik olarak gözlenen ve gerileme adını alan durumu, analiz edilenin analiz eden karşısında süreç içinde giderek daha çocuksu (yani şiddetli) duygusal ve ilkel (akılcı olmayan) düşünsel tepkiler vermeye yönelmesi olgusuyla belirleyebiliriz.
Kısa olarak analitik zamanda normal erişkin yaşamda gözlenmesi ve incelenmesi pek zor olan ruhsal olaylar görülmektedir ve bu yolla analiz edilenin bir zamanlar çocukluğunda göstermiş olduğu tepkiler ve genelde bilinçdışında sürekli olarak çalışan enerjikler incelenebilir, çocukluk anıları canlandırılabilir ve anlamlandırılabilir. “Aktarım” da çok karmaşık, çok yönlü bir teorik tartışmaya bağlanır. Burada basitçe Freud’un ilk tanımlarından birini temel alırsak, aktarım analiz edilenin analisti mevcut sevme kalıplarından birinin içine almasıdır. Bu sevme tarzı son tahlilde analiz edilenin ilk sevgi nesneleri olan anne ve babasıyla çocukluk senelerında yaşadığı ilişkilerden türediği için, gerileme aracılığıyla kolaylaşan bir zamanda derinlemesine incelenip çalışıldığında, doğrudan veya dolaylı olarak ilk çocukluk tecrübelerini saptamaya imkân verir. Dolayısıyla yansızlık, isimsizlik ve perhizle tespit edilen analitik ortamda derinlemesine yaşanan ve incelenen gerileme ve aktarım, analiz edilenin kişilik yapısını, kişiliğinin oluşumunu, hastalıklı yönlerini ortaya koymaya, sistematik olarak incelemeye yönelik bilinen en titiz ve akılcı metottur. İşte bu yönteme kabaca psikanaliz diyoruz. Psikanaliz birden fazla örnekte bu titiz, sabırlı ve sistematik yaklaşımı aracılığıyla bilinçdışında kalan psikolojik süreçleri bilinçli hale getirmeyi başarır. Tartışmaya açık olmakla birlikte günümüze dek üç temel aktarım tarzının tanımlandığını ileri süreceğim. Bunlar; – Freud tarafından klasik aktarım nevrozlarında gözlenen ve sistematik olarak tanımlanan oidipal aktarım tepkileri, – Kohut tarafından narsisistik bozukluklarda gözlenen ve sistematik olarak tanımlanan “kendilik nesnesi” aktarım tepkileri, – Kernberg tarafından sınır durumlarda saptanan ve sistematik olarak tanımlanan “kaotik” aktarım tepkileridir. Bu noktada tekrar Asiye Hatuna, rüyalarının görüldüğü ortama geri dönersek, bu ortamın analitik ortamla enteresan bir biçimde benzeştiğini, bundan dolayı gerileme ve aktarım olgularının sistematik olarak ortaya çıkmasına uygun bir çerçevenin geçerli olduğunu görürüz. İlk olarak perhiz kuralını ele alalım. Şeyhi Asiye Hatun ile cinsel bir yakınlığa girmemiştir. Asiye Hatun’un şeyhine karşı saldırgan duygular beslediğine dair açık bir ispat olmamakla birlikte eğer böyle duygular geliştirmiş olsaydı bile şeyhinin karşı saldırı, intikam veya çöküntü gibi tepkiler vermeyeceği hemen sezilebilir. Ayrıca Asiye Hatun’un perhiz kuralını abartarak uyguladığı bile düşünülebilir; aktif bir cinsel yaşamı olmadığı gibi ibadet sebebiyle diğer dünya nimetlerinden de elini eteğini çekmiştir. Şeyhinin olabileceken birkaç satırla sınırlı, rüya yorumu veya mertebe aldığıyla alakalı haberlere bulunduran mektuplarıyla yetinmektedir.
İsimsizlik kuralına gelince, Asiye Hatun şeyhini hiç görmemiştir. Hakkında birden fazla şey duymuş olması olabilecekdir, fakat onun gerçek kişiliğini, eğilimlerini, arzularını, kişiliğinin kuvvetli ve zayıf yönlerini bilmemektedir.